Birçok insan 20. yüzyılın tüm insanlığı boğduğu sonsuz aldanmışlıklar, sonsuz acılar ve sonsuz katliamlarla anılacağını düşünüyor. Bu yüzyılın insanları, hayatın cismani yönünü kolaylaştıran kimi atılımların “insan” olma kaygısı ile doğru orantılı ilerlemediğinin şahitliğini yaptılar. Bu yüzyıla, “var olabilme” algısının “yok edebilme” gücü temelinde yükseltildiği, insanlık tarihinin hiçbir döneminde görülmeyen bir paranoya hakim oldu. Bu kısa zaman zarfında eski çağlarla kıyası neredeyse imkansız bir katliam hayatın her alanına hakim oldu. Zihinlerin dönüştürülmesi için yapılan faaliyetlerin oluşturduğu bu cinnet halinden hiçbir coğrafyanın masun kaldığını da söyleyemiyoruz. Anadolu bile.
20.yüzyılın ilk çeyreğini sonu gelmez savaşlarla bitiren Anadolu bu yüzyılın ikinci çeyreğini de skolastik seküler düşüncenin (seküler dogmanın) zihinlere yerleştirilmesi ameliyesiyle tamamladı. Seküler dogmanın sahipleri ülkenin / halkın Müslüman geçmişinden miras itaat ruhunu bu yeni dogmanın varlık alanını genişletmede kayda değer bir başarıyla yönettiler. Bu dönemde, aklın kaynaklık edeceği çözümlerin hayatı kuşatacağına, insana ve topluma yeter halde olacağına dair görüşler devletin resmi kurumları tarafından yürütülen her tür faaliyet ile tedavüle sokuldu. Siyasi, askeri ve içtimai yapısı bozguna uğramış, insan kaynaklarını büyük savaşlarda tüketmiş, egemen olduğu topraklardaki Müslüman halklara Anadolu’nun kapılarını açmış bir devletin bakiye kadrosunun dönemin olağanüstü şartları içinde sığınmak zorunda kaldıkları bir liman olduğunu varsaydığımız halde dahi, toplumda seküler algılayışı yaygınlaştırmaya yönelik çabanın açık bir tartışmanın değil otoriter bir yaklaşımın ürünü olduğunu gördüğümüz bu yıllar aynı zamanda “aklın inkarı”nın temellerinin atıldığı yıllar oluyordu.
Anadolu’daki siyasi yapının herkesçe bilinen evrim süreci boyunca muhafaza ettiği ve yeşertip hayatta bıraktığı tek şeyin “aklın inkarı” olduğu açıktır. Hareket noktasından bu yana şiddeti artan bir şekilde ilerleyen bu süreç son 25 yılda hukuki metinlere değişmez bir nass olarak girmeyi de başarmıştır. Anadolu insanını hayata hakim olabilmek adına gerekli münazarayı yapmaktan men eden bu zihni donukluğun tüm imkanlarıyla beraber bir ülkeyi felce uğrattığını görememek yine bu dogmanın sonucudur.
Bu gün, ülkenin fikir beyan etme imtiyazına sahip insanlarının ülkenin siyasi yapısını düzenleyen Anayasa’nın ihtiva ettiği dogmayı kaldırmak, ülkenin önünü her anlamıyla açık hale getirmek, ülkenin var olmaya yönelik tercih imkanlarını arttırmak için içtenlikli bir çağrıyı yapamamalarının bu dogmanın yönettiği zihinlere sahip olmalarıdan kaynaklandığını görmezden gelemeyiz. Yine bu gün, tüm insani ve hukuki metinlere, birşeylerin yanlış gittiğini hisseden Anadolu insanının kuvvetli desteğine rağmen siyasal iktidarın kurucu bir iktidar gibi hareket edememesinde bu dogmanın sahiplerinin bilinçli veya bilinçsiz paylarını da inkar edemeyiz.
Gören gözler Anadolu insanının seküler aklın kapanında sıkıştığına şahittir. Bir dogmanın bir halkı böylesine esir aldığı bir başka ülke var ise o da Almanya olmalıdır. Almanların İkinci Dünya Savaşı’nda 6 milyon Yahudiyi katlettiği söyleniyor. Holokost, diyorlar buna. Vaka tartışmalı olsa da, Almanya 60 yıla yakın bir süredir bunun hesabını veriyor. Seküler dogma Anadolu’yu ceset haline getiriyor. Anadolu’nun ruhunu katlediyor. Anadolu’nun imkanlarını tüketiyor. Anadolu’ya nefes aldırmıyor. Görünen o ki, Anadolu bir Holokost yaşıyor. Hesabını kimin vereceği belli olmayan bir Holokostu yaşıyor, Anadolu.
Almanlara özenmek cüretkar bir hal olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder