Gürkan BİÇEN
Yakın zaman evvel Atasoy Müftüoğlu’nun İLKAV’da yapmış olduğu konuşma çevresinde, bu konuşmada yer alan bazı iddiaların yanlışlığından dem vuran bir yazı okudum. Yazı birçok İslamcı Türk’ün adet haline getirdiği üzere “başkasına devrimci” bir tarzda kaleme alınmıştı ve doğrusu hayal âleminden çıkıp gelmiş bir şövalyenin atının ayak seslerini çağrıştırıyordu. Yazının sahibi Kenan Alpay, Suriye konusunda kaleme aldığı bir yazısında, mantığın vardığı yer itibariyle, Nasrallah ile Galyun’un kanını aynı değerde gören bir kalem. Tıpkı Mustafa Özcan’ın iki yıl kadar evvel Hıristiyan Nasrallah ile Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı terazinin kefelerine koyup tarttığı ve Hıristiyan Nasrallah’ın daha ağır bastığına kanaat getirdiği gibi Alpay’da Hizbullah ile henüz kimliği belirsiz Suriye muhalefetini aynı terazide tartmaya çalışmasıyla maruf. Alpay’ın Müftüoğlu’na itiraz ettiği konu ise Müftüoğlu’nun Libya’daki iktidar değişiminin aktörlerinden bir kısmının CIA bağlantılı kişiler olduğunu açıkça söylemesi. Alpay hayretler içinde kalmış olsa da, Kuzey Afrika’da yaşanan halk hareketlerine Batı’nın etkisinin izini sürenler için bu iddia şaşılacak bir şey değil.
Alpay’a göre Tunus, Mısır ve Libya’daki Müslümanların tağutları devirme başarısını önemsizleştirmek kusurlu, zafiyet içeren ve Müslümanları karamsarlığa sürükleyen bir bakış açısının neticesidir. Bu yazısında Alpay, İhvan ve Nahda hareketlerinin üst düzey yöneticilerinin öncelikli hedeflerinin ekonominin güçlendirilmesi ve demokratik hakların geliştirilmesi meselesi olduğunu, İslam ahkâmını dayatmak gibi bir niyetleri bulunmadığını defalarca açıklamalarını es geçerek, bu bölgedeki demokrasi çağrısının felsefi anlamda değil, ancak seçim sistemi anlamında ele alınması gerektiğini ileri sürmektedir. Durum öyle olmadığı gibi, bunun da ötesinde, Oliver Roy’un “Küreselleşen İslam” kitabında ileri sürdüğü İslam’ın “milliyetçi” hale getirildiği iddiasını doğrular biçimde, Mısır Selefileri Siyonistlerle olan Camp David Anlaşmasını bile kategorik olarak reddetmeye yanaşmamakta, bunu Mısır’ın saygınlığı ile ilişkilendirmektedirler. Fehmi Taştekin Tahrir Meydanı’nda konuştuğu Selefilerin temsilcisi Muhammed Nurullah’ın Camp David için sarf ettiği, "Uluslararası anlaşmalarınız olabilir. Mesele saygın bir ülke olmanız. Biz İsrail ile anlaşmaların gizli maddelerini bilmiyoruz. Önce bunların ne olduğunu öğrenmek istiyoruz. Saygınlık bunu gerektirir. Önce anlaşmaları okuyacağız, sonra değerlendireceğiz." sözlerini naklederken Abdullah Aydoğan'ın “ 'devrimci' hareketi İslami cemaatler tetikleyemedi” tespitine de yer verir. Müslüman Kardeşler ve Selefilerin az zamanda ulaşmış oldukları bu nokta İslam ile Avrupa’yı barıştırma hayali ile yürüyen Tarık Ramazan’ı dahi şaşırtmışken Alpay’ın tüm bunların üzerini bir paragrafa sığdırdığı birkaç cümle ile örtbas edebilmesi mümkün müdür?
Alpay yazısını sadece fantezilerle değil eksik bilgiye dayalı hatalı neticelerle de doldurmuştur. Anlaşılan o, Libya’daki iktidar değişimi sırasında Kaddafi’nin isyancıları hiçbir zaman “ajan” olmakla suçlamadığını ileri sürerken Kaddafi’nin 1 Temmuz 2011 tarihinde Tripoli’de yapılan mitingde sarf ettiği sözleri duymamıştı. Bu mitingde Kaddafi Batılı ülkelere seslenerek; “Siz, hain ajanları getirdiğinizde ve onlar biz Libya halkının temsilcisiyiz dediklerinde Libya halkını provoke ediyorsunuz, Libya halkını aşağılıyorsunuz. Sizin demokrasiniz bu mu? Siz savaş uçağınızla bir hain getirin ve deyin ki, Libya halkının temsilcisi budur, bu mu demokrasi? (…) Eğer bir çözüm bulmak istiyorsanız Libya halkına gidin. Sizin getirdiğiniz ve halk tarafından asla kabul edilmeyecek hainlere bel bağlamayın.”, diyordu. Belki Alpay bu konuşmayı hiç duymadı belki de olayın magazin kısmı olan, Kaddafi’nin Obama’ya “oğlum Obama” şeklinde hitap etmesi ile ilgilendi. Ne var ki, Kaddafi’nin “oğlu” Obama Kaddafi’nin bu konuşmasından çok evvel, henüz Şubat 2011’de CIA ajanlarına Libya içinde operasyon yapma izni vermişti ve Mart 2011’e gelindiğinde Libyalı muhaliflerle CIA ajanlarının birlikte çalıştıkları biliniyordu. PressTv’nin bu konudaki haberini iktibas eden bir internet sitesi Libyalı muhalifleri ağır silahlarla gösteren bir resmin altına, “Hi, we're the Libyan revolutionaries. We spontaneously uprose and spontaneously acquired these hardcore weapons.” yazarak cereyan eden şeyin ne olduğunu hala anlamayanlarla eğleniyordu. Emin değilim, ancak Alpay’ın bu konudaki kaynaklarının “okumadan yazan” kalemlerin bolca bulunduğu, Türkiyeli Müslümanların fanteziye açık olanlarına hitap eden beşinci kol internet siteleri olabileceğini düşünüyorum.
Alpay, Mustafa Abdülcelil gibi Kaddafi rejimi artığı birisini tebcil ederken, onun Libya halkına ait zenginliği Kaddafi muhaliflerine peşkeş çekeceği şeklinde anlaşılan açık beyanlarını dikkate almama eğiliminde olmalıdır. Yine Batılı koalisyonda yer alan ve Libya’ya yönelik askeri operasyonu meşrulaştırma görevinden öte bizzat sahada askeri varlık gösteren Katar ile olan ilişkileri de göz ardı etmektedir. Katar El Cezire marifetiyle sadece propaganda savaşına katılmakla yetinmemiş, Celili’nin başı olarak lanse edilen Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı maddi yardımla da bu işgalde yerini almıştı. Şu halde iktidarı ele alan “d e v i r i m c i”lerin işgalcilere “işiniz bitti, artık gidin” diyebileceklerini ummak ancak safdillik olarak izah edilebilir. Bu türün Libya’da yaşayan bazı örnekleri Katar’ın Libya’nın içişlerine bu kadar açıktan müdahale etmesine itiraz ettiklerinde Nato’nun görev süresinin uzatılmasını isteyen ancak Katar önderliğindeki bir çok uluslu güç teklifi ile yetinmek zorunda kalan Celili tarafından susturulmuşlardı.
Alpay, maalesef, yakınımızdaki Sırbistan’ı da tanımıyor. Onun çok basit çıkarımları var: Kaddafi Sırp keskin nişancılar kullandı ve Sırbistan açıkça Kaddafi’den yana tavır aldı. Kaddafi’nin Sırp keskin nişancılar kullandığı doğru olsa da, bu Sırbistan’ın resmi tutumu değildi. Sırbistan 1999’daki Kosova operasyonunda Rusya’nın Belgrad’ı koruma gücü olmadığını Nato uçaklarının Belgrad’ın altyapısını yerle bir etmesiyle görmüş oldu. Öyle ki, Belgrad Elçiliği bombalanan Çin dahi buna karşı koyamadı. Bugün Belgrad’ı yönetenler, Milosevic döneminde CIA operasyonları çerçevesinde hareket eden OTPOR hareketinin üyelerinden başkası değiller. Otpor Milosevic’i devirmeyi başardı ve ardından Demokratik Parti ile siyasi hayata müdahil oldu. Sivil yüzü ise CANVAS adı altında yeniden yapılandırıldı. Sırbistan içindeki Batı yanlılarını iktidarda tutmayı amaçlayan Avrupa ve Amerika destekli bu oluşum renkli devrimcileri eğiten bir merkez olarak biliniyor. Milosevic’in ardından eski Yugoslav istihbaratı UDB ajanlarının bir kısmı ve Sırp paramiliter güçleri Afganistan’dan Somali’ye kadar birçok operasyonda paralı asker olarak yer aldılar. Ancak Rusya’nın yakınlığını ve elden giden Kosova’yı Avrupa’dan daha fazlasını elde etmek için bir koz olarak kullanan Batı yanlısı Sırp yönetimi Kaddafi’ye açık bir destek vermedi. Sorunun bir an evvel çözülmesini temenni ettiklerini açıklamaktan öteye gidemedi. Sırp milliyetçilerin Tadic’e yolladıkları, Kaddafi rejimi ile ilişkiyi kesmeme çağrısını içeren açık mektuba ve Tadic’in Libya’nın işgalini Nato’nun Kosova’ya müdahalesine benzetmesine rağmen bu çizgi aşılmadı. Bu gün Sırbistan Avrupa ailesinden başka bir yerde gelecek arayamayan bir ülkedir ve Belgrad Avrupa’nın kirli işlerinin döndürüldüğü merkezlerden birisidir.
Alpay’ın yazısını okuduğumda Uluslararası Filistin İntifadasını Destekleme Konferansında tanıştığım ve Kuzey Afrika’daki halk hareketleri hakkında uzun bir görüşme yaptığım Mali Meclisi’nde milletvekili olan Dr.Omar Mariku’yu hatırladım. Kendisi Atasoy Müftüoğlu ile benzer şeyler söylüyordu; “Evet, diyordu Kaddafi zalim birisi ama onun karşısında yer alanların ‘iyi çocuklar’ olduğunu size kim söylüyor?” Cevabı biliyoruz: Bugün Suriye’ye saldırmamız için duaya çıkan ve yeni bir Yavuz’u dört gözle bekleyenler kimler ise onlar ve onların patronları bize kimlerin “iyi çocuklar” olduğunu söylüyorlar.
Yusuf El Kardavi Libya’nın İslam’a döndüğünü zannetse ve Kenan Alpay öyle umut etse de, gerçek bunun dışındadır. Gelecek, tüm Kuzey Afrika ülkelerini İslam’ın siyasi taleplerinden uzaklaşmaya icbar edecek gelişmelere gebedir. Atasoy Müftüoğlu sizi bu konuda uyarıyor. Afganistan’ın Hikmetyar’ı konusunda uyardığı gibi. Bence ona kızmak, sitem etmek, gücenmek yerine gerçek dünyaya uyanmanız daha hayırlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder