Translate

31 Ekim 2010 Pazar

Numan Kurtulmuş’a tavsiyem

Gürkan BİÇEN


Siyaset arenasının dışında birisi için bu alanın içindekilere akıl vermeye kalkmak belki yakışık alacak bir durum değildir. Ne var ki, temel ilkelerimizin bizi “hakkı” ve “sabr”ı tavsiye etmekle yükümlü kıldığını da biliyoruz. Öyle ise, halen partileşme çabasındaki bir oluşuma, Milli Görüş’ün yeni haline bazı hususları hatırlatmanın fayda sağlayabileceğini umduğumuzu söyleyebiliriz.

Saadet Partisi ile yollarını ayırdığı gün Sayın Numan Kurtulmuş yaptığı açıklamada, “Şunun da bilinmesini istiyorum. Hiç kimseye bir borcum yoktur ve hiçbir kimseye bir borç altına girmeden bu kararlı yürüyüşümü hayatımın sonuna kadar sürdüreceğim. Bir tek borcumuz vardır; bu ülkenin mazlumlarına, bu ülkenin mağdurlarına, bu ülkenin unutulmuşlarına, bu ülkenin horlanmışlarına, kısacası bu ülkenin mağdurlarına karşı borçluyuz ve bu borcu ödemek için bütün gücümüzle mücadele edeceğiz.” diyordu. Yine bu hareketin temel ilkelerinden birisinin “anti emperyalist” olmak olduğunu sıklıkla beyan ediyordu. Bizim bu sözlerden anlamamız gereken şey, yürüyüşün bundan sonraki kısmının mazlumlarla, mahrumlarla, horlanmışlarla birlikte olacağı ve onların fikirlerinin, taleplerinin ve kararlarının hareketin ve muhtemel bir partinin yönetiminde yer bulacağıdır. Bir bakıma, Numan Kurtulmuş, yüzünü müstekbir siyaseti yürütenlere dönmüş ve İmam Humeyni’nin İslam İnkılabı’nın akabinde söylediği şu sözü söylemiştir: “Eğer bol miktarda askeri araç ve gereçleri olduğunu sanıyorlarsa, bizde de çok sayıda mazlum halk ve onların sıkılmış yumrukları vardır”

Numan Kurtulmuş’un başarısının teorik söylemini günlük hayata yansıtabilmesine bağlı olduğu çok açıktır. Mazlumları, mahrumları temel alan bir retorik her şeyden evvel mazlumlarla, mahrumlarla benzer bir hayat şeklini / standardını zorunlu kılar. Bu standardı karşılamayan ve Numan Kurtulmuş’un da “saltanatçı zihniyet” diyerek telin ettiği bir vakayı Hamid Algar, İslam Devriminin Kökleri ismiyle basılan kitabında, 1980’de yaşadığı bir olaya atıfla şöyle açıklar: “Ben Ankara’da kendisini biraz da haklı olarak İslami Parti diye adlandırılan bir partinin liderinin evine yaptığım ziyareti hatırlıyorum. Ne yazık ki olması gerekenin çok uzağında kalıyordu. Batı’dan, Avrupa’dan her çeşit gezi hatıraları, sahte Fransız mobilyaları ve altın kaplama telefonlarla tıka basa doldurulmuş bir evdi bu. Üstelik bu zat İslam’ı temsil etmek iddiasında olan birisiydi.” Algar, Türkiyeli Müslümanların liderlerinden birisinin sürdürdüğü hayat tarzını yadırgamış ve kendisine Muslim Institue’de yöneltilen; “İran’daki İslam Devrimi liderlik rolünde diğer sistemlere kıyasla bir değişiklik meydana getirdi. Liderlik rolünün sistemden sisteme nasıl farklılaştığını özlü bir biçimde yorumlar mısınız?” sorusuna, “Ayetullah Humeyni’nin huzuruna gelen herkes onun insan idealinin bir çeşit tecessümü olduğunu fark etmiştir.” cevabını vermiştir. Devamla onun basit hayat tarzına işaret etmiş, evinin sadeliğinden, mahrumlarla aynı standartta sürdürdüğü hayatından bahsetmiştir.

Atasoy Müftüoğlu sohbetlerinden birinde İmam Humeyni’nin evinde İmam Humeyni’nin gelmesini beklerken yanındaki Amerikalı gazetecinin kulağına, “İmam’ın sarayına ne zaman gideceğiz?” diye fısıldadığını ve “İmam’ın sarayı burası” cevabı karşısında nasıl şaşırdığını zikretmişti. İnkılâbın lideri İnkılâp öncesi nasıl sade bir hayat sürüyorsa İnkılâp sonrası da aynı hayatı sürdürmüştü. Türkiyeli Müslüman liderlerin bu örneklikten alacakları bir dersin olduğu muhakkak.

Numan Kurtulmuş’un şahsına olan güvenimiz onun hareketin temellerini atarken çevresine topladığı insan malzemesine olan kuşkumuzu gidermiyor. Eski dönemlerin siyaseti ile zaten Karunlaşmış olan bazı kişilerin Kurtulmuş’un çevresinde boy gösterdiğini görüyoruz. Hareketi “anti emperyalist” olarak tanımlıyorsak yönetici kadromuzu da buna göre belirlememiz icap eder. Kurtulmuş’un yapması gereken en öncelikli şey halkın içinde yaşamayan, modern gettolara sığınmış ve mevcut servetlerinin hesabını açıkça verme kudretinden yoksun kişileri hareketin ve muhtemel partinin söz sahibi makamlarından uzak tutmak olmalıdır. Aksi halde kendisi bir mazlumlar hareketinin lideri değil, mazlumları yönetecek yeni elitlere yol göstersin diye öne sürülen bir maşaya dönüşür ki, ne kendisi ne de biz buna razı oluruz.

Müslümanlara yeni bir ümit veren Numan Kurtulmuş’un adımlarını dikkatle atacağını ve kederlerimize yeni kederler eklemeyeceğini umuyoruz.



14 Ekim 2010 Perşembe

Üç Küçük Çocuk

Gürkan BİÇEN



Bilgisayarımın masaüstünde yer alan siyah beyaz bir fotoğrafı görenler merakla soruyorlar: “Bunlar kim?” Fotoğrafta biri elini diğerinin omzuna atmış ve üçüncüsü bir adım ötede duran üç çocuk yer alıyor. Üzerlerindeki kıyafetler bir örnek. Kuvvetle muhtemel bir bayram arifesinde, hep birlikte gidilen pazaryerinden satın alınan yeni elbiselerle çekilmiş bir fotoğraf. Burası bir stüdyo değil, arkada akan bir hayat var. Çocukların ikisi objektife bakarken diğeri sanki ufku tarassut ediyor. Selam olsun bu çocuklara… “Doğdukları, öldükleri ve yeniden haşr olunacakları güne selam olsun”

Türkiye’den bir grup Lübnan’ı ziyaret etmiş ve bu sırada Şehit İmad Mugniye’nin ailesini ziyareti de ihmal etmemiş. Hizbullah’ın gözbebeği “Hacı İmad”ın anne ve babasının hayır dualarına mazhar olan bu grup, yıllar evvel çekilmiş bir fotoğrafın da şahitliğini yapmışlar. İşte, masaüstüne aldığım bu fotoğraf Allah’a verdikleri söze sadık kalan üç “insan”ın, İmad, Fuad ve Cihad’ın çocukluk fotoğrafları… (http://www.velfecr.com/imad-mugniye-nin-annesinin-verdigi-buyuk-ders-foto-3304-haberi.html)

Hasan Nasrallah, anılarını zikrettiği bir konuşmasında, “Seyyid Hadi’nin şahadetinden evvel şehit ailelerinin yüzüne bakamıyordum. Allah bana lütfetti ve beni onlarla bir kıldı” diyordu. Gerçekten, Nasrallah oğlu Hadi’nin şahadetini öğrendikten sonra yaptığı ilk konuşmada,        “Şehit Hadi’ nin şahadeti, Hizbullah’ın liderlik kadrosunda bulunan bizlerin de yavrularımızı geleceğe saklamadığımızın en açık ifadesidir. Bizler evlatlarımız cepheye giderken onlarla iftihar ederiz. Şehit düştükleri zaman da başlarımızı onlarla dik tutarız. ” demişti. Biz, Hizbullah’ın bir evvelki lideri, şehitlerin baş tacı Seyyid Abbas Musavi’nin de eşi ve çocuğu ile birlikte şahadete ulaştığını biliyoruz.

Siyonist işgale karşı süresiz ve kesintisiz savaş doktrini ile mücadele eden Direniş’in gerek Lübnan gerekse Filistin kollarının Müslüman Dünya’ya hatırlattığı temel öğelerden birisidir, aile efradını mücadelenin en sıcak yerine dâhil edebilme kabiliyeti ve zorunluluğu. Bu, Allah resulünün yatağına uzanmaktan imtina etmeyen Hz.Ali’nin sergilediği şecaat ve sadakatten beri böyle olmuştur. Sadıklar aileleri için ayrı bir gelecek planlamamış, Direniş’i tek başına halkın omuzlarında yükselmesi gereken bir tercih olarak görmemişlerdir. Musavi’nin ve Nasrallah’ın,  bu örnekliğini, Şeyh Nizar Reyyan’da ve Said Muhammed Siyam’da da görmekteyiz. Onlar da diğerleri gibi ailelerinden fertlerle birlikte şehitler arasına katılmışlardır.

Direniş’in kendi ailelerini hesabın dışına çıkarmayan yaklaşımı sıradan insanları tarihin öznesi haline getirmiş, diğer ülkelerdeki Müslüman hareketlerin hilafına halkın kendisini hareketin yönetimine hâkim kılmıştır. Bu haliyle Direniş, Müslüman Dünya’ya, en azından mukavemet bölgelerine, siyasi bir model sunma imkânına da ulaşmıştır. Direniş’in izlediği yol sayesinde biz siyah beyaz bir fotoğrafta yer alan üç çocuğun dünya tarihine geçecek gelişmelerin içerisinde yer almalarına ve bunlardan birisinin, İmad’ın, tarihin akışını değiştirecek bir başarının mimarlarından birisi olmasına şahitlik ediyoruz.


Direniş’in siyasi metodundan Türkiyeli Müslümanların, hassaten siyasetle iştigal edenlerin çıkarmaları gereken temel bir ders olduğu açık: Çocuklarımız için mücadeleden ayrı bir gelecek planlayıp onları halkın arasından koparmamak. Cemaatlerin ve partilerin başına tepeden inme bir şekilde gelen şeyh ve lider çocuklarının mebzul miktarda bulunduğu bir ülkede, bilmiyorum, Direniş örneğine bakarak, siyah beyaz bir fotoğrafı hasretle öpüp ziyaretçilerine gösterecek Müslümanlar çıkacak mı?