Translate

6 Nisan 2009 Pazartesi

KURTULUŞ İDEOLOJİSİ ve NUMAN KURTULMUŞ

Gürkan BİÇEN






“O dönem ne olmuştu?” sorusunun cevabını aradığımız bir toplantı için Milli Görüş’ün teorisyenlerinden Bahri Zengin’ ile bir otelin toplantı salonunda buluştuğumuzda ‘28 Şubat’ın üzerinden birkaç yıl geçmişti. Zengin, o süreçte kendileri tarafından icra edilmeyen birçok fiilin kendilerine hamledildiğini ve kendilerinin hakikati izharda yetersiz kaldıklarını zira her şeyin aleyhlerine konumlandığını anlattığı konuşmasının sonunda hazır bulunanlara varsa soruları da cevaplamak istediğini söyleyince, kendisine; “Geçen geçti. Dünü bugüne çevirmek mümkün değil ancak bir siyasi hareket olarak Milli Görüş kendisini temelde nasıl tanımlıyor? Milli Görüş dini siyaset mi yapıyor yoksa dinin siyasetini mi?” diye sormuştum. Zengin, soruya cevap vermek yerine bu muzır sorunun sahibinin kim olduğu ile ilgilenmeyi seçmişti.

Recai Kutan’ın artık genel başkanlıktan affını istediğini, Numan Kurtulmuş’un ise bu göreve layık olan eşitler arasında birinci sırayı aldığını duyduğumuz bir dönemde Numan Kurtulmuş’un Türkiye ve güncel meseleler üzerine yapacağı bir sunumu izlememiz için yapılan davete icabet etmiş, yine bir otelde, geniş bir yelpazede yer alan misafirlerin arasına dahil olmuştum. Sunumun akabinde daha evvel Bahri Zengin’e yönelttiğim soruyu bu sefer Numan Kurtulmuş’a yönelttim. Her şeyden evvel sorunun sahibinin kim olduğu ile ilgilenmiyor oluşu önemliydi. Kendisine içinde bulunduğu hareketin temeline ilişkin bir soru yöneltiyordum ve bu soru en nihayetinde iki partilerinin kapatılmasına gerekçe gösterilen hususa ilişkindi. Böyle bir durumda soru sahibinde art niyet araması, tuzak bir soru ile zor durumda bırakılmak istendiğini düşünmesi de olağandı. Bunu yapmadı. Sorumu, kendinden emin bir şekilde, hareket noktalarının İslam Medeniyeti kavramı olduğunu, politikalarını İslam Medeniyeti içerisindeki çözüm yollarına nispet ettiklerini, bu toprakların ve bu ümmetin bünyesinde olmayan hiçbir çözüme itibar etmedikleri gibi bunları gözetmeyen hiçbir projeyi de desteklemeyeceklerini, İslam Medeniyeti kavramının bir çatışma alanı anlamına gelmediğini, gündelik kaygıların ötesinde uzun soluklu bir mücadele yürütmek ve bu ülkenin imkanlarını bu ülkenin halkına ve ümmetin esenliğine seferber etmek istediklerini son derece makul bir şekilde cevapladı.

Bu soru cevap ilişkisi benim aradığıma büyük oranda karşılıyordu, diyebilirim. Evvela muhatabın kimliğinden endişe etmeyecek derecede kendine güven arıyordum. Bunu bir lider için en temel hasletlerden sayıyorum. Muhatabınız düşmanınız bile olsa, her durumda, onu kuşatacak bir özgüveniniz olmalı. Biliyordum ki, Numan Kurtulmuş’un sunumunu izlemeye gelmiş olanlar muhtelif dünya görüşlerine sahip insanlardı. Bunlardan kimisi muarız, kimisi dost ve kimisi de bekle gör taifesinden idi. Bu şartlarda kendine güven duyduğunu hissettirmesi önemliydi ve bunu başarmıştı. Yine benim için liderin sözlerinin ideolojik bir alt yapıya sahip olması da önemliydi. Birebir aynı yerde durmasak da, asgari müştereklerimizin ayrılıklarımızdan çok olduğunu ve daha önemlisi, İslam Medeniyeti kavramının birleşme noktamız olduğunu ortaya koymayı da başarmıştı. Bu sözlerini kısa vadeli bir menfaat için değil uzun soluklu bir mücadele için yeni bir zemin oluşturma gayreti içinde sarf ettiğini belirtmesi de mevcut durumu görmesi açısından hayalperest olmadığını ortaya koyuyordu.

Numan Kurtulmuş ile üçüncü karşılaşmamız da böylesi bir toplantıda oldu. Müsiad’ın davetlisiydi. Burada kendisine yazılı olarak gönderdiğim ve Müsiad’ın kazançta helalliği ararken harcamada buna riayet etmeyen hayat anlayışına ilişkin tutumunu öğrenmeye yönelik soruma bir cevap vermeden bitirdi programı. Bunun sebebini bilemiyorum. Belki benim genelleme yapılamayacak kadar az bir örneğe istinat ettiğimi düşündüğünden bu konuya girmemiştir. Ancak yakın zamanda Bekaroğlu’nun açmış olduğu ‘türban – cip’ tartışmasında simgesel alana gösterdiği hassasiyeti deklare etmesi ümit vericiydi. Numan Kurtulmuş’un salt laik, Batıcı sermayeye değil, muhafazakar, Anadolulu sermayeye de ‘kazanç’ta olduğu gibi ‘harcama’da da helallik anlayışının esas olduğunu alenen söylemesini bekliyorum. Zira toplumu ifsad eden sadece Batıcı anlayış değil, bunun bizim içimize sinmiş görüntüleridir aynı zamanda.

Numan Kurtulmuş’u takdir ettiğim son vaka ise Çağlayan Meydanı’nda düzenlenen Gazze ile Dayanışma Mitinginde binlerce kişinin ‘Başbakan Numan’ sloganı atmaya başladığı bir anda onları susturmayı tercih etmesiydi. Coşkulu kalabalığa açıkça bu sloganın yerinin burası olmadığını, o sloganın da atılacağı zamanın geleceğini ama Filistin’in tüm siyasi hesapların üzerinde olduğunu söyleyebilmişti.

Tüm bunlar Numan Kurtulmuş hakkında ulaştığım olumlu kanaatin temelini oluşturan vakalardı. Milli Görüş hareketi açısından Numan Kurtulmuş doğru insan, diyorum. Ne var ki, Milli Görüş çizgisinin yapılanması için daha önce ileri sürdüğüm itirazları tekrarlamak zorunluluğunu da hissediyorum.

Hareketin merkezini tutan ‘saltanatçı’ anlayış; öz eleştiriden hoşlanmayan, siyasi özrün ne olduğu hakkında bir fikri olmayan yetersiz insanların genel merkezde ağırlık bulması; Milli Görüş’ün meşruiyet temellerinin, iktidarın kaynağına ve itaat yükümlülüğünün sınırlarına yönelik ilmi ve itikadi temellerin atılmamış olması; teşkilatlarda ‘muhalefet’ anlayışının karalama şeklinde görülmesi; on yıl evvel iktidara gelen Refah-Yol hükümeti dönemindeki şartların tamamen değişmiş olmasına rağmen ortaya yeni bir proje konulmayarak eskinin hatırasına sarılınması; hareketin önderinin ‘efsane’ye dönüştürülerek siyasi alandan, gerçeklik alanından tard edilmesi ve daha birçok şey bu harekete yönelttiğim eleştiriler arasında yer alıyor.

Tüm bunlara rağmen ben Numan Kurtulmuş’a destek verilmesi gerektiğine inanıyorum. Zira ‘28 Şubat’ta kaybettiğimiz bir şeyi alenen söyleme cesaretini gösteriyor: İslam Medeniyeti…

Size ancak şunu söyleyebilirim: İslam Medeniyeti söyleminin içeriğini biz dolduracağız; hep beraber…