Birinci Dünya Savaşı’nın mütareke
ile nihayete erdiği, Paris Konferansı’nın başladığı dönemde Sykes – Picot
anlaşmasının hilafına Fransa’yı Suriye’den uzaklaştırma niyetinde olan
İngiltere, Şam’a ilk giren ordunun Avustralya birlikleri değil, Faysal’ın, yerel
kıyafetleriyle şehre sızarak onu içeriden ele geçiren Arap birlikleri olduğunu,
Suriye’nin düşmandan – Osmanlı yönetiminden- kendi gücüyle kurtulduğunu,
Wilson’un ileri sürdüğü prensipler uyarınca da Suriye’nin Arap yönetimi altında
kalması gerektiğini ileri sürer. Lloyd George, hakikatte Faysal’ın adamlarının gerçek
sayısının 3 bin 500 kadar olduğunu ve bunların da ancak Şam düştükten sonra
geldiklerini bilmesine rağmen, Faysal’ın 10 bin adamının Şam’ı ele geçirmeyi
başardığını söylemektedir. Sonraları Lloyd George bu hususta şöyle yazar: “Doğu
aritmetiği çok romantiktir.”
Menfaatler söz konusu olduğunda
Batı Dünyası her alanda “romantizm” yaratabilir. Zira Batı Dünyası tarihi kendi
ekseninde okuyan, tüm diğerlerinin bu eksen etrafında dönen pervaneler olmasını
murad eden bir anlayışa sahiptir. Batı için rakamlar, istatistikler durumu
açıklamaya değil, “açıklama”yı gizlemeye yönelik araçlardır. Var olanın tümü
Batı’nın gösterdiğidir. Geçmişte böyle olduğu gibi bu, bugün de böyledir.
Bugün Batı, Şam’ı ele geçirmek
için yola çıkan modern Faysallara tabi on binler bulunduğuna ve Şam yolunda
yaşanan çatışmaların tümünün yerel halkın mücadelesinin neticesi olduğuna
inanmamızı istemektedir. Batı’nın anlatımına göre, bugün Şam yoluna düşmüş bir
Avustralya birliği yoktur. Ne varsa hepsi Suriyeli Arapların kendi nesli, kendi
gücüdür. Bu bakış açısıyla Şam’ın, Cemal Paşa idaresindeki Osmanlı yönetimine,
silaha sarılmış muhaliflerin ise İngiliz yardımını uman bir yüzyıl evvelki
seleflerine dönüşmesinde bir gariplik yoktur. Garip olan bizim de tüm bu yalana
inanmak istememizdir.
Bir yüzyıl evvel Şam’da Arap
kavmiyetçilerini asan Cemal Paşa’nın orduları Filistin cephesinde Filistin’in
yerel halkı ile birlikte İngilizlere karşı çarpışırken, Osmanlı idaresine karşı
İngiliz safında yer alan Faysal savaş sırasında da Paris Konferansı’nda da
Filistin’i istemediğini, Filistin halkının “Arapça konuşan ancak Arap olmayan”
bir halk olduğunu söylüyordu. Benzer şekilde bugün Şam yönetimine karşı
Batı’nın desteğini arayanlar/alanlar Filistin’in kurtuluşu için Batı ile
mücadelenin gerektiğini dikkate almıyorlar. Hatta modern Faysallar Filistin’den
ziyade Golan Tepeleri’ne önem verdiklerini dile getirmekten geri durmuyorlar. Şam
yönetimini Golan için bir mermi atmamakla suçluyorlar. Ancak Siyonistlerle olan
mücadeleyi sürdüreceklerini de söylemiyorlar.
Şam’ın gaddar Baas yönetimi kimin
sivil, kimin milis ve kimin ise Batı uzantısı muharip güç olduğu bilinmeyen bir
ortamda binden ziyade insanı katletti. Ancak emri altındaki ordu ve polis
kuvvetinden de bir o kadar insan öldürüldü. Tüm bunlara rağmen Esad yönetimine
yönelik halk desteği kaybolmadı. Büyük kentlerin tüccarları, aşiretlerin büyük
çoğunluğu, çok sayıda Sünni âlim Şam yönetiminin reformlar yoluyla ıslah
edilmesi ancak Şam’ın merkezi gücü ve konumunu zayıflatacak çabalardan uzak
durulması gerektiğinde hemfikir. Yine halkın büyük çoğunluğu Şam yönetiminin
Filistin için gayret sarf ettiğinin de bilincinde.
Batı Dünyası’nın ve peyklerinin
kontrolündeki medya ağı muhaliflerin gösterileriyle ekranları, gazete ve dergi
sayfalarını doldururken bize “romantik” bir aritmetik sunuyorlar. Türkiye’nin
dünyadan bihaber eski İslamcıları ise gazete kâğıtlarından yaptıkları
tayyarelerle yeni bir “Osmanlı” hülyasına dalmış haldeler. Ne var ki, bunların
cedlerinden bir farkları var; bunlar – o nasıl oluyorsa- laik bir Osmanlı
istiyorlar.
Tek gerçek var: Doğu’nun
aritmetiği de, Türkiye’nin İslamcıları da “romantizm”den ibaret.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder