Gürkan BİÇEN
Wolfgang B. Sperlich, Noam Chomsky`in biyografisini konu alan kitabında &`;Dünya`nın iki büyük problemi, Platon`un problemiyle Orwell`in problemidir” der ve devam eder:
“Platon’un problemi, kullanabileceğimiz kanıtlar bu kadar azken, nasıl bu kadar çok şey bilebildiğimizi açıklamaktır. Orwell’in problemi ise kullanabileceğimiz kanıtlar bu kadar çokken, neden bu kadar az şey bildiğimizi ve anladığımızı açıklamaktır.”
Ortadoğu halklarının yükselen sesi bizi her iki problemle aynı anda yüzleşmek zorunda bıraktı. Tahrir Meydanı Mübarek’in gitmesini isteyen halk tarafından doldurulurken, Türkiye’nin entelektüel çevreleri, dış haberler sayfalarının kalemşorları Mısır, Mısır rejimi, Mısır halkı, Mısır muhalefeti hakkında açıklamalarda bulundular. Ortadoğu hakkında sarf edilen sözlerin güncelliğini sorgulayan Oğuz Eser, “Türkiye’de Mısır, Hüsnü Mübarek ve İslami Hareketler üzerine yayımlanmış en son kitaplar yirmi yıl öncesine ait” diyordu. Batılı medya ağının kuşattığı toplumların durmaksızın akan görselliği kanıt olarak telakki etmesi ve fakat aynı oranda hakikatin uzağına düşmesi ise meselenin diğer yanını oluşturuyor.
Ortadoğu’daki halk hareketleri Türkiyeli entelektüel çevrenin gündem oluşturabilen bir güç değil verili gündemi konuşan bir topluluktan ibaret olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Batı dünyasının eğlendirirken uyuşturan ve uyuştururken dönüştüren silahı sinemanın mermilerinden birisinin Suriyeli sığınmacılar sebebiyle Türkiye’yi ziyareti üzerine yazılanlar entelektüellerimizin emperyalist sistemin araçları ve bunların kullanımı hususunda temelsiz fikirlere ve naif bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermiştir. Birçok Müslüman yazara göre, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği İyi Niyet Elçisi olarak ilan edilen Hollywood yıldızının Suriyeli sığınmacılara ilgisi onun insani hassasiyetlerinin bir sonucudur ve takdirle karşılanıp yüceltilmelidir. Öyle ki, onun hassasiyetini paylaşmayanlar gün yüzüne çıkarılmalı ve kınanmalıdır.
Halkların hak ve özgürlüklerinin tanınması ve korunması için kurulduğu söylenen ancak emperyalist ülkelerin güç dengesine dayanan Birleşmiş Milletlerin adı altında yürütülen bu gösterinin hedefi açıktır: Amerika’nın görülmesini istediğini göstermek… Chomsky Karşı Devrim Şiddeti: Gerçekte ve Propagandada Kan Gölleri isimli kitabında şiddete yönelik Amerikan seçiciliğini şöyle ifade eder; “Yakın tarih üzerine yapılmış üstün körü bir araştırma bile, iş şiddet ve kan dökme konusunda kaygılanmaya gelince Washington’un son derece seçici davrandığını gösterir. Bazı kan gölleri ‘zararsız’ ve hatta olumlu ve yapıcı görülür; çok azı basında yer bulur, ‘hunharca’ diye nitelendirilir ve kınanmayı hak eder.” Hal böyle olunca, medya tekelinin işaret ettiği yer, o karede kim yer alırsa alsın, bizim hakkında kanaat edinmemiz gereken yere dönüşür. Amerika’nın Afganistan’da katlettiği siviller, egemen bir ülke olarak kabul edilen Pakistan’da insansız uçaklarla yaptığı saldırılar ve tüm bu dehşetin yerlerinden ettiği yüz binler görünmez / bilinmez / konuşulmaz hale gelir ve Baas rejiminin şiddeti sebebiyle evlerini terk edenler konuşmamız gereken tek gündeme dönüşür.
Baas rejiminin Hama’da 1982’de gerçekleştirdiği katliamın izlerini Amerikan basınında arayanlar, Müslüman Kardeşler’i tıpkı uluslararası terörizme destek verdiğini iddia ettikleri Suriye rejimi kadar tehlikeli gördüklerini, kökten dinci Müslüman Kardeşler’e yönelik şiddete tepki vermediklerini fark edeceklerdir. Anlaşılan odur ki, Amerika öncelikle Siyonist yapı çevresinde oluşan güvenlik meseleleri ile ilgilenmekte, müttefik yahut düşman rejimlerin halklarına yönelik şiddet eylemlerini bu eksende değerlendirmektedir. Siyonistlerle barış anlaşması imzalamayan Suriye Amerika’nın “terörü destekleyen ülkeler” listesinin değişmez isimleri arasında uzun süre yer almış ve rüşvet kabilinden yapılan jestlere rağmen Siyonistlerle anlaşıp Batı ittifakına dâhil olmamıştır. Batı’nın gözünde Suriye halkının kanının gerçekte bir değeri yoktur. Bu kanı bugün için değerli kılan şey mukadder sona adım adım yaklaşan Siyonist yapıya zaman kazandıracak gelişmeleri var edebilmek için Suriye’nin Direniş cephesinden koparılması gerekliliğidir.
Türkiyeli Müslümanların güncel meselelerinin çözümü için Ak Parti hükümetine istediği sürenin verilmesini savunan kalemşorların Suriye’de başlayan reform çalışmalarının neticesini görmek için Suriye rejimine süre tanımak istemeyip parlatılmış bir imaja hayran kalmaları Hollywood yıldızının buraya bir “iyi niyet elçisi” olarak değil, “fareli köyün kavalcısı” sıfatıyla geldiğini ve bunda da başarılı olduğunu gösteriyor. Başkasını değil…
Wolfgang B. Sperlich, Noam Chomsky`in biyografisini konu alan kitabında &`;Dünya`nın iki büyük problemi, Platon`un problemiyle Orwell`in problemidir” der ve devam eder:
“Platon’un problemi, kullanabileceğimiz kanıtlar bu kadar azken, nasıl bu kadar çok şey bilebildiğimizi açıklamaktır. Orwell’in problemi ise kullanabileceğimiz kanıtlar bu kadar çokken, neden bu kadar az şey bildiğimizi ve anladığımızı açıklamaktır.”
Ortadoğu halklarının yükselen sesi bizi her iki problemle aynı anda yüzleşmek zorunda bıraktı. Tahrir Meydanı Mübarek’in gitmesini isteyen halk tarafından doldurulurken, Türkiye’nin entelektüel çevreleri, dış haberler sayfalarının kalemşorları Mısır, Mısır rejimi, Mısır halkı, Mısır muhalefeti hakkında açıklamalarda bulundular. Ortadoğu hakkında sarf edilen sözlerin güncelliğini sorgulayan Oğuz Eser, “Türkiye’de Mısır, Hüsnü Mübarek ve İslami Hareketler üzerine yayımlanmış en son kitaplar yirmi yıl öncesine ait” diyordu. Batılı medya ağının kuşattığı toplumların durmaksızın akan görselliği kanıt olarak telakki etmesi ve fakat aynı oranda hakikatin uzağına düşmesi ise meselenin diğer yanını oluşturuyor.
Ortadoğu’daki halk hareketleri Türkiyeli entelektüel çevrenin gündem oluşturabilen bir güç değil verili gündemi konuşan bir topluluktan ibaret olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Batı dünyasının eğlendirirken uyuşturan ve uyuştururken dönüştüren silahı sinemanın mermilerinden birisinin Suriyeli sığınmacılar sebebiyle Türkiye’yi ziyareti üzerine yazılanlar entelektüellerimizin emperyalist sistemin araçları ve bunların kullanımı hususunda temelsiz fikirlere ve naif bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermiştir. Birçok Müslüman yazara göre, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği İyi Niyet Elçisi olarak ilan edilen Hollywood yıldızının Suriyeli sığınmacılara ilgisi onun insani hassasiyetlerinin bir sonucudur ve takdirle karşılanıp yüceltilmelidir. Öyle ki, onun hassasiyetini paylaşmayanlar gün yüzüne çıkarılmalı ve kınanmalıdır.
Halkların hak ve özgürlüklerinin tanınması ve korunması için kurulduğu söylenen ancak emperyalist ülkelerin güç dengesine dayanan Birleşmiş Milletlerin adı altında yürütülen bu gösterinin hedefi açıktır: Amerika’nın görülmesini istediğini göstermek… Chomsky Karşı Devrim Şiddeti: Gerçekte ve Propagandada Kan Gölleri isimli kitabında şiddete yönelik Amerikan seçiciliğini şöyle ifade eder; “Yakın tarih üzerine yapılmış üstün körü bir araştırma bile, iş şiddet ve kan dökme konusunda kaygılanmaya gelince Washington’un son derece seçici davrandığını gösterir. Bazı kan gölleri ‘zararsız’ ve hatta olumlu ve yapıcı görülür; çok azı basında yer bulur, ‘hunharca’ diye nitelendirilir ve kınanmayı hak eder.” Hal böyle olunca, medya tekelinin işaret ettiği yer, o karede kim yer alırsa alsın, bizim hakkında kanaat edinmemiz gereken yere dönüşür. Amerika’nın Afganistan’da katlettiği siviller, egemen bir ülke olarak kabul edilen Pakistan’da insansız uçaklarla yaptığı saldırılar ve tüm bu dehşetin yerlerinden ettiği yüz binler görünmez / bilinmez / konuşulmaz hale gelir ve Baas rejiminin şiddeti sebebiyle evlerini terk edenler konuşmamız gereken tek gündeme dönüşür.
Baas rejiminin Hama’da 1982’de gerçekleştirdiği katliamın izlerini Amerikan basınında arayanlar, Müslüman Kardeşler’i tıpkı uluslararası terörizme destek verdiğini iddia ettikleri Suriye rejimi kadar tehlikeli gördüklerini, kökten dinci Müslüman Kardeşler’e yönelik şiddete tepki vermediklerini fark edeceklerdir. Anlaşılan odur ki, Amerika öncelikle Siyonist yapı çevresinde oluşan güvenlik meseleleri ile ilgilenmekte, müttefik yahut düşman rejimlerin halklarına yönelik şiddet eylemlerini bu eksende değerlendirmektedir. Siyonistlerle barış anlaşması imzalamayan Suriye Amerika’nın “terörü destekleyen ülkeler” listesinin değişmez isimleri arasında uzun süre yer almış ve rüşvet kabilinden yapılan jestlere rağmen Siyonistlerle anlaşıp Batı ittifakına dâhil olmamıştır. Batı’nın gözünde Suriye halkının kanının gerçekte bir değeri yoktur. Bu kanı bugün için değerli kılan şey mukadder sona adım adım yaklaşan Siyonist yapıya zaman kazandıracak gelişmeleri var edebilmek için Suriye’nin Direniş cephesinden koparılması gerekliliğidir.
Türkiyeli Müslümanların güncel meselelerinin çözümü için Ak Parti hükümetine istediği sürenin verilmesini savunan kalemşorların Suriye’de başlayan reform çalışmalarının neticesini görmek için Suriye rejimine süre tanımak istemeyip parlatılmış bir imaja hayran kalmaları Hollywood yıldızının buraya bir “iyi niyet elçisi” olarak değil, “fareli köyün kavalcısı” sıfatıyla geldiğini ve bunda da başarılı olduğunu gösteriyor. Başkasını değil…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder