Uluslararası bir toplantı sebebiyle İstanbul’a gelen bir dostumu kaldığı otelden alarak havaalanından yolcu etmek için gittiğimde hasbelkader bir İranlı ile tanıştım. İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığında çalıştığını öğrendiğim bu şahsı da aracımıza alarak havaalanı yolunda ilerlemeye başladığımızda az sonra başlayacak ve yaklaşık yirmi dakika sürecek olan bir münazaranın kıyısında olduğumu elbette bilemezdim.
Arnavut dostum selam sabahtan sonra İranlı misafire dümdüz bir soru yöneltti: “Musavici misin, Ahmedinejatçı mı?”. Ben bu yersiz sorunun nereden icap ettiğini düşünürken, o, İranlı misafiri cevap vermesi için sıkıştırıyordu. İranlı misafir ikisinden de yana olmadığını söyleyince Arnavut dostum Hamaney’den yana olup olmadığını sordu. İranlı misafir buna da müphem bir cevap verince ben “Velayeti Fakih hakkında ne düşünüyorsun?” demek ihtiyacı hissetim. Bunun üzerine İranlı misafir bu kurama inanmadığını söyledi. “Öyleyse, İmam Humeyni ile de aran iyi değildir o zaman” dedim, ister istemez. Sükut etti.
Ben bazı vesilelerle Musavi taraftarı İranlılardan Musavi’nin dillendirdiklerini duymuştum. Madem ki böyle bir ortam oluşmuştu bu misafire de sormanın abes olmayacağını düşünerek “Musavi ne anlatıyor, projeleri neler?” diye sordum. İranlı misafirimiz Musavi’nin İran’ı ekonomik olarak kalkındıracağını, İran’ın parasını öncelikle İran için kullanacağını, İran halkına hak ettiği refahı sağlayacağını ve bunun gibi şeyleri anlattı. Lafın burasında Arnavut dostum İranlı misafire aylık kazancının ne kadar olduğunu sordu. İranlı misafir ayda 700 Amerikan Doları maaş aldığını söyledi. Bu paranın İran’da yetip yetmediğini sorduğumuzda rahatlıkla yettiğini ifade etti. Kendisine aylık ulaşım, elektrik, su, ısınma giderinin miktarını sordum. Cevaben, tüm bunlar için ödediği paranın ayda en fazla 50 Amerikan Doları olabileceğini söyledi. Tahran’da yaşadığını öğrendiğimiz bu misafire oradaki ev kiralarını ve kiracı oranını da sormayı ihmal etmedim. Tahran’ın kiracılar için pahalı bir şehir olduğunu, Güney Tahran’da kiraların 200 Amerikan Dolarından başlayarak 500 – 600 Amerikan Dolarına kadar yükseldiğini; Orta ve Kuzey Tahran’da ise çok daha yüksek olduğunu anlattı. Ancak Tahran’da yaşayanların asgari %70 -80’inin kendi evinde oturduğunu yani kiracı oranının yüksek olmadığını da belirtti. Yine orada kiracının bir veya iki yıllık kira parasını peşin olarak ödemesi halinde evden ayrılırken ödediği paranın tamamını geri alabildiğini zira ev sahibinin bu parayı işleterek kazanç sağladığını anlattı.
Tüm bunlardan sonra Arnavut dostum İranlı misafirimize İranlıların aç ve açıkta olmamasına rağmen kaynakların İranlılara harcanacağına dair propagandaya niçin itibar ettiklerini, niçin Lübnan ve Filistin’e gönderilen paralara göz koyduklarını sordu. İranlı misafirimiz önce İran’ın güçlenmesi gerektiğinden, Arapların da Filistin’e sahip çıkmalarının lüzumundan, Filistin’in tüm yükünün İran tarafından karşılanmasının haksızlık olduğundan bahsetti. Tüm bunların ardından zaten Filistinlilerin bu toprakları satarak bugünkü problemlerin yaşanmasına sebep olduklarını, şayet onlar topraklarını satmasalardı bugün İsrail’in orada olamayacağını söyledi. İranlı misafirimizin bu iddiasının haksız ve gerçeğe aykırı olduğunu söylüyordum ki, Arnavut dostum, “Tamam, diyelim ki, Filistinlilerin dedeleri yaramaz adamlardı ve topraklarını sattılar. Peki sen Şii’yim diyorsun ve bununla övünüyorsun. Senin için Kudüs kutsal değil mi? Şiiler için Mescid-i Aksa kutsal değil mi? Mescid-i Aksa’nın bir işgalden ve tecavüzden kurtarılması Şiileri ilgilendirmiyor mu? Filistinlilerin dedelerinin sattığı toprakları kurtarmak için İran ne yapıyor ?” şeklinde bir dizi soru yöneltti, yanında oturan İranlı misafire.
İranlı misafirimiz, “İran para veriyor, silah veriyor, lojistik sağlıyor Kudüs için daha ne yapsın?” diye cevap verince Arnavut dostum, “Tamam işte, bunların hepsini Hamaney, Ahmedinejat ve mollalar yapıyor. İran işte bu dediklerini yapıyor ve Siyonist işgalin devamı için çalışanlar İran’ın her nasıl olursa olsun bunları yapmasına engel olmak istiyor.” diyerek mukabelede bulundu. Devamla, “Arapların İslam’a ihanet içinde olduklarını, bir halk olarak da tarihin dışında yaşadıklarını, Müslümanların dertlerine sırt çevirmesi halinde İran’ın da aynı akıbete uğrayacağını, ağır da olsa İran halkının bu yükü sırtlanmak zorunda olduğunu, ümmetin çıkış yolunun burada olduğunu” anlattı.
Havaalanına ulaşmıştık. Ayrılmadan evvel Arnavut dostum İranlı misafire “Tövbe et. Ülkene sahip çık. Oyuncak olma” diyordu. Arnavut dostum İranlı misafirin çocuksu tavrı sebebiyle üzgün ayrıldı Türkiye’den. Sert mizaçlı insanların yaşadığı bir ülkede yetişmesinden olsa gerek, İmam Hamaney’in muhalefeti çok fazla tolore ettiğini düşünüyordu. Bense Müslümanların Türkiye’de yaşadığı onlarca probleme bakıp bu ve benzeri İranlılar için “ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler” sözünü terennüm ediyordum.
Arnavut dostum selam sabahtan sonra İranlı misafire dümdüz bir soru yöneltti: “Musavici misin, Ahmedinejatçı mı?”. Ben bu yersiz sorunun nereden icap ettiğini düşünürken, o, İranlı misafiri cevap vermesi için sıkıştırıyordu. İranlı misafir ikisinden de yana olmadığını söyleyince Arnavut dostum Hamaney’den yana olup olmadığını sordu. İranlı misafir buna da müphem bir cevap verince ben “Velayeti Fakih hakkında ne düşünüyorsun?” demek ihtiyacı hissetim. Bunun üzerine İranlı misafir bu kurama inanmadığını söyledi. “Öyleyse, İmam Humeyni ile de aran iyi değildir o zaman” dedim, ister istemez. Sükut etti.
Ben bazı vesilelerle Musavi taraftarı İranlılardan Musavi’nin dillendirdiklerini duymuştum. Madem ki böyle bir ortam oluşmuştu bu misafire de sormanın abes olmayacağını düşünerek “Musavi ne anlatıyor, projeleri neler?” diye sordum. İranlı misafirimiz Musavi’nin İran’ı ekonomik olarak kalkındıracağını, İran’ın parasını öncelikle İran için kullanacağını, İran halkına hak ettiği refahı sağlayacağını ve bunun gibi şeyleri anlattı. Lafın burasında Arnavut dostum İranlı misafire aylık kazancının ne kadar olduğunu sordu. İranlı misafir ayda 700 Amerikan Doları maaş aldığını söyledi. Bu paranın İran’da yetip yetmediğini sorduğumuzda rahatlıkla yettiğini ifade etti. Kendisine aylık ulaşım, elektrik, su, ısınma giderinin miktarını sordum. Cevaben, tüm bunlar için ödediği paranın ayda en fazla 50 Amerikan Doları olabileceğini söyledi. Tahran’da yaşadığını öğrendiğimiz bu misafire oradaki ev kiralarını ve kiracı oranını da sormayı ihmal etmedim. Tahran’ın kiracılar için pahalı bir şehir olduğunu, Güney Tahran’da kiraların 200 Amerikan Dolarından başlayarak 500 – 600 Amerikan Dolarına kadar yükseldiğini; Orta ve Kuzey Tahran’da ise çok daha yüksek olduğunu anlattı. Ancak Tahran’da yaşayanların asgari %70 -80’inin kendi evinde oturduğunu yani kiracı oranının yüksek olmadığını da belirtti. Yine orada kiracının bir veya iki yıllık kira parasını peşin olarak ödemesi halinde evden ayrılırken ödediği paranın tamamını geri alabildiğini zira ev sahibinin bu parayı işleterek kazanç sağladığını anlattı.
Tüm bunlardan sonra Arnavut dostum İranlı misafirimize İranlıların aç ve açıkta olmamasına rağmen kaynakların İranlılara harcanacağına dair propagandaya niçin itibar ettiklerini, niçin Lübnan ve Filistin’e gönderilen paralara göz koyduklarını sordu. İranlı misafirimiz önce İran’ın güçlenmesi gerektiğinden, Arapların da Filistin’e sahip çıkmalarının lüzumundan, Filistin’in tüm yükünün İran tarafından karşılanmasının haksızlık olduğundan bahsetti. Tüm bunların ardından zaten Filistinlilerin bu toprakları satarak bugünkü problemlerin yaşanmasına sebep olduklarını, şayet onlar topraklarını satmasalardı bugün İsrail’in orada olamayacağını söyledi. İranlı misafirimizin bu iddiasının haksız ve gerçeğe aykırı olduğunu söylüyordum ki, Arnavut dostum, “Tamam, diyelim ki, Filistinlilerin dedeleri yaramaz adamlardı ve topraklarını sattılar. Peki sen Şii’yim diyorsun ve bununla övünüyorsun. Senin için Kudüs kutsal değil mi? Şiiler için Mescid-i Aksa kutsal değil mi? Mescid-i Aksa’nın bir işgalden ve tecavüzden kurtarılması Şiileri ilgilendirmiyor mu? Filistinlilerin dedelerinin sattığı toprakları kurtarmak için İran ne yapıyor ?” şeklinde bir dizi soru yöneltti, yanında oturan İranlı misafire.
İranlı misafirimiz, “İran para veriyor, silah veriyor, lojistik sağlıyor Kudüs için daha ne yapsın?” diye cevap verince Arnavut dostum, “Tamam işte, bunların hepsini Hamaney, Ahmedinejat ve mollalar yapıyor. İran işte bu dediklerini yapıyor ve Siyonist işgalin devamı için çalışanlar İran’ın her nasıl olursa olsun bunları yapmasına engel olmak istiyor.” diyerek mukabelede bulundu. Devamla, “Arapların İslam’a ihanet içinde olduklarını, bir halk olarak da tarihin dışında yaşadıklarını, Müslümanların dertlerine sırt çevirmesi halinde İran’ın da aynı akıbete uğrayacağını, ağır da olsa İran halkının bu yükü sırtlanmak zorunda olduğunu, ümmetin çıkış yolunun burada olduğunu” anlattı.
Havaalanına ulaşmıştık. Ayrılmadan evvel Arnavut dostum İranlı misafire “Tövbe et. Ülkene sahip çık. Oyuncak olma” diyordu. Arnavut dostum İranlı misafirin çocuksu tavrı sebebiyle üzgün ayrıldı Türkiye’den. Sert mizaçlı insanların yaşadığı bir ülkede yetişmesinden olsa gerek, İmam Hamaney’in muhalefeti çok fazla tolore ettiğini düşünüyordu. Bense Müslümanların Türkiye’de yaşadığı onlarca probleme bakıp bu ve benzeri İranlılar için “ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler” sözünü terennüm ediyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder