Zamanın çarkı
dönüyor... İşte yine oraya, göz pınarlarının boşaldığı, hasretten kurumuş
dudaklardan “Lebbeyk ya Ruhullah” sözünün yükseldiği o ana geldik. “Güzel
adamlar güzel atlara binip gittiler” sözü hak oldu ve Kerbela için dövülen
sinelere yeni bir kor düştü. Yürekler dağlanıyor, hatıralar canlanıyor, göz
aşina olduğu o simayı arıyor. Şimdi ciğerleri kavuran bir hüzün, gözlerin
billuruyla yumuşatılmaya çalışılıyor. Cameran’dan akan rüzgâr Harem’i dolduran
yüz binlerin ceddin Muhammed’in (as) yoluna sadakatlerini sunuşuna şahitlik
ediyor. Geçmişe ve geleceğe aynı kapıdan giriliyor…
On yıl
evvelinde, yıllar süren ayrılığın ardından ülkene dönerken, uçağın İran
semasına girdiğinde Batılı bir gazeteci, Şah’ı devirmiş birisi olarak ülkene
dönmen sebebiyle ne hissettiğini sorduğunda, yalın bir cevap ile yetinmiştin;
“Hiç” Sen vatanı İran değil, İslam olarak tanımlıyordun ve bundan dolayı “Hiç”
cevabın ümmetin kavimlere/ ulus devletlere bölünmüş bilincinde kocaman bir hiçliğe
dönüşmüştü. Ümmetin her şeyi bir hiçliğe dönüştüren bu boş bakışı senin
ardından Şeyh Ahmet Yasin’i de ızdıraba sürüklemiş, o da, Filistin’de ölen
çocukları, kadınları, yaşlıları ve gençleri bu suspus ve bön ümmete yakıt
yapmıştı.
Sen bizden
ayrılıp Rabbine yürürken, Tunus’ta Gannuşi de ülkesinden ayrılıyor, sürgün hayatına başlıyordu. Gannuşi 22 yıl
süren sürgünün ardından ülkesine dönmek için Londra’da uçağa binerken sarf
ettiği sözlerle doğrusu bize senin yerini/ farkını hatırlatıyordu: “Çok mutluyum.
Hem ülkeme hem de Arap dünyasına partimin lideri olarak dönüyorum.” Türkiye’nin
Fetullah Gülen’i gibi o da sana benzetilmekten ürküyor, “Bazıları beni Tunus’un
Humeyni’si olarak sunuyor ama ben Humeyni değilim. (…) Bizim fikirlerimiz, şu
anda Türkiye’de iktidarda olan AKP’nin fikirlerine benziyor. (…) Nahda,
1980’lerde demokrasiyi bir yudumda içti, diğer İslamcılarsa hâlâ yudumluyorlar.”,
diyordu.
Sen Amerika’ya
“Büyük Şeytan” derken, Gannuşi’nin kendisini benzettiği kişiler ülkelerini
Amerikan çıkarlarının özgürce korunduğu bir müstemlekeye çevirmekten imtina
etmiyor, on bir yıldan bu yana Amerika ile birlikte katlettikleri binlerce
Afgan’ın kanını “Büyük devlet olmanın gereği” olarak açıklıyorlardı. Bu hodbin
tabakanın, Cemaluddin Latiç’in belirttiği gibi, Müslümanları aşağılamak, onlara
büyüklük taslamak, onlarla yüksek perdeden konuşmak ve çok zaman haddini
bilmemekte yarışan bir haleti ruhiye içinde olduğu önemsenmiyordu. Yine bu
tabakanın sloganının “Her şey Türkiye için” olduğu da göz ardı ediliyordu.
Yahut bu kabul, bu slogan herkesin işine geliyordu.
Şah’ın tarumar
ettiği bir ülkeye dönmüştün ve insanlara “İslam İran için değil, İran İslam
içindir”, diyordun. Allah’ın ve halkların düşmanı Siyonistlere bir dakika olsun
fırsat vermiyor ve onları kıyamete kadar unutamayacakları bir şekilde ülkenden
kovuyordun. Senin ardından, bir süre daha zulmettikten sonra, Arapların Şah’ı
da devrilip gitti, geride ordusunu, güvenlik kuvvetlerini, gizli servislerini, adalet
teşkilatını, ticari bağlantılarını, medyasını olduğu gibi bırakarak. Bugün
Mısır’ın İslamcıları Enver Sedat’ın Siyonistleri tanıdığı anlaşmayı, Camp
David’i, bir kalemde yırtıp atmaktan korkar haldeler. Onlar, Mısır’ın ulusal
çıkarlarından, onurundan, uluslararası anlaşmalara sadakatten bahsediyorlar. Yine
onlar, “Amerika hiçbir halt edemez”, demekten korkuyorlar. Onlar da, tıpkı
Gannuşi gibi Türkiye’nin Ak Partisi’nin programından uyarlanmış, Siyonistleri
ancak bir ulusal güvenlik sorunu olarak gösteren ve Amerika’ya bakışını yardım
ilişkisiyle sınırlayan bir programı deklare ediyor, Batı’ya garanti üstüne
garanti vermeye çalışıyorlar. Batı’nın İslam Dünyasına yönelik emellerini ve
taarruzunu önlemekten ziyade menfaatleri uyuşturmanın peşinde koşuyorlar.
Menfaatlerine yönelik bir tehdit olarak algılamadığı için Batı, demokrasiyi
yudumlamış bu kitlenin hareketini “bahar” olarak tanımlıyor.
Ey ümmetin
hamisi, Müslüman ülkelerin ekseriyeti gasıplar olan idarecileri İnkılab’ın
dinamiklerini ve mesajını İran’ın sınırlarında hapsetmek için kâfirlerle
işbirliğini sürdürüyor, “Arap Bahar”ının kişilik krizindeki aktörleri
belirsizliklerini koruyor olsa bile, biz ümitvarız. Zira Amerika’nın ve tüm
işbirlikçilerinin desteğine rağmen Siyonistler, vücuda getirdiğin Direniş
karşısında hezimetten kurtulamadılar. Siyonistlerin mukadder sonuna gün
sayılırken, Nasrallah’ın söylediği gibi, İnkılab’ın çocukları Araplardan yahut
Türklerden destek beklemiyorlar. Onlardan tek istedikleri kâfirlerin safında
yer alıp, onlarla birlikte Direniş’e karşı mücadele etmemeleri. Kendi
menfaatlerini Direniş’in ümmeti özgürleştirme hedefine öncelememeleri. Bunun
aksini de yapsalar, insanların onlara karşı toplanmalarının Direniş’i
korkutmayacağını, bunun ancak imanlarını arttıracağını bilmeleri.
Ey Aziz İmam,
mücadele ile geçen bir ömrün ahirinde sen, “Baş ağrısı; eziyet, gam ve üzüntü
dolu kırılmış bir kalple aziz halkımıza bir sözüm olacak: Ben Rabbime ahd
verdim; kusurlarına göz yummakla mükellef olduğum kimseler hariç hatalara göz
yummayacağım. Allah’a, O’nun rızasını halkın ve dostlarımın rızasının önüne
geçireceğime dair söz verdim. Eğer bütün dünya benim aleyhimde toplansalar Hak
ve hakikatten elimi çekmem.”, diyerek gittin; “Birader”inin omzuna ağır bir yük
bırakarak. Ne mutlu sana! “Bizi kimlere bırakıp gidiyorsun”, dedirtmedin.
Birader’in de, hamalının belini kırabilecek bu yükün altından kaçmadı. İşte,
bütün dünya şahit; aleyhinize toplanan o kâfirler güruhunun arzuları onları
çöldeki seraba yönelen şaşkınlara çevirdi de, orada hesabı şaşmaz Allah’ı
buluverdiler.
Ey bahçemizin
bülbülü, suskunluğundan evvel sen, “Benim tarihle işim yok; ben yalnızca Şer’i
vazifemle amel etmeliyim. Ben Allah’tan sonra halkıma da gerçekleri uygun bir
zamanda kendilerine açıklama sözü verdim. İslam tarihi, büyük insanlarının
İslam’a ihanetleriyle doludur. Dikkat etsinler bugünlerde yabancı radyoların
büyük bir şevk ve heyecanla yaydıkları dikte edilmiş yalanların tesiri altında
kalmasınlar. Allah’tan dileğim odur ki aziz İran halkının bu pir dedesine sabır
ve tahammül inayet etsin ve onu bu dünyadan bağışlanmış olarak alsın, ta ki
dost ihanetinin acısını bundan daha fazla tatmasın. Hepimiz O’nun razı olduğuna
razıyız. Kendimizden bir şeyimiz yok; ne varsa O’ndandır.”, diyordun. Bugün biz,
tarihte boy göstermek aşkıyla yanan nice budalanın nice ihanetini tattık.
Anladık ki, senin yanına konulan bu madenler sahtedir. Emperyalistlerin çizdiği
sınırlara mahkûm ulus devletleri için her şeyi mubah görenlerin sözleri ham
hayaller ve İslam’a aykırı iddialardır. Büyük Şeytan’ın sözlerini tekrarlayan
bu diller gaflet içindedir. Artık yakin olmuştur ki, İnkılab yoluyla sen,
yüzleşmek zorunda olduğumuz hakikatlere açılan bir kapıyı araladın. Müstekbirlerin
örtmek için seferber oldukları ancak asla ve kat’a örtemeyecekleri bir kapı.
Bugün sen vuslat âlemindesin.
Bugün sen ceddin ile sohbettesin.
Bugün gözler seni arıyor.
Bugün bülbül lal ve güllerin hasretinle inliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder