Gürkan BİÇEN
Merhum Necip Fazıl sadece bedenlerin değil, fikirlerin de alınıp satıldığını, bunların da –İsmet Özel’in tabiriyle- tecime elverişli olduğunu söylerdi. Fazıl’ın bu konuyu dile getiren “Muhasebe” isimli şiirinde şu beyit dikkati çeker:
“Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?”
İslamcı –bilinen- Türkleri Necip Fazıl’ın bu sözleri ile teraziye koyacak her kişi onların bir kısmının savrulduğu noktayı kafa karışıklığından çok “fahişelik” ile açıklamayı daha doğru bulacaktır.
Türk eğitim sisteminin verdiği terbiyeden mi bilinmez, İslamcı Türklerin bazıları “zaferleri sahiplenme” ve “zor anlarda sıvışma” hatta “düşman olma” sarkacında gidip gelirler. Bu insanların kendilerine “İslamcı” tabirini yakıştırmak istemeleri/ yakıştırmaları, onların gerçekten “İslamcı” olmalarından değil, bu rolü yüklenmelerinin istenmesindendir. Bu açıdan, Müslümanların karşısında güçlü bir cephe olmayı sürdüren emperyalist Batı’yı tebrik etmemek elde değildir. Zira Müslümanlara, Direniş’e iftira atılacak en küçük bir alanı dahi boş bırakmamakta, bir şekilde finanse etmekte, müfterileri ve “fahişeleri” bu alanda istihdam etmektedirler.
Bu alanlardan birisinin Milat Gazetesi olarak belirlendiği açık. Ak Parti ve Has Parti’ye yakın bazı isimlerin yer aldığı, Gerçek Hayat ekibinin gazete macerası olarak lanse edilen bu gazete Direniş’e hakaret ve iftirada sınır tanımaz bir öfke sergiliyor. Gazetenin genel yayın politikası ile yazarlarının birçoğunun üslubu ve gerçekleri saptıran tavrı gazetenin ne için kurulduğu ve kimler tarafından finanse edildiği sorusunu da akla getiriyor.
Milat Gazetesinin üç yazarından örnek vermek yeterli olacaktır sanırım. Birincisi Samet Doğan, ikincisi Adem Özköse ve üçüncüsü Bülent Şahin Erdeğer. Bu üçünün yazıları Necip Fazıl’ın sözlerini aklımıza getiriyor.
Samet Doğan 7 Şubat 2012 tarihli yazısında, “Direniş ekseni kırılacakmış. Neye direndiniz şimdiye kadar, kimin tavuğuna kışt dediniz? Kafiri sürüp önünüze kovaladınız da biz mi görmedik. Hangi Müslüman’ın elinden tuttunuz, hangi kafirin karşısına göğsünüzü siper edip çıktınız.” diyor hassaten İran İslam Cumhuriyeti’ne ve Hizbullah’a sataşarak. Biz, Doğan’ın ilkokuldan sonra herhangi bir şey okuyup okumadığını bilmiyoruz. Ancak dünyanın askeri ve sivil düşünce merkezleri, üzerinden altı yıl geçmesine rağmen, Temmuz 2006 Hizbullah – İsrail Savaşı’nı konuşuyor ve Hizbullah’ın nasıl olup da İsrail’i mağlup ettiğini anlamaya çalışıyor. Yakın zaman evvel İmam Hamanei Hizbullah – İsrail Savaşı’na da Gazze Furkan Savaşı’na da müdahil olduklarını açıklayarak bunun nasıl olduğunu anlamaları için onlara bir kapı araladı. Biz emperyalist Batı dünyasının aralanan bu kapıyı da değerlendireceğine, bunu anlamaya çalışacağına eminiz. Zira kendi medeniyetini evrensel değer olarak pazarlayan ve tüm İslamcıları “demokrat”lara çevirmeyi başaran Batı fikrin sahibi, fahişesi değil.
Adem Özköse ise 9 Şubat 2012 tarihli yazısında televizyon kanallarını dolaşarak anlattığı hikayelerin kaynağına ilişkin bir ipucu veriyor: “Eve girerken kulağıma ‘Günlerdir Dera’yı soruyordun, Deralı bir genç konuşmak için içerde seni bekliyor. Dera ile ilgili istediğin soruları ona sorabilirsin’ dedi. İçimi büyük bir heyecan kapladı. Sonunda günlerdir merak ettiğim soruları sorabilecek birisini bulmuştum. Hem de Dera’dan, olayların bizzat içinden birini. Tanışma faslından sonra Deralı gençle sohbet etmeye başladık. Gerçi tam bir tanışma olmamıştı. Çünkü gerçek ismi yerine Ebu ile başlayan takma bir isim söylemişti. Öğrendiğim kadarıyla Şam Üniversitesi’nde mühendislik okuyormuş.”
Türkiye’deki Müslümanlara Suriye konusunda referans olan Adem Özköse oradaki kaynağının kimliğini kendisinin dahi bilmediğini yazacak kadar aymaz davranıyor. Adem Özköse’ye “Seninle tanıştırılan ve kimliğini bile bilmediğin kişinin bir Muhaberat ajanı olmadığına emin misin? Yahut seni yanıltmadığına emin misin?” diye sormazlar mı? Adem Özköse Türkiye’de bunu kimsenin sormayacağından emin olmalı ki rahatlıkla anlatıyor.
Bülent Şahin Erdeğer, Siyonistlerin dahi sözüne dikkat kesildiği, kendi liderlerinin sözünden daha çok itibar ettiği Hasan Nasrallah için insani, İslami ve ahlaki tüm sınırları aşarak açıkça “yalancı” diyor, 10 Şubat 2012 tarihli yazısında. Erdeğer’in, “Yani katliam olmadı demek tamamen bir kaçıştır. Açık bir yalandır. Nasrullah’ın bunu demesi kendisi açısından talihsiz bir durum.” şeklindeki sözleri, Nasrallah’ı yanılmakla değil, yalancılıkla itham etmesi ve bu şahsın aynı zamanda Özgür-Der ve Haksözhaber camiasında yer alıyor oluşu bize ister istemez kendisinin bu sözleri bu camia adına sarf ediyor olduğunu düşündürtüyor.
Has Parti’nin Milat Gazetesini açıktan sahiplenmediğini, bizim yayın organımız değil dediklerini ara sıra duyuyoruz. Sayın Numan Kurtulmuş’un Suriye konusundaki mutedil tavrının da farkındayız. Ancak kamuoyunun kafa karışıklığının giderilmesi için Has Parti’nin bu konuya dikkat çekmesi gerektiği kanısındayız. Gerçek Hayat’ın bağlantıları üzerinden finanse edilen Milat Gazetesi’nin Ak Parti ve hükümet ile olan bağıysa tartışmasız. Bu haliyle Milat Gazetesinin ana medyanın dışında kalanlara hitap etmek, alanın hiçbir noktasını boş bırakmamak amacıyla kurulan bir “konjoktür gazetesi” olduğu anlaşılıyor.
Suriye üzerinden Direniş’e saldıran bu ve benzeri kalemler, böylelerini “fahişe” olarak tabir eden Necip Fazıl’dan ayrı olarak, Şevki Yılmaz’ı da akla getiriyor. Bir zamanlar Şevki Yılmaz malum coşkulu hitabetiyle şöyle diyordu; “Ölmek isteyen kâfir Ortadoğu'ya gelsin. Gebermek isteyen kâfir, Ortadoğu'ya gelsin. Mezar kuruldu mezar. Allah'ın izniyle Muhammed’imizin, memleketimizin, bütün dünya Müslümanlarının başkenti Mekke'yle Medine'yi İsrail'e mezar yapmazsak namerdiz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder