Gürkan BİÇEN
İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı Başkanı Bülent YILDIRIM, 31 Mayıs 2010 tarihinde siyonist yapının askerlerinin dokuz vatandaşımızı şehit ettikleri Mavi Marmara gemisinin 26 Aralık 2010’da İstanbul’a geleceğini ve bu sebeple büyük bir karşılama merasimi düzenleneceğini açıkladı. Mücahade anında gemide olanların şu an gemide yer almayacak olması karşılamayı eşyaya dönük bir tutkuya çeviriyor gibi dursa da, şahadet gibi, insanın cismini aşan anlamların yaşandığı anların izlerini taşıyan mekânların cazibesi de kolayca yadsınamaz. Vakanın bu yönünü bir yana koyuyoruz.
Tüm dünyanın malumu olduğu üzere siyonist yapı, Türkiye’nin kendi başına bir inisiyatif alma çabasını akamete uğratmak ve Türkiye’nin şahsında yeryüzünün tüm özgür ruhlarına karşı açık bir yıldırma politikası uygulamak üzere sivil bir gemiye silahlı saldırıda bulundu. Türkiyeli Müslümanlar şehitler kazandı ve Allah’ın şer görünenler hakkındaki sünneti her zaman olduğu gibi işledi: “fi vaka ma hayr” (Olanda hayır vardır).
Türkiye’nin gösterdiği tepki neticesi gemide bulunan herkes en kısa sürede serbest bırakılmış olsa da, olay anından itibaren hak arama mercii olarak uluslararası kuruluşların gösterilmesi Türkiye’nin egemenlik ve buna bağlı olarak yargı hakkını kullanma isteğinde bir zafiyetin varlığına yorumlandı. Saldırının uluslararası sularda gerçekleştirilmiş olmasından bahisle ısrarla uluslararası hukuka atıf yapılıyor olsa da, uluslararası kurumların oluşturduğu yargı mekanizmasının güvenilmezliği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 827 S/RES/827 (1993) Sayılı ve 25 Mayıs 1993 Tarihli Karan ile Eski Yugoslavya ile İlgili Uluslararası Ceza Mahkemesinin uygulamalarıyla açığa çıkmıştır. Srebrenica katliamında soykırımı kabul edip faili bulamayan, Sırbistan’ın sorumlu tutulamayacağını açıklayan Lahey Adalet Divanı da yakın zamanda şahitlik ettiğimiz bir diğer örnektir.
Türkiye’nin, olayın akabinde başlattığı delil toplama işlemleri çerçevesinde şehitlerin naaşları üzerinde yapılan otopsiler neticesi bu kişilerin ateşli silah yaralanmasına bağlı sebeplerle hayatlarını kaybettikleri belirlendi. Yaralıların ifadelerine başvuruldu ve şikâyete konu olay hakkında görgüye dayalı bilgiler toplandı. Yine gemide bulunanların kendi imkânları ile yapmış oldukları ses ve görüntü kayıtları dosyaya dâhil edildi. Olay mahalli olan Mavi Marmara gemisinin Türkiye’de uğradığı ilk limanda suça konu olayla ilgili gemide mevcut deliller belirlendi. Bu işlemlerin büyük bir kısmı kamuoyuna da yansıdı. Ne var ki, Türkiye kamuoyu faillerin tespit edilip edilmediğini ve tespit edilmiş ise haklarında Türkiye’de bir dava açılıp açılmayacağını bilmemekte.
Soruşturmanın seyri, basına yansıyan haberler, hukukçuların kendi aralarında ve internet gruplarında yürüttükleri tartışmalar Türkiye’nin iç hukuku uygulama noktasında isteksiz olduğunu gösteriyor. Adli soruşturmanın birkaç hususu aşmakta zorlandığı anlaşılıyor. Her şeyden evvel, soruşturma makamı Türkiye’nin yargılama yetkisi konusunda bir karara varamamış görünüyor. Yürürlükteki Türk Ceza Kanununun yer bakımından uygulama alanını belirleyen sekizinci maddesi; “Suç, (…)Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla, (…) işlendiğinde Türkiye’de işlenmiş sayılır” hükmünü havidir. Mavi Marmara gemisi olay anında Komor Adaları bandıralı olduğundan soruşturma makamının sekizinci maddenin uygulama alanı açısından tereddüde düştüğü anlaşılıyor.
Kanaatimizce Türk Ceza Kanununun 8.maddesinde geçen “Türk deniz ve hava araçlarında” ibaresini hiçbir genişletme yapmadan anlamak lazım gelir. Bir başka ifadeyle, deniz araçları açısından aranan şartın “Türk gemi siciline kayıt” olmadığı maddenin lafzındaki açık anlama istinaden kabul edilmelidir. Bu durumda soruşturma makamının Türk Ticaret Kanunu madde 823’de yer alan “Türk gemisi” tanımını dikkate alması gerekir. Bahsedilen maddede; “Türk kanunları uyarınca kurulup da; Tüzel kişiliği haiz olan teşekkül, müessese, dernek ve vakıfların malı olan gemiler idare organını teşkil eden kişilerin çoğunluğu Türk vatandaşı olmak, (…) şartıyla Türk gemisi sayılırlar.” hükmüne yer verilmektedir. Şayet İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı Mavi Marmara gemisinin işletme hakkını 823.maddede açıklanan niteliklere sahip olmayan kişilere en az bir yıl süre ile bırakmamış ise 824.maddede yer alan istisna da uygulama alanı bulmayacaktır. Bilindiği kadarıyla Mavi Marmara gemisinin sahipleri ve işletenleri değişmemiştir. Öyleyse Mavi Marmara gemisini hem Türk Ticaret Kanunu hem de Türk Ceza Kanunu açısından bir “Türk gemisi” olarak kabul etmek yasa koyucunun iradesine uygun olan tercihtir.
Bir diğer tereddüt ise faillerin kimliği konusudur. Soruşturma makamı gerek Emniyet Genel Müdürlüğü ve gerekse Milli İstihbarat Teşkilatı aracılığı ile faillerin açık kimliklerine ulaşma imkânına sahip olmalıdır. Saldırı emrini veren yetkililerin tespiti ise nispeten daha kolay olacaktır. Soruşturma makamını duraksatabilecek husus, siyonist devletin üst düzey rütbeli askerlerine, siyasetçilerine, bürokratlarına ve parlamenterlerine kadar uzanacak bir listenin çıkaracağı politik ve diplomatik kriz ihtimali olabilir. Ancak, Ceza Muhakemeleri Kanununun suçu öğrenen Cumhuriyet Savcısının derhal harekete geçmesini öngören amir hükmü karşısında soruşturma makamının bu tür endişelerinin haklılık payı olmayacaktır.
Siyasetçiler ve diplomatlar Türkiye Cumhuriyetinin haklarını ve itibarını korumakla görevli olduğu gibi Cumhuriyet Savcıları da egemenlik hakkının bir tezahürü olan yargılama yetkisinin kullanılmasını sağlamakla görevlidirler. Mavi Marmara soruşturmasında tereddütleri olsa bile failler hakkında cezalandırılma talebiyle bir kamu davası açmalı ve yukarıda bahsettiğimiz çekincelerin tartışılmasını mahkemeye bırakmalıdırlar. Öte yandan, böyle bir davanın açılması failleri savunma yapmak üzere davet edecek olan Türkiye’nin de kudretinin somut göstergesi olacaktır.
Evet, siyonistler özür dilesin ve açtıkları maddi zararı telafi etsinler. Bunun için sarf edilen çabayı anlamsız bulmuyoruz. Bununla birlikte suçun failleri Türkiye’de Türk hukuku uyarınca yargılanmalı ve böylelikle şehitlerin varislerinin davada yer almalarına, bu yolla haklarını tam olarak aramalarına / kullanmalarına da imkân verilmelidir. Haklarımızın özür ve tazminattan ibaret olmadığı asla unutulmamalıdır.
Ümit ediyorum ki, Mavi Marmara iftihar vesilesi anılarla birlikte davasını da yüklenerek gelecektir!
Tüm dünyanın malumu olduğu üzere siyonist yapı, Türkiye’nin kendi başına bir inisiyatif alma çabasını akamete uğratmak ve Türkiye’nin şahsında yeryüzünün tüm özgür ruhlarına karşı açık bir yıldırma politikası uygulamak üzere sivil bir gemiye silahlı saldırıda bulundu. Türkiyeli Müslümanlar şehitler kazandı ve Allah’ın şer görünenler hakkındaki sünneti her zaman olduğu gibi işledi: “fi vaka ma hayr” (Olanda hayır vardır).
Türkiye’nin gösterdiği tepki neticesi gemide bulunan herkes en kısa sürede serbest bırakılmış olsa da, olay anından itibaren hak arama mercii olarak uluslararası kuruluşların gösterilmesi Türkiye’nin egemenlik ve buna bağlı olarak yargı hakkını kullanma isteğinde bir zafiyetin varlığına yorumlandı. Saldırının uluslararası sularda gerçekleştirilmiş olmasından bahisle ısrarla uluslararası hukuka atıf yapılıyor olsa da, uluslararası kurumların oluşturduğu yargı mekanizmasının güvenilmezliği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 827 S/RES/827 (1993) Sayılı ve 25 Mayıs 1993 Tarihli Karan ile Eski Yugoslavya ile İlgili Uluslararası Ceza Mahkemesinin uygulamalarıyla açığa çıkmıştır. Srebrenica katliamında soykırımı kabul edip faili bulamayan, Sırbistan’ın sorumlu tutulamayacağını açıklayan Lahey Adalet Divanı da yakın zamanda şahitlik ettiğimiz bir diğer örnektir.
Türkiye’nin, olayın akabinde başlattığı delil toplama işlemleri çerçevesinde şehitlerin naaşları üzerinde yapılan otopsiler neticesi bu kişilerin ateşli silah yaralanmasına bağlı sebeplerle hayatlarını kaybettikleri belirlendi. Yaralıların ifadelerine başvuruldu ve şikâyete konu olay hakkında görgüye dayalı bilgiler toplandı. Yine gemide bulunanların kendi imkânları ile yapmış oldukları ses ve görüntü kayıtları dosyaya dâhil edildi. Olay mahalli olan Mavi Marmara gemisinin Türkiye’de uğradığı ilk limanda suça konu olayla ilgili gemide mevcut deliller belirlendi. Bu işlemlerin büyük bir kısmı kamuoyuna da yansıdı. Ne var ki, Türkiye kamuoyu faillerin tespit edilip edilmediğini ve tespit edilmiş ise haklarında Türkiye’de bir dava açılıp açılmayacağını bilmemekte.
Soruşturmanın seyri, basına yansıyan haberler, hukukçuların kendi aralarında ve internet gruplarında yürüttükleri tartışmalar Türkiye’nin iç hukuku uygulama noktasında isteksiz olduğunu gösteriyor. Adli soruşturmanın birkaç hususu aşmakta zorlandığı anlaşılıyor. Her şeyden evvel, soruşturma makamı Türkiye’nin yargılama yetkisi konusunda bir karara varamamış görünüyor. Yürürlükteki Türk Ceza Kanununun yer bakımından uygulama alanını belirleyen sekizinci maddesi; “Suç, (…)Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla, (…) işlendiğinde Türkiye’de işlenmiş sayılır” hükmünü havidir. Mavi Marmara gemisi olay anında Komor Adaları bandıralı olduğundan soruşturma makamının sekizinci maddenin uygulama alanı açısından tereddüde düştüğü anlaşılıyor.
Kanaatimizce Türk Ceza Kanununun 8.maddesinde geçen “Türk deniz ve hava araçlarında” ibaresini hiçbir genişletme yapmadan anlamak lazım gelir. Bir başka ifadeyle, deniz araçları açısından aranan şartın “Türk gemi siciline kayıt” olmadığı maddenin lafzındaki açık anlama istinaden kabul edilmelidir. Bu durumda soruşturma makamının Türk Ticaret Kanunu madde 823’de yer alan “Türk gemisi” tanımını dikkate alması gerekir. Bahsedilen maddede; “Türk kanunları uyarınca kurulup da; Tüzel kişiliği haiz olan teşekkül, müessese, dernek ve vakıfların malı olan gemiler idare organını teşkil eden kişilerin çoğunluğu Türk vatandaşı olmak, (…) şartıyla Türk gemisi sayılırlar.” hükmüne yer verilmektedir. Şayet İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı Mavi Marmara gemisinin işletme hakkını 823.maddede açıklanan niteliklere sahip olmayan kişilere en az bir yıl süre ile bırakmamış ise 824.maddede yer alan istisna da uygulama alanı bulmayacaktır. Bilindiği kadarıyla Mavi Marmara gemisinin sahipleri ve işletenleri değişmemiştir. Öyleyse Mavi Marmara gemisini hem Türk Ticaret Kanunu hem de Türk Ceza Kanunu açısından bir “Türk gemisi” olarak kabul etmek yasa koyucunun iradesine uygun olan tercihtir.
Bir diğer tereddüt ise faillerin kimliği konusudur. Soruşturma makamı gerek Emniyet Genel Müdürlüğü ve gerekse Milli İstihbarat Teşkilatı aracılığı ile faillerin açık kimliklerine ulaşma imkânına sahip olmalıdır. Saldırı emrini veren yetkililerin tespiti ise nispeten daha kolay olacaktır. Soruşturma makamını duraksatabilecek husus, siyonist devletin üst düzey rütbeli askerlerine, siyasetçilerine, bürokratlarına ve parlamenterlerine kadar uzanacak bir listenin çıkaracağı politik ve diplomatik kriz ihtimali olabilir. Ancak, Ceza Muhakemeleri Kanununun suçu öğrenen Cumhuriyet Savcısının derhal harekete geçmesini öngören amir hükmü karşısında soruşturma makamının bu tür endişelerinin haklılık payı olmayacaktır.
Siyasetçiler ve diplomatlar Türkiye Cumhuriyetinin haklarını ve itibarını korumakla görevli olduğu gibi Cumhuriyet Savcıları da egemenlik hakkının bir tezahürü olan yargılama yetkisinin kullanılmasını sağlamakla görevlidirler. Mavi Marmara soruşturmasında tereddütleri olsa bile failler hakkında cezalandırılma talebiyle bir kamu davası açmalı ve yukarıda bahsettiğimiz çekincelerin tartışılmasını mahkemeye bırakmalıdırlar. Öte yandan, böyle bir davanın açılması failleri savunma yapmak üzere davet edecek olan Türkiye’nin de kudretinin somut göstergesi olacaktır.
Evet, siyonistler özür dilesin ve açtıkları maddi zararı telafi etsinler. Bunun için sarf edilen çabayı anlamsız bulmuyoruz. Bununla birlikte suçun failleri Türkiye’de Türk hukuku uyarınca yargılanmalı ve böylelikle şehitlerin varislerinin davada yer almalarına, bu yolla haklarını tam olarak aramalarına / kullanmalarına da imkân verilmelidir. Haklarımızın özür ve tazminattan ibaret olmadığı asla unutulmamalıdır.
Ümit ediyorum ki, Mavi Marmara iftihar vesilesi anılarla birlikte davasını da yüklenerek gelecektir!
2 yorum:
değerli yazar, ben av. buhari çetinkaya. mavi marmara davasını uluslararası ve ulusal alanda tüm türk mağdurlar adına yürüten 3 avukattan biriyim. yazınızda ceza mevzuatımızdaki hükümler çerçevesinde olayla ilgili soruşturma açılması gereğinden bahsetmektesiniz. bilgilendirme amaçlı olarak belirtmeliyim ki istanbul cumhuriyet savcılığında olayı geniş çaplı araştıran bir soruşturma yürümektedir. olayla ilgili tüm deliller dosyaya sunulmuş ve yerli yabancı 400den fazla mağdur ve tüm maktul yakınları ifade vermişlerdir. davanın türk yargı merciilerince ciddi bir şekilde soruşturulduğundan şüpheniz olmasın. beraberinde 14 ekim tarihinde tüm dünyadan mağdurların avukatlarıyla birlikte türk avukat heyeti olarak türk mağdurlar adına lahey'de bulunan uluslararası ceza mahkemesine şikayette bulunduk. buradaki soruşturma da sürmektedir. eylül sonu itibarıyla bm insan hakları konseyi olay soruşturması sonucunda vardığı nihai kararı açıklamıştır. karar israil'in ağır bir şekilde insan hakları hukukunu ve insancıl hukuku ihlal ettiği savaş ve insanlığa karşı suçlar işlediği yönündedir. olaya ehemmiyet gösterip böyle bir yazı kaleme aldığınız için teşekkür ederim.
değerli gürkan biçen; bir önceki açıklamam da sehven kendimi tanıtırken davayı uluslararası ve ulusal alanda takip eden 3 avukattan biri ifadesini kullandım. ulusal alanda davayı insan hakları ve mazlumlar için dayanışma derneği kısa adıyla mazlumder avukatları takip etmektedir. mavi marmara saldırısı faillerinin türk hukuku çerçevesinde yargılanması için yoğun çaba sarf eden mazlumder avukatlarından bu hata sebebiyle özür dileyerek bu düzeltmeyi yayınlamanızı rica ederim.
Yorum Gönder