Gürkan BİÇEN
Müslümanların siyasi birliğini sağlayan Osmanlı Devletinin dağılması sadece siyasal iktidarın son bulmasıyla değil, iktidara eklemlenmiş dini havzaların işlevinde ciddi bir zafiyetin doğmasıyla da neticelenmişti. Anadolu coğrafyasında tecrübe edilmeye başlanan Cumhuriyet rejiminin Batı değerlerine dayalı bir toplum oluşturma amacı dini havzaların yok edilmesi sürecini de beraberinde getirdi. Cumhuriyet’in dini ilkelerle bağını kesme çabasına karşı yükselen ulema muhalefetini şiddetle bastıran iktidar alfabe alanında yapılan reform ile ulemanın eğitimdeki rolüne son vermiş ve böylelikle eğitimin dine dönük yüzünü seküler alana çevirmeyi de başarmıştı.
Cumhuriyet’in yeni kuşağı çoğunlukla, dini bakış açısından yoksun, seküler eğitim almış insanlardan oluşuyordu. Dinin hayata müdahalesi her yol denenerek uzun bir süre engellenmiş, iktidarın yeni sahiplerinin yaratmak istedikleri toplumun inşasında umut verici gelişmeler kaydedilmişti. Bu dönemde, Cumhuriyet’in kendisine değil, ona eklenen unsurlara, dinin dışlanmasına ve iktidarın tatbikatına muhalif olan ulema muhalefete ilişkin siyasi bir dil oluşturamamış, ulemanın topluma yönelik hizmeti günlük vecibelerin karşılanması ile sınırlı kalmıştı. Elbette bu, onların insanların vicdanlarına hitap etmedikleri, onları İslam ile buluşturmadıkları anlamına gelmiyordu. Ne var ki, ulemanın varlığı Müslümanların hissiyatını halka açmaya, onlara, siyasi bir güç olarak, Cumhuriyet içinde bir yer temin etmeye de yetmiyordu.
Necmettin Erbakan, kendi dönemindeki birçokları gibi, Cumhuriyet’in seküler eğitim sisteminden geçmiş ve fakat birçoklarından farklı olarak İslam’a olan muhabbetini yitirmemiş birisidir. Eğitiminin ve döneminin özelliğinden olsa gerek “kalkınmacı” anlayışın Anadolu halkını kendi varlığı ile güç kazanmaya yönelteceğini ve bu gücün de Müslümanların siyasi kazanımları için bir temel teşkil edeceğini düşünmektedir. “Mühendisler Çağı”nın bir üyesi olarak bu eksende hareket etmesi de tabiidir.
Erbakan’ı tüm diğerlerinden farklı kılan ve ona akademik kariyerinden ayrı olarak, dini bir çağrışımı da ekleyen “Hoca” lakabını kazandıran ise onun seküler eğitimine rağmen bir dini önder derecesinde kabul görmesine imkân tanıyan siyasi dili oluşturma çabası olmuştur. Kendinden evvelkilerin ve çağdaşlarının aksine Erbakan, dini muhtevayı siyasi bir formül içerisinde sunmaya çalışmış, bunu yaparken de Cumhuriyet’in politik araçlarını kullanma yolunu tercih etmiştir. Erbakan’ın formüle etmeye çalıştığı söylemin İslam’ın temel ilkelerini ve Allah’ın yeryüzünde yaratmak istediği toplumu ne ölçüde karşıladığı ayrı bir tartışmanın konusu olsa da Erbakan, dini değerleri benimseyenlerin ve en azından sempati duyanların kulak verdiği bir sesi var etmeyi başarmıştır.
Erbakan’ın ulemanın elinden aldığı yahut ulemanın yüklenmesi gerekirken Erbakan’ın yüklendiği bu rol dini havzaların da seküler eğitim almış kişiler tarafından yönlendirilmesine, seküler eğitim almış kişilerin dini havzalara müdahil olabilmesine yol açmıştır. Böylelikle dinin siyaseti belirleyici gücünü mücessem kılacak kudret ulemadan seküler alana kaymıştır. Erbakan’ın yaratmaya çalıştığı siyasi dilin teorisyenleri ve taşıyıcıları, genel olarak, seküler eğitim almış kişiler arasından çıkmış ve bu kadro içinde yer alan dini eğitim almış kişilerin nihai kararları belirlemedeki konumları her zaman için belirsiz kalmıştır.
Erbakan’ın anti-siyonist, anti-emperyalist, kalkınmacı ve mukaddesatçı olarak tanımladığı ve “Milli Görüş” ismini verdiği bu siyasi hareket / dil Anadolu halkına Cumhuriyet’in politik araçlarını kullanarak örtülü bir ifade imkânı sağlamışsa da, karar merciini seküler alana kaydırmakla fıkhın siyaseti kontrol imkânını ortadan kaldırmış ve Müslümanların siyasi ilerleyişinin fıkhi kaidelerden bağımsız, günlük ve pragmatist bir zemine kaymasına da sebep olmuştur.
Erbakan Hoca’yı rahmetle anar ve üzerimizde olan hakkını teslim ederken, aynı zamanda, Anadolu topraklarında siyaseti fıkhi temele oturtacak bir dilin ve kadronun zuhur etmesini de diliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder