Translate

7 Kasım 2013 Perşembe

Yolumuz yoktu ama katiller de değildik

Gürkan BİÇEN

İngiltere ile Fransa’yı birbirine bağlayan 50 kilometre uzunluğundaki Manş Tüneli’nin hizmete girmesinden yaklaşık 20 sene sonra Türkiye, Üsküdar ile Sarayburnu arasında 1,5 kilometrelik tünele sahip Marmaray’ın açılışını “Yüzyılın Projesi Yüzyılın Lideri” sloganıyla yaptı. Türk basını bu proje ile Hindistan’ın Londra’ya bağlandığı müjdesini verirken, gerek bu proje ve gerekse diğer projeler sebebiyle temin edilen kredilerde kesinti olmaması için ülkemizin geçirdiği dönüşüme dikkat çekmekten imtina etti. Projenin ülke ekonomisine sağlayacağı faydayı tartışma konusu yapmaksızın, AKP yönetimindeki Türkiye’nin kredi ilişkileri yoluyla ülkeyi getirdiği noktayı görmek ve önceliğin nerede olduğunu tespit etmek, bunu yaparken yakındaki bir örneği de göz önünde tutmak gerekiyor.

İran İslam İnkılabı lideri İmam Humeyni İnkılab’ın ardından yüzleşilen sorunları ele aldığı bir konuşmasında, “Varsın otomobilimiz olmasın”, diyerek önceliğin maddi kalkınmaya değil, İslam İnkılâbı’nın ilke ve ülkülerine verilmesi gerektiğinden bahsediyordu. İran İslam İnkılâbı, İmam Humeyni’nin rehberliğinde, şiddete bulaşmaksızın, İslam, özgürlük ve bağımsızlık şiarını yükselterek başarıya ulaştı. İnkılab’ın öncelikli hedefi “kalkınma” değildi. O, sürecin sadece bir sonucu olarak geldi. Üstelik İran bu noktaya ödenmesi güç dış borçlar almaksızın ulaştı.

Ağustos 2013’te Gürbulak’tan başlayan seyahatimde gidiş-geliş hattına sahip iki şeritli tek bir yol üzerinden tüm Hazar şeridini takip ederek Meşhed’e varınca, beni misafir eden arkadaşıma, İran gibi bir ülkeye bu yolun yakışmadığını, hiç petrolü olmayan Türkiye’nin bile tüm yollarını bölünmüş yol haline getirdiğini söylediğimde, “İran kendi yağı ile kavrulmak istiyor. Bu yollar da bölünmüş yol olacak ama zamanla, borçlanmaksızın.”, cevabını almıştım. İran’ın toplam dış borcunun 23 milyar dolar olduğunu dikkate aldığımda bu cevabı makul bulmuştum.

İmam Humeyni’nin İslami hareketinden farklı olarak, yaklaşık 11 yıldır Türkiye’yi idare eden AKP kadroları hedef olarak milli gelirin yükseltilmesini ve bunun için hedefe giden yolların mubahlığını ilan ettiler. 2007 yılında beyanatta bulunan başbakan ve AKP kadroları 2013 yılına gelindiğinde Türkiye’de kişi başına milli gelirin 10 bin dolar olacağını söylüyorlar ve ekliyorlardı: Gelirimiz artınca birçok sorun kendiliğinden çözülecek.

Türkiye’de kişi başına düşen gayrı safi milli hasılanın yükselmesinin temel sebeplerinden birisinin orta ve uzun vadeli borçlanma olduğu, ülkeye giren sıcak paranın kesilmesi halinde bugün yaklaşık 367 milyar dolar olduğu ilan edilen[i] dış borcun ödenmesinde krize girileceği, Merkez Bankası stoklarının ülkeden çıkacak dövizi frenlemeye yetmeyeceği ve ekonominin bu şekilde devamının sıcak para akışına bağlı olduğu ortadadır.

Kemal Derviş’in çizdiği rotada ilerleyen AKP hükümetleri sürdürülebilir kredi akışını sağlamak için ülke insanının 80 yıllık birikimini küresel sermayenin hizmetine sunmuş, bunun neticesinde, ülkeye gelen yabancı sermaye başta bankacılık olmak üzere birçok sektörün el değiştirmesine, Türkiye’nin Batı malları için açık pazar haline gelmesine yol açmıştır.  Bugün Türkiye Batı’ya kaynak transferini devam ettirebilmek ve böylelikle içerideki düzeni sürdürebilmek için kaynağı belli olsun veya olmasın sıcak para ihtiyacı içindedir. Sıcak para akışının sekteye uğrama ihtimalinin belirdiği her durumda hükümetin tek çaresi yeni vergilere başvurmaktır. Bu ise ekonomik krizlerin ardından iktidara gelen bir hükümet için tercih edilecek en son yoldur. Böyle bir yola girmektense AKP yanlışı sürdürmeyi, hakikat ile yüzleşmeyi ertelemeyi tercih etmektedir.

AKP hükümetleri ülkenin kendi yağıyla kavrulması yerine dış borcun devamlılığına bel bağladığından ülkeyi küresel sermayenin talimatlarına da açık hale getirmiştir. Orta ve uzun vadeli yasal krediler dışında[ii], ülkeye giren kaynağı belirsiz milyarlarca dolar[iii] ne Batılı ülkelerin ne de Körfez monarşilerinin Türkleri sevmesi sebebiyledir. Türkiye akışın devamı için komşu ülkelerde terör ve istikrarsızlık yaratmakta, NATO şemsiyesi altında Müslüman ülkelerin işgaline yardım etmekte, Siyonizm’e karşı direnen akımları ehlileştirmeye çalışmaktadır. Tüm bunlar AKP hükümetlerine verilen krediler için talep edilen hizmetlerdir.

Suriye krizinde oynadığı rolle Körfez monarşilerinden para transferini devam ettiren AKP hükümeti, üzerinde katillerin cirit attığı, üç şeride çıkaracağını söylediği yollar vasıtasıyla kendine bağlı müteahhit firmalara rant dağıtımını sürdürüyor. Kamu kaynakları üzerinden zenginleşen muhafazakar kesim kredilerle gelen hayat standardının devamı için AKP hükümetlerinin İslami/ insani kokuşmuşluğunun payandası olmaya razı oluyor. Kapıkule’den, Habur’a, İncirlik’ten  Cilvegözü’ne uzanan yollar komşu ülkelere ölüm taşırken, muhafazakar ve İslamcı eskitmesi cenahlar küresel sermaye üzerinden hücum eden emperyalistlerle aynı karede yer almak için yarışıyor.

Batı Dünyası artık fayda sağlamayan, askeri, idari, adli ve siyasi bürokrasideki hakimiyetleri yoluyla Türkiye’nin kaynaklarını sadece kendi sınıfları için kullanan Kemalist jakoben tabakayı muhafazakar ve İslamcı eskitmesi müttefiklerinin yardımıyla söküp attı. Kemalist jakobenler ülke içindeki muhalefete kan kustururken, ülke dışındaki gelişmelere mümkün olduğunca karışmamayı ehven kabul ediyorlardı. Bugün Kemalistlerin yerini alanlar sadece ülke içi muhalefeti değil, emperyalist efendilerin işaret ettiği tüm kesimleri harap etmek üzere de görülmemiş bir iştiha ile saldırıyorlar. Tıpkı Saddam’ın İran’a saldırışı gibi…

Saddam’ı bir inde kıstırıp yaptığı muamele ile tüm Arapları aşağılayan Amerika işi bittiğinde Türkiye’deki muhafazakar ve İslamcı eskitmesi cenaha da aynı muameleyi yapmak isteyecektir. Amerika’nın niyeti her ne olursa olsun ülkenin yönetimini ele alan bu taifenin bizi onursuz bir yola sürüklediği açıktır.

Başımızdaki bu beylere demek isterim ki, evet, on yıl önce yolumuz yoktu ama katiller de değildik.