Gürkan BİÇEN
Norveç Araştırma Konseyi Petropol Programı sonuç raporunu kaleme alan Qystein NORENG “Petrol Politikaları ve Pazarı” ile kitaplaştırdığı 2001 tarihli bu raporu bitirirken, “Bugünkü koşullar nedeniyle halkta oluşan kızgınlığın laik ve özgürlükçü bir harekete kanalize edilmesi ve dini fanatizm ve terörizm sebeplerinin yok edilmesi için tek yol; ekonomik, politik ve sosyal reformlar yapılmasıdır. Petrol arzının güvenceye alınması, terörizm riskinin azaltılması için Arap ve Müslüman dünyasının üyelerine bağımsızlık ve mülkiyet hakları konularında Amerikalılar ve Avrupalılarla eşit biçimde davranılmalıdır” sözlerine yer verir. İran İslam İnkılâbı’nın çökertilememesi, İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki varlığının giderek güçlenmesi Batı’nın, müttefiki olan dikta yönetimlerini ve demokrasi görünümlü oligarşik askeri yapıları amaca elverişlilik açısından sorgulamasına yol açmıştır. Batılı düşünce ve araştırma kuruluşlarının son on yılda hazırladıkları birçok rapor despotik yönetimlerin ardından iktidarı yüklenebilecek grupları konu alır haldedir.
Batı’nın yumuşak güç ile değişime zorladığı ilk ülke Türkiye olmuştur. Burada oluşturulmaya çalışılan model İslam’ın kültürel öğelerine yer açmak ancak politik dilini dışlamak şeklinde tezahür etmiştir. Liberal söylem eski İslamcı kadrolar eliyle hayata geçirilmiş, böylelikle kendi adlarına bir güce sahip olmayan bir grup insan örgütlü yapılar yoluyla toplumsal hayatta önemli değişiklikler yaratma fırsatını yakalamıştır. Bu yönüyle Türkiye modeli Ortadoğulu İslamcılar üzerinde de etki eder hale gelmiştir. Küresel Yükselişler 2025 raporunda yer alan, “Bugünün Türkiye’sinde yükselen İslamizasyonu ve ekonomik büyüme ile modernizasyonun büyük etkisini görebiliriz” tespiti Batı’nın ayrılmaz bir unsuru olan laikliğin Ortadoğu toplumlarında yükselen İslami partiler yoluyla da işletilebileceğine örnek olarak sunulmaktadır. Yine bu raporda, “Cezayir, Libya, Fas, Mısır ve Tunus gibi Kuzey Afrika’nın bir grup önemli ülkesi 2025 yılına giden süreçte demografik – demokratik bağları gerçekleştirme potansiyeline sahiptir ancak bu otoriter rejimlerin fırsatların serbestleşmesini suistimal edip etmeyecekleri belli değildir.” denilmek suretiyle Batı’nın üstünlüğünü yitirmesinin önüne geçmek için 21.yüzyılın ikinci çeyreğinde gerçekleştirilmesi planlanan işlerin temellerine dair programların 21.yüzyılın ilk çeyreğinde bitirilmesi gerekenlerine işaret edilmiştir.
Tunus’un ardından Mısır’da başlayan halk hareketinin de ilk talebi diktatörün gitmesidir. Bu haklı talebin ardında çerçevesi belli bir siyasi program ise şu an için yoktur. Tunus’un ve Mısır’ın İslamcı teşkilatları ülke yönetimine ilişkin kendilerine ait bir teklife henüz sahip değildirler. Tunus Nahda Hareketi’nin sürgündeki lideri Türkiye modelini benimsediklerini açıklarken, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i ise Mısır’ı tek başlarına yönetmeye kalkmayacaklarını beyan etmektedir. Seksen milyon civarındaki nüfusu, iki yüz yılı bulan modernleşme serüveni, Batılı devletler ile karmaşık ilişkileri, İran ve direniş cephesi karşısındaki hasmane tutumu ile Mısır tüm bu sürecin getirdiği birçok bağ ile esir alınmış bir ülkedir. Böyle bir ülkede yönetimi tek başına üstlenmekten kaçınmak makul görülebilirse de, Batı ve siyonistler karşısında kullanılan dilin, takınılan tutumun değiştirilmeyeceğinin işaretlerini veren liberaller ile başlanacak yolun sonunda kimin karlı çıkacağını kestirmek güçtür. Batı otuz yıldan bu yana İran’da liberallerin iktidarı alabilmeleri için gayret sarf etmektedir. Mısır’daki halk hareketinin sonunda İslamcıların iktidarı liberaller ile paylaşması İslamcıların Türkiye örneğinde olduğu gibi iddialarından vazgeçmeleri ve Batı’nın da 21.yüzyıldaki projeleri için yeni dayanak noktaları bulması anlamına gelecektir.
Tunus ve Mısır’daki halk hareketini selamlarken onlara İmam Humeyni’nin Muntezeri’ye yazdığı, onu, İnkılâbı liberallere teslim etmeyi istemekle itham ettiği mektubu hatırlatıyor ve bir despotun zulmüne son verirken İslamcı hareketi rayından çıkaracak bir yola tevessül etmemelerini salık veriyoruz.
Norveç Araştırma Konseyi Petropol Programı sonuç raporunu kaleme alan Qystein NORENG “Petrol Politikaları ve Pazarı” ile kitaplaştırdığı 2001 tarihli bu raporu bitirirken, “Bugünkü koşullar nedeniyle halkta oluşan kızgınlığın laik ve özgürlükçü bir harekete kanalize edilmesi ve dini fanatizm ve terörizm sebeplerinin yok edilmesi için tek yol; ekonomik, politik ve sosyal reformlar yapılmasıdır. Petrol arzının güvenceye alınması, terörizm riskinin azaltılması için Arap ve Müslüman dünyasının üyelerine bağımsızlık ve mülkiyet hakları konularında Amerikalılar ve Avrupalılarla eşit biçimde davranılmalıdır” sözlerine yer verir. İran İslam İnkılâbı’nın çökertilememesi, İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki varlığının giderek güçlenmesi Batı’nın, müttefiki olan dikta yönetimlerini ve demokrasi görünümlü oligarşik askeri yapıları amaca elverişlilik açısından sorgulamasına yol açmıştır. Batılı düşünce ve araştırma kuruluşlarının son on yılda hazırladıkları birçok rapor despotik yönetimlerin ardından iktidarı yüklenebilecek grupları konu alır haldedir.
Batı’nın yumuşak güç ile değişime zorladığı ilk ülke Türkiye olmuştur. Burada oluşturulmaya çalışılan model İslam’ın kültürel öğelerine yer açmak ancak politik dilini dışlamak şeklinde tezahür etmiştir. Liberal söylem eski İslamcı kadrolar eliyle hayata geçirilmiş, böylelikle kendi adlarına bir güce sahip olmayan bir grup insan örgütlü yapılar yoluyla toplumsal hayatta önemli değişiklikler yaratma fırsatını yakalamıştır. Bu yönüyle Türkiye modeli Ortadoğulu İslamcılar üzerinde de etki eder hale gelmiştir. Küresel Yükselişler 2025 raporunda yer alan, “Bugünün Türkiye’sinde yükselen İslamizasyonu ve ekonomik büyüme ile modernizasyonun büyük etkisini görebiliriz” tespiti Batı’nın ayrılmaz bir unsuru olan laikliğin Ortadoğu toplumlarında yükselen İslami partiler yoluyla da işletilebileceğine örnek olarak sunulmaktadır. Yine bu raporda, “Cezayir, Libya, Fas, Mısır ve Tunus gibi Kuzey Afrika’nın bir grup önemli ülkesi 2025 yılına giden süreçte demografik – demokratik bağları gerçekleştirme potansiyeline sahiptir ancak bu otoriter rejimlerin fırsatların serbestleşmesini suistimal edip etmeyecekleri belli değildir.” denilmek suretiyle Batı’nın üstünlüğünü yitirmesinin önüne geçmek için 21.yüzyılın ikinci çeyreğinde gerçekleştirilmesi planlanan işlerin temellerine dair programların 21.yüzyılın ilk çeyreğinde bitirilmesi gerekenlerine işaret edilmiştir.
Tunus’un ardından Mısır’da başlayan halk hareketinin de ilk talebi diktatörün gitmesidir. Bu haklı talebin ardında çerçevesi belli bir siyasi program ise şu an için yoktur. Tunus’un ve Mısır’ın İslamcı teşkilatları ülke yönetimine ilişkin kendilerine ait bir teklife henüz sahip değildirler. Tunus Nahda Hareketi’nin sürgündeki lideri Türkiye modelini benimsediklerini açıklarken, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i ise Mısır’ı tek başlarına yönetmeye kalkmayacaklarını beyan etmektedir. Seksen milyon civarındaki nüfusu, iki yüz yılı bulan modernleşme serüveni, Batılı devletler ile karmaşık ilişkileri, İran ve direniş cephesi karşısındaki hasmane tutumu ile Mısır tüm bu sürecin getirdiği birçok bağ ile esir alınmış bir ülkedir. Böyle bir ülkede yönetimi tek başına üstlenmekten kaçınmak makul görülebilirse de, Batı ve siyonistler karşısında kullanılan dilin, takınılan tutumun değiştirilmeyeceğinin işaretlerini veren liberaller ile başlanacak yolun sonunda kimin karlı çıkacağını kestirmek güçtür. Batı otuz yıldan bu yana İran’da liberallerin iktidarı alabilmeleri için gayret sarf etmektedir. Mısır’daki halk hareketinin sonunda İslamcıların iktidarı liberaller ile paylaşması İslamcıların Türkiye örneğinde olduğu gibi iddialarından vazgeçmeleri ve Batı’nın da 21.yüzyıldaki projeleri için yeni dayanak noktaları bulması anlamına gelecektir.
Tunus ve Mısır’daki halk hareketini selamlarken onlara İmam Humeyni’nin Muntezeri’ye yazdığı, onu, İnkılâbı liberallere teslim etmeyi istemekle itham ettiği mektubu hatırlatıyor ve bir despotun zulmüne son verirken İslamcı hareketi rayından çıkaracak bir yola tevessül etmemelerini salık veriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder