Translate

17 Ekim 2007 Çarşamba

* KUR’AN’IN POLİTİK OKUMALARI


Şari olmasaydı insan fiillerinin bir anlamı olmazdı. Zira insan fiillerine ahlaki ve hukuki değer izafe eden Şari’nin tüm mevcudata anlam veren varlığından başkası değildir. İnsanın iç dinamiklerinin ve zihni ameliyelerinin neticelerinin de insan fiillerine bir değer atfedebilme özelliğine sahip olduğu iddiası sureta hoş görünse de bu iddia kainatta değişmez bir karşılık bulamaması ve tüm bu ameliyelerin her bir şahıs için farklı seviyelerde gerçekleşmesinin muhakkak olması sebebiyle “ilk değer”i açıklama kudretinden yoksundur ve sırf bu sebep dahi bu iddianın bir kıymet ifade etmemesi için yeterlidir. Bir başka ifadeyle, beşeri “insan” yapan kuvve beşerin kendinden sadır olmamaktadır. O, ancak “insan” olmaya hazır bir tür olarak varlık alanına sahiptir. Şari’nin değer alanında hareket ettiği sürece de “insan” olma süreci tekamül etmektedir.

Şari, yeryüzünün tanzim edebilme temayülüne sahip tek türüne bahşetmiş olduğu manevi derece ile ona yeryüzünü imar etme ve yeryüzünde adaleti tesis etme görevini teslim etmiştir. Bu görevin ifası kainatın her daim işleyişine tabi tutulmuş ve görevi yüklenen insana hareket alanı gösterilmiş, her bir fiilinin anlam ve sonuçları izah edilmiş, bu çerçeve dahilinde kendisinden ferdi ve içtimai başarıyı göstermesi istenmiştir. Demek oluyor ki insan, yeryüzünde ferdi olduğu kadar içtimai olarak da bir anlam ifade etmektedir. Bu durumda, yeryüzünün imarı, yeryüzünde adaletin tesisi için insan fiillerinin kainatın genel işleyişine aykırı bir vaziyetten uzak olmasını sağlamanın da ferdin ve cemiyetin asli görevlerinin içinde olduğunu kabul etmek elzem hale gelmektedir.

İnsanın tekamül çizgisi boyunca Şari, hiç değişmeyen temel esasları tüm nesillere açıkça bildirmiştir. Günlük hayata ilişkin uygulamalar ise nesillerin her birinin tekamül çizgisinin içinde yer aldığı konuma göre farklı şekillerde tanzim edilmiştir. Tüm değişenlerin yanında değişmeyen tek şey ise ferdi inkişafın içtimai inkişafa inkılabı ve Şari’nin değerlerini kabulün şahsi olduğu kadar içtimai bir gerçeklik olduğunun da gösterilmesi amacı olmuştur. Şari, vaz’ ettiği değerlerin fertlerin vicdanlarında olduğu kadar cemiyetin ruhunda ve işleyişinde de görünmesini istemiştir.

Üzerinde tartışma kabul etmediğimiz hakikat şudur ki, Kur’an, Şari’nin kalbi ve akli muharrikler açısından tekamül etmiş “insan”a son beyanıdır. Bu kabulün tabii sonucu, insan fiillerinin değerlendirilmesinde mihenk taşının Kur’an olmasıdır. Kur’an, Şari’nin “değer atfı”nı bildirmek suretiyle, yeryüzünün imarının ve yeryüzünde adaletin tesisinin nasıl gerçekleştirilebileceğini ortaya koymuştur. Hitap ettiği ilk insan ferdini, peygamberi, şahsi inkişaftan içtimai inkişafın zirvesine taşıyarak da bu bildirinin kainatın genel işleyişine aykırı olmadığını gözler önüne sermiştir. Bu, beşer türünün teşekkül yeteneğinin de “insanlaştırılma”sı anlamına gelmektedir. Yani Şari, beşeri “insan” yapmak kadar cemiyeti “insanlaştırma”nın da mümkünlüğünü tarihsel bir gerçeklik olarak göstermiştir.

Tüm bunlardan sonra tarihi bir gerçekliği şahit tutarak diyebiliriz ki; insanı, insan fiillerini, ferdi, cemiyeti, imarı, adaleti ilgilendiren her konuda yeryüzünü imar etmek ve onda adaleti tesis etmek isteyen Müslümanlar için Kur’an’ın politik okumaları bir tercih değil bir mecburiyettir.

Hiç yorum yok: