Gürkan BİÇEN
Allah Resulü buyurdu ki, "Âlimin ölümü âlemin ölümüdür." Ömrünü ilmin lafzını muhafaza ile geçirenlere de bu faaliyetlerine hürmeten âlim desek de, ıstılahî anlamda âlim, ilim talebini rızayı ilahiyi kazanmaya dayandırarak, ömrünü, membaından usulünce elde ettiği ilimle ilahi teklifin hakikatinin yeryüzünde tahakkukuna sarf etmiş kişidir. O, bilginin muhafazasından öte, bilginin hayata hâkim kılınması mücadelesinde yer alması ile bu isimle anılmayı hak etmiştir. Ebu Bekir Sıddık'tan rivayet olunan, "Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakır. Peygamberler ilim miras bırakır. Peygamberlerin varisleri âlimlerdir" hadisinin doğrudan muhatabı, Peygamberin varlığında onun yanında saf tutan, kılıç kuşanan, hakkı getirmek, batılı zail etmek için gönül ve amel birliği eden ilim sahipleri olduğu gibi, aynı zamanda, Peygamberin yokluğunda onun sözlerini hayata hâkim kılmak için gayret sarf eden ilim sahipleridir. İşte bunun için Allah Resulü, Veda Hutbesi'nde sözlerinin orada hazır olmayanların bazıları tarafından daha iyi anlaşılacağını işaret etmiştir. Bu, her çağda, her kuşakta Allah Resulü'nün izlerini takip eden ilim sahiplerinin varlığını da müjdeleyen bir haberdir.
Yirminci yüzyıl İslam Dünyası'nın tarihten uzaklaştırılmak istendiği bir zaman dilimi olsa da, ümmetin dirilmesi, dinin ihyası, vahdet, adalet ve imamet/hilafet bilincinin yeniden yeşertilmesi için mücadele meydanına atılan âlimlerden de yoksun kalmamıştır. Ümmet coğrafyasının her bir yerinde farklı usulleri izleyen ve fakat benzer gayelerle yola çıkan âlimler olmuştur. Hasan el Benna, Şeyh Şeltut, Mevdudi, İmam Humeyni, Muhammed Bakır ve diğerleri. Vazifelerini ifa ederek ahrete irtihal eden bu âlimlere yine bunlar kadar değerli bir isim daha katıldı: Muhammed Hüseyin Fadlullah.
Fadlullah, Seyyid Muhammed Bakır'ın, "Necef'ten çıkan herkes bu şehri kaybeder. Ama Fadlullah'ı Necef kaybetti." sözleriyle övdüğü kişidir. Necef'in Fadlullah'ı kaybetmesinin sebebi, onun Şii usulün dışına çıkmaksızın usulü ıslah başarısıydı. Mesele, nakil ve usul sacayağında meselenin gerçekliğini ve ertelenemezliğini görmezden gelmeden Kur'an'ın, ilahi teklifin ilkeleri çerçevesinde nakil ve usulü meselenin halline seferber edebilmesi, kanaatindeki sebatı ve bunu açıklamadaki cesaretiydi onu farklı kılan. Fadlullah için gün yaşanan gündü. O, bu günün meselelerine cevap vermeyecek bir din algısının bizi tarihin gerisine atacağına inanıyordu. Bunun için olsa gerek Arap âleminden Asya'ya, Latin Amerika'dan Avrupa'ya, insanlar ondan, yaşadıkları günlük meselelerin hal çaresini soruyorlardı. O bunlara cevap vermekle kalmıyor, meseleleri toplumsal düzeyde çözmeye adanmış kurumların inşası ile de uğraşıyordu. Bugün yeryüzünün birçok beldesine yayılan ilim ve hayır kurumları Allah'ın onun bu gayretine verdiği bereketin işaretleridir.
Ahkâm-ı Şer'iye'nin siyasi yönünde de söz alan Fadlullah, "Direniş"in temelindeki harcı, binasındaki sütunları ve tuğlaları ile peygamberlerin yanında savaşa çıkmış nice "ahbar" ve "rabbaniyun"u andırıyordu. Yine o, ordusu savaştan döndüğünde onlara dini hatırlatacak, bilmediklerini öğretecek kişiydi. Fadlullah, "direniş"in kulak verdiği sayılı kişilerdendi. Fadlullah'ın direniş algısı bir mezhep üzerine kurulu değildi. Evet, o Şii mezhebine mensup bir Müslüman'dı. Fakat Müslümanlar arasında birlik sağlanmasının mümkün olduğunu ve vahdetin sağlanabilmesi adına; Şii ve Sünni tefsirlere aynı oranda şans tanınması gerektiğini, müminlerin annesine ve sahabelere lanet etmenin ve kötü söz söylemenin haram olduğunu, dinin üç asla dayandığını ve bunların tevhid, nübüvvet ve mead olduğunu, bunlara iman edenin Müslüman, bunlardan birini inkâr edenin ise kâfir olacağını söylüyordu.
Fadlullah, yürekleri hasretle kavrulacak milyonları bırakarak, Kevser'de buluşmak üzere aramızdan ayrıldı. Geride amel defterini açık bırakacak onlarca eser, binlerce talebe ve birçok kurum bıraktı. Bunlardan daha güzeli ise, kendisini Allah Resulü ve şehitlerin efendisiyle birlikte; Şehit Rıdvan Harb'in, Şehit Abbas Musavi'nin, Şehit Ahmet Yasin'in, Şehit Abdulaziz Rantisi'nin, Şehit Fethi Şikaki'nin, yanlarında onlara eşlik edecek her renkten ve dilden binlerce şehit ile karşılayacak ve onların kanlarının Fadlullah'ın kaleminin mürekkebine dönüşecek olmasıdır.
İnne lillahi ve inne ileyhi raciun.
Yirminci yüzyıl İslam Dünyası'nın tarihten uzaklaştırılmak istendiği bir zaman dilimi olsa da, ümmetin dirilmesi, dinin ihyası, vahdet, adalet ve imamet/hilafet bilincinin yeniden yeşertilmesi için mücadele meydanına atılan âlimlerden de yoksun kalmamıştır. Ümmet coğrafyasının her bir yerinde farklı usulleri izleyen ve fakat benzer gayelerle yola çıkan âlimler olmuştur. Hasan el Benna, Şeyh Şeltut, Mevdudi, İmam Humeyni, Muhammed Bakır ve diğerleri. Vazifelerini ifa ederek ahrete irtihal eden bu âlimlere yine bunlar kadar değerli bir isim daha katıldı: Muhammed Hüseyin Fadlullah.
Fadlullah, Seyyid Muhammed Bakır'ın, "Necef'ten çıkan herkes bu şehri kaybeder. Ama Fadlullah'ı Necef kaybetti." sözleriyle övdüğü kişidir. Necef'in Fadlullah'ı kaybetmesinin sebebi, onun Şii usulün dışına çıkmaksızın usulü ıslah başarısıydı. Mesele, nakil ve usul sacayağında meselenin gerçekliğini ve ertelenemezliğini görmezden gelmeden Kur'an'ın, ilahi teklifin ilkeleri çerçevesinde nakil ve usulü meselenin halline seferber edebilmesi, kanaatindeki sebatı ve bunu açıklamadaki cesaretiydi onu farklı kılan. Fadlullah için gün yaşanan gündü. O, bu günün meselelerine cevap vermeyecek bir din algısının bizi tarihin gerisine atacağına inanıyordu. Bunun için olsa gerek Arap âleminden Asya'ya, Latin Amerika'dan Avrupa'ya, insanlar ondan, yaşadıkları günlük meselelerin hal çaresini soruyorlardı. O bunlara cevap vermekle kalmıyor, meseleleri toplumsal düzeyde çözmeye adanmış kurumların inşası ile de uğraşıyordu. Bugün yeryüzünün birçok beldesine yayılan ilim ve hayır kurumları Allah'ın onun bu gayretine verdiği bereketin işaretleridir.
Ahkâm-ı Şer'iye'nin siyasi yönünde de söz alan Fadlullah, "Direniş"in temelindeki harcı, binasındaki sütunları ve tuğlaları ile peygamberlerin yanında savaşa çıkmış nice "ahbar" ve "rabbaniyun"u andırıyordu. Yine o, ordusu savaştan döndüğünde onlara dini hatırlatacak, bilmediklerini öğretecek kişiydi. Fadlullah, "direniş"in kulak verdiği sayılı kişilerdendi. Fadlullah'ın direniş algısı bir mezhep üzerine kurulu değildi. Evet, o Şii mezhebine mensup bir Müslüman'dı. Fakat Müslümanlar arasında birlik sağlanmasının mümkün olduğunu ve vahdetin sağlanabilmesi adına; Şii ve Sünni tefsirlere aynı oranda şans tanınması gerektiğini, müminlerin annesine ve sahabelere lanet etmenin ve kötü söz söylemenin haram olduğunu, dinin üç asla dayandığını ve bunların tevhid, nübüvvet ve mead olduğunu, bunlara iman edenin Müslüman, bunlardan birini inkâr edenin ise kâfir olacağını söylüyordu.
Fadlullah, yürekleri hasretle kavrulacak milyonları bırakarak, Kevser'de buluşmak üzere aramızdan ayrıldı. Geride amel defterini açık bırakacak onlarca eser, binlerce talebe ve birçok kurum bıraktı. Bunlardan daha güzeli ise, kendisini Allah Resulü ve şehitlerin efendisiyle birlikte; Şehit Rıdvan Harb'in, Şehit Abbas Musavi'nin, Şehit Ahmet Yasin'in, Şehit Abdulaziz Rantisi'nin, Şehit Fethi Şikaki'nin, yanlarında onlara eşlik edecek her renkten ve dilden binlerce şehit ile karşılayacak ve onların kanlarının Fadlullah'ın kaleminin mürekkebine dönüşecek olmasıdır.
İnne lillahi ve inne ileyhi raciun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder