Translate

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Bülbül lal gül nalân

Gürkan BİÇEN


Zamanın çarkı dönüyor... İşte yine oraya, göz pınarlarının boşaldığı, hasretten kurumuş dudaklardan “Lebbeyk ya Ruhullah” sözünün yükseldiği o ana geldik. “Güzel adamlar güzel atlara binip gittiler” sözü hak oldu ve Kerbela için dövülen sinelere yeni bir kor düştü. Yürekler dağlanıyor, hatıralar canlanıyor, göz aşina olduğu o simayı arıyor. Şimdi ciğerleri kavuran bir hüzün, gözlerin billuruyla yumuşatılmaya çalışılıyor. Cameran’dan akan rüzgâr Harem’i dolduran yüz binlerin ceddin Muhammed’in (as) yoluna sadakatlerini sunuşuna şahitlik ediyor. Geçmişe ve geleceğe aynı kapıdan giriliyor…

On yıl evvelinde, yıllar süren ayrılığın ardından ülkene dönerken, uçağın İran semasına girdiğinde Batılı bir gazeteci, Şah’ı devirmiş birisi olarak ülkene dönmen sebebiyle ne hissettiğini sorduğunda, yalın bir cevap ile yetinmiştin; “Hiç” Sen vatanı İran değil, İslam olarak tanımlıyordun ve bundan dolayı “Hiç” cevabın ümmetin kavimlere/ ulus devletlere bölünmüş bilincinde kocaman bir hiçliğe dönüşmüştü. Ümmetin her şeyi bir hiçliğe dönüştüren bu boş bakışı senin ardından Şeyh Ahmet Yasin’i de ızdıraba sürüklemiş, o da, Filistin’de ölen çocukları, kadınları, yaşlıları ve gençleri bu suspus ve bön ümmete yakıt yapmıştı.

Sen bizden ayrılıp Rabbine yürürken, Tunus’ta Gannuşi de ülkesinden ayrılıyor,  sürgün hayatına başlıyordu. Gannuşi 22 yıl süren sürgünün ardından ülkesine dönmek için Londra’da uçağa binerken sarf ettiği sözlerle doğrusu bize senin yerini/ farkını hatırlatıyordu: “Çok mutluyum. Hem ülkeme hem de Arap dünyasına partimin lideri olarak dönüyorum.” Türkiye’nin Fetullah Gülen’i gibi o da sana benzetilmekten ürküyor, “Bazıları beni Tunus’un Humeyni’si olarak sunuyor ama ben Humeyni değilim. (…) Bizim fikirlerimiz, şu anda Türkiye’de iktidarda olan AKP’nin fikirlerine benziyor. (…) Nahda, 1980’lerde demokrasiyi bir yudumda içti, diğer İslamcılarsa hâlâ yudumluyorlar.”, diyordu.

Sen Amerika’ya “Büyük Şeytan” derken, Gannuşi’nin kendisini benzettiği kişiler ülkelerini Amerikan çıkarlarının özgürce korunduğu bir müstemlekeye çevirmekten imtina etmiyor, on bir yıldan bu yana Amerika ile birlikte katlettikleri binlerce Afgan’ın kanını “Büyük devlet olmanın gereği” olarak açıklıyorlardı. Bu hodbin tabakanın, Cemaluddin Latiç’in belirttiği gibi, Müslümanları aşağılamak, onlara büyüklük taslamak, onlarla yüksek perdeden konuşmak ve çok zaman haddini bilmemekte yarışan bir haleti ruhiye içinde olduğu önemsenmiyordu. Yine bu tabakanın sloganının “Her şey Türkiye için” olduğu da göz ardı ediliyordu. Yahut bu kabul, bu slogan herkesin işine geliyordu.

Şah’ın tarumar ettiği bir ülkeye dönmüştün ve insanlara “İslam İran için değil, İran İslam içindir”, diyordun. Allah’ın ve halkların düşmanı Siyonistlere bir dakika olsun fırsat vermiyor ve onları kıyamete kadar unutamayacakları bir şekilde ülkenden kovuyordun. Senin ardından, bir süre daha zulmettikten sonra, Arapların Şah’ı da devrilip gitti, geride ordusunu, güvenlik kuvvetlerini, gizli servislerini, adalet teşkilatını, ticari bağlantılarını, medyasını olduğu gibi bırakarak. Bugün Mısır’ın İslamcıları Enver Sedat’ın Siyonistleri tanıdığı anlaşmayı, Camp David’i, bir kalemde yırtıp atmaktan korkar haldeler. Onlar, Mısır’ın ulusal çıkarlarından, onurundan, uluslararası anlaşmalara sadakatten bahsediyorlar. Yine onlar, “Amerika hiçbir halt edemez”, demekten korkuyorlar. Onlar da, tıpkı Gannuşi gibi Türkiye’nin Ak Partisi’nin programından uyarlanmış, Siyonistleri ancak bir ulusal güvenlik sorunu olarak gösteren ve Amerika’ya bakışını yardım ilişkisiyle sınırlayan bir programı deklare ediyor, Batı’ya garanti üstüne garanti vermeye çalışıyorlar. Batı’nın İslam Dünyasına yönelik emellerini ve taarruzunu önlemekten ziyade menfaatleri uyuşturmanın peşinde koşuyorlar. Menfaatlerine yönelik bir tehdit olarak algılamadığı için Batı, demokrasiyi yudumlamış bu kitlenin hareketini “bahar” olarak tanımlıyor.

Ey ümmetin hamisi, Müslüman ülkelerin ekseriyeti gasıplar olan idarecileri İnkılab’ın dinamiklerini ve mesajını İran’ın sınırlarında hapsetmek için kâfirlerle işbirliğini sürdürüyor, “Arap Bahar”ının kişilik krizindeki aktörleri belirsizliklerini koruyor olsa bile, biz ümitvarız. Zira Amerika’nın ve tüm işbirlikçilerinin desteğine rağmen Siyonistler, vücuda getirdiğin Direniş karşısında hezimetten kurtulamadılar. Siyonistlerin mukadder sonuna gün sayılırken, Nasrallah’ın söylediği gibi, İnkılab’ın çocukları Araplardan yahut Türklerden destek beklemiyorlar. Onlardan tek istedikleri kâfirlerin safında yer alıp, onlarla birlikte Direniş’e karşı mücadele etmemeleri. Kendi menfaatlerini Direniş’in ümmeti özgürleştirme hedefine öncelememeleri. Bunun aksini de yapsalar, insanların onlara karşı toplanmalarının Direniş’i korkutmayacağını, bunun ancak imanlarını arttıracağını bilmeleri.

Ey Aziz İmam, mücadele ile geçen bir ömrün ahirinde sen, “Baş ağrısı; eziyet, gam ve üzüntü dolu kırılmış bir kalple aziz halkımıza bir sözüm olacak: Ben Rabbime ahd verdim; kusurlarına göz yummakla mükellef olduğum kimseler hariç hatalara göz yummayacağım. Allah’a, O’nun rızasını halkın ve dostlarımın rızasının önüne geçireceğime dair söz verdim. Eğer bütün dünya benim aleyhimde toplansalar Hak ve hakikatten elimi çekmem.”, diyerek gittin; “Birader”inin omzuna ağır bir yük bırakarak. Ne mutlu sana! “Bizi kimlere bırakıp gidiyorsun”, dedirtmedin. Birader’in de, hamalının belini kırabilecek bu yükün altından kaçmadı. İşte, bütün dünya şahit; aleyhinize toplanan o kâfirler güruhunun arzuları onları çöldeki seraba yönelen şaşkınlara çevirdi de, orada hesabı şaşmaz Allah’ı buluverdiler.

Ey bahçemizin bülbülü, suskunluğundan evvel sen, “Benim tarihle işim yok; ben yalnızca Şer’i vazifemle amel etmeliyim. Ben Allah’tan sonra halkıma da gerçekleri uygun bir zamanda kendilerine açıklama sözü verdim. İslam tarihi, büyük insanlarının İslam’a ihanetleriyle doludur. Dikkat etsinler bugünlerde yabancı radyoların büyük bir şevk ve heyecanla yaydıkları dikte edilmiş yalanların tesiri altında kalmasınlar. Allah’tan dileğim odur ki aziz İran halkının bu pir dedesine sabır ve tahammül inayet etsin ve onu bu dünyadan bağışlanmış olarak alsın, ta ki dost ihanetinin acısını bundan daha fazla tatmasın. Hepimiz O’nun razı olduğuna razıyız. Kendimizden bir şeyimiz yok; ne varsa O’ndandır.”, diyordun. Bugün biz, tarihte boy göstermek aşkıyla yanan nice budalanın nice ihanetini tattık. Anladık ki, senin yanına konulan bu madenler sahtedir. Emperyalistlerin çizdiği sınırlara mahkûm ulus devletleri için her şeyi mubah görenlerin sözleri ham hayaller ve İslam’a aykırı iddialardır. Büyük Şeytan’ın sözlerini tekrarlayan bu diller gaflet içindedir. Artık yakin olmuştur ki, İnkılab yoluyla sen, yüzleşmek zorunda olduğumuz hakikatlere açılan bir kapıyı araladın. Müstekbirlerin örtmek için seferber oldukları ancak asla ve kat’a örtemeyecekleri bir kapı.

Bugün sen vuslat âlemindesin.
Bugün sen ceddin ile sohbettesin.
Bugün gözler seni arıyor.
Bugün bülbül lal ve güllerin hasretinle inliyor.