Uzun tecrübelerin sonunda
toplumun dimağından damıtılıp herkesin dikkatine sunulan atasözleri kişinin
benzer durumlarda tecrübe etmesi muhtemel hakikati önceden ihtar eder,
diyebiliriz. Mesela, “İt ürür kervan yürür”, böyledir.
Orta Doğu’da yaşananları Amerika önderliğindeki
Batı Dünyası’nın İslam ülkelerindeki tasallutuna son verme ekseninde okumak
istemeyenler, bakışlarını Batı ile birlikte egemen ülke Türkiye ihtimaline
odaklayanlar, işe, bu hayale ulaşmak için Suriye’de yaratmak istedikleri iç
karışıklığa engel olması muhtemel güç merkezlerine saldırarak başlamışlardı.
Amerikan atının Türk’ün hizmetine verildiğini sanan bu cengâverler bir buçuk
sene evvel kalem şeklindeki kılıçlarını sallayarak Nasrallah’ı Türkiye’nin bu
muazzam projesine (!) teslim olmaya davet etmişlerdi.
Nasrallah’ın açıklamalarıyla
ilgilenmedikleri, bunların bir öneminin olmadığı, bu kalemşor Türklerin
derdinin, bir başka atasözüyle ifade edersek, üzüm yemek değil bağcıyı dövmek
olduğu kısa sürede icat ettikleri “sözde direniş ekseni” yaftasıyla açığa
çıkmıştı. Bölgenin tek yabancı unsuru Siyonist yapı ile Suriye’nin yerel
halkını ve iktidarını bir kefeye koyan bu kalemler ve onların para babaları
Esad-Nasrallah-Netanyahu üçlemesini sıklıkla kullanmış, Esad ve Nasrallah’ın
Siyonistlere karşı savaşının gerçeği örtmenin bir bahanesi olduğunu ileri
sürmüşlerdi. Bu kalemlerden bazıları öylesine uç noktalara varmışlardı ki,
Siyonistlerle yapılıyor gibi görünen savaşın bile aslında Türkiye’nin yükselen
gücünü önlemek için icat edildiğini yazmışlardı.
Türk hükümetinin himmeti ve
vazifelendirmesiyle içinde birçok STK ve yardım kuruluşunun yer aldığı bir
cephe Baas rejiminden çok Hizbullah’a ve Türkiye’de Hizbullah’ın doğru bir
yolda ilerlediğini savunanlara saldırmışlardı. Bunlara göre, Türk hükümetinin
tutturduğu yolun yanlış olduğunu söyleyen herkes “sözde direniş ekseni”nin hain
Baasçılarından başkası değildi. “Direniş kendi yolunda ilerliyor, bu ilerleyişi
sekteye uğratmayın”, diyenlere bu kalemler, “Direniş ekseni kırılacakmış. Neye direndiniz şimdiye kadar, kimin
tavuğuna kışt dediniz? Kafiri sürüp önünüze kovaladınız da biz mi görmedik.
Hangi Müslüman’ın elinden tuttunuz, hangi kafirin karşısına göğsünüzü siper
edip çıktınız.”, diyebilecek kadar hakikate düşman kesilmişlerdi.
Siyonistler bir kez daha Gazze’ye
saldırdılar ve “takke düştü kel göründü” Nasrallah’ın 2008 yılında ortaya koyduğu
Beyrut’a karşılık Tel Aviv denklemi birden Gazze’ye karşı Tel Aviv’e
dönüşüverdi. Tel Aviv’e düşen Fecr-5 füzeleri sadece Siyonistlerin binalarını
vurmakla kalmadı, Türkiye’deki “sözde İslamcı” ancak hakikatte kavmiyetçi,
mezhepçi, bayrakçı, toprakçı ve iktidar hırsıyla kavrulmuş yahut iktidara
susamış taifeyi de vurdu. Şimdi onlar, keşke Fecr-5’lerin üzerinde “Made in
İran” yazmasaydı; keşke Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın Katar’ın Batı’nın
vaatleriyle kandırmaya çalıştığımız Hamas ve İslami Cihad savaşın sonunda
füzelerin sahibini açığa çıkarıp teşekkür etmeseydi ve belki keşke çatışma
biraz daha sürseydi de yardım için açılan/ açılacak hesaplara milyonlar
yatırılsaydı, diyorlar.
Bugün direniş yeni bir
merhalededir. Siyonist yapının siyasi ve askeri varlığını sona erdirme kararlılığındaki
direniş hareketlerine gerçekten yardım etmek isteyen her kalem sahibi, Nasrallah’a
mektup yazan, İranlılarla karşılıklı oturup onlara “dertlerinin ne olduğu”nu
sormayı hayal eden haddini bilmez Türk kalemşorları Türk halkını sevk etmeye
çalıştıkları bu yanlış yol sebebiyle kınamalıdır.
Ben onları kınıyorum, Nasrallah’a
mektup yazıp özür dilediklerini görene kadar da kınamaya devam edeceğim.