Translate

24 Eylül 2014 Çarşamba

Papa ve tekfirciler arasında zavallı Arnavutlar

Gürkan BİÇEN

Arnavutluk’un meşhur diktatörü Enver Hoxha ülkedeki dini hayatı yerle bir ettikten sonra, 1985’te akıbetine ulaştı ve cesedi Tiran’daki Enver Hoxha Piramidi’ne (Tiran Piramidi) konuldu. Enver Hoxha’nın saf komünist sistem olarak ilan ettiği rejim onun ardından pek uzun yaşamadı. 1989’da Batılı kışkırtma ile Romanya’da başlayan ayaklanma neticesi iki saat içinde katledilen Nicolae Ceaușescu’nun akıbeti Enver Hoxha’nın geride bıraktığı dava arkadaşları için açık bir sinyal oldu ve onlar da Ramiz Alia önderliğinde, yoldaşlarının revizyonist ithamlarına rağmen, Batı kampına yelken açmaya karar verdiler ancak bu karar kifayet etmedi ve kısa bir süre sonra başlayan halk hareketi Enver Hoxha’nın Tiran Meydanı’nındaki heykelini yıkmakla kalmayıp dağlara işlenen ismini de kazıyıp attı. Hikâyenin anlatımlarından birisine göre, Arnavut halkı Avrupa gibi Arnavutluk istiyordu. Her yönüyle Avrupa olan bir Arnavutluk; kültürü ve dini dâhil…

Avrupalı olmak isteyen Arnavutluk’un komünizm sonrası en önemli ziyaretçilerinden birisi şüphesiz Papa  II. Ioannes Paulus idi. İslam Dünyası totaliter bir rejimden henüz kurtulmuş bu Müslüman ülkeye genel olarak bigâne kalmışken, Papa Tiran’a iniyor ve Katolik dünyası için önem arz eden bu ülkenin toprağını öpüyordu. Aslına bakılırsa, Enver Hoxha, yönünü Avrupa’ya çevirmiş Çin Halk Cumhuriyeti vericileriyle Avrupa’ya propaganda içerikli radyo yayını yaparken, Vatikan Radyosu da tüm komünist dönem boyunca Arnavutluk’a yönelik yayınını kesintisiz sürdürmüştü. Süreci takip edenler Komünist rejimlerin yıkılmasında Vatikan’ın kesintisiz gayretini teslim edeceklerdir.
Enver Hoxha rejiminin ardından Hıristiyan misyonerlerin akınına uğrayan Arnavutluk’ta Müslüman Dünya’nın çabaları hem yanlış kanallara aktı hem de birçok kez akamete uğradı. İslami bilgiye susamış Arnavutlar Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin ideolojik ve kültürel dayatmalarını İslam olarak kabul etmeye hazır haldeydiler. Arnavutların Selefi/ Vahabi ideolojiye kaymalarının sebeplerinden birisi de geleneksel Sünni ekolün modern Arnavut kimliğinde öfkeyle anımsanan Osmanlı/ Türk geçmişiyle eşitlenmiş olmasıdır. Öyle ki, sahabe mezarlarını yıkmakla övünen bu güruh, Müslüman Osmanlı’ya karşı 25 yıl savaşan Hıristiyan İskender Bey’in Lezhe’deki anıt mezarının yıkılmamasını savunurken, gerekçe olarak, onun “milli kahraman” olduğu argümanına sarılıyordu. Böyle olunca, Arap Selefilerin/ Vahabilerin getirdiği İslam, genç Arnavutlar için tarihteki işgalci Türklerin sunduğu, Arnavutları uyuşturduğu düşünülen sahte dinden bambaşka, hakiki İslam olarak algılanıyordu.
Bu ülkeler Sali Berisha hükümetinin yıkılıp sosyalistlerin yeniden iktidara geldiği 1997 yılına kadar Selefi/ Vahabi ideolojiyi Arnavutlar üzerinde bir kampanya halinde yürüttüler. Körfez sermayesinin ideolojik sebeplerle akıtıldığı Arnavutluk kısa sürede binlerce Arnavut Selefiye sahip bir ülkeye dönüştü. Ülke sathına yayılan, yeni inşa edilmiş, çoğu derme çatma beş yüze yakın caminin ekseriyeti bu ülkeler tarafından inşa edilmişti ve Arnavutlukta anayasal bir kurum olan Arnavutluk Müslüman Toplumu’nun kontrolü dışındaki bu camilerin imamları da yine bu ülkeler tarafından finanse ediliyordu. Arnavut halkı Batılı kurumların Hıristiyanlaştırma faaliyetleri ile Selefi/ Vahabi ideolojinin çatışmacı yüzü arasında kalmıştı. Noam Chomsky, her ne kadar Protestan akınının kaynağı Amerika da olsa, Amerika’nın bölgedeki varlığının gerçek amacının Balkan halklarını NATO’nun paralı askerlerine çevirmek olduğunu savunur. Amerika için onların Hıristiyan yahut Selefi/ Vahabi olmasının bir önemi yoktur. Gerektiği yerde savaşmaya hazır olmaları yeterlidir. Chomsky’nin bakış açısını doğrulayan iki şey mevcut. Birincisi, Arnavutluk’un Afganistan’da muharip birliği olan tek Müslüman ülke olması ve ikincisi Arnavut Selefilerin İslam Dünyasına yönelik tüm saldırıların ön saflarında yer almaları.

Arnavut Selefilerin İslam Dünyasına yönelik saldırılarının ideolojik ve psikolojik temelleri 90’lı ve 2000’li yıllar boyunca yapılan çalışmalarla atıldı. Arnavut bölgesini takip edenler Siyonist İsrail ile Hizbullah arasında gerçekleşen Temmuz 2006 Savaşı’nda Arnavut Selefilerin İsrail’in galibiyeti için dua ettiklerini ve internet üzerinden Hizbullah ve İran’a karşı geniş çaplı bir kara propaganda faaliyetine giriştiklerini hatırlayacaklardır. Yine Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde eğitim almış 63 Selefi/ Vahabi Arnavut imamın 2009 yılında yayımladıkları Şiilik karşıtı deklarasyon da İslam Dünyasına yönelik savaşın köşe taşlarından birisidir. Bu deklarasyonda Selefi/ Vahabi imamlar Şiiliğin İslam Dünyası için savaşılması gereken bir bela olduğu anlamına gelen ifadelere yer veriyor ve herkesi bu mücadelede yer almaya davet ediyorlardı. Bu bildiriye imza koyan Selefi/ Vahabi imamlardan birisiyle Tiran’da yaptığımız görüşme/ münazara Selefi- Vahabi imamın şu kabulüyle neticeleniyordu: Şiiler beladır ama Arnavutluk’ta Şii olmadığı için Arnavutlar açısından öncelikli bela değildir.  

Selefi/ Vahabi imam Şiiliğin Arnavutluk ve Arnavutlar için öncelikli mesele olmadığını kabul etse de, onların gerek Şiilere ve gerekse mutedil Sünnilere yönelik öfkeleri dinmek bilmedi. Temmuz 2006 Savaşı’nda Siyonistlere dua edenler, 2009 Furkan Savaşı’nda Hamas’ın yanında da yer almadılar. Onlara göre, yeryüzünde savaşılması gereken birinci düşman Şiiler ise ikincisi Şiilere düşman gözüyle bakmayan Sünnilerdi.

Mart 2011’de Suriye’de huzursuzluk başladığında Arnavut Selefiler için de yeni bir gün doğmuş oldu. Amerikan mandası altındaki Arnavutluk ve Kosova devletlerinin teşviki ve medyanın “Özgürlük Savaşçıları”, “Diktatöre karşı savaşanlar” ve sair yakıştırmalarla parlattığı bu kişiler çoğunlukla Türkiye üzerinden Suriye’ye akmaya başladılar. Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’daki Selefi/ Vahabi imamlar Suriye’deki Alevi/ Nusayri rejimin sultası altında inleyen mazlum Sünni çoğunluk için savaşmanın en değerli cihad olduğunu anlatıyor, onların bu vaazlarının/ çalışmalarının bir kısmı sosyal medyaya düşüyor ve bir kısmını da bu ülkelerin ana akım medyaları kullanıyordu. Bir süre sonra Suriye’ye akış öyle bir hal aldı ki, Arnavut bölgesinden eşini de yanına alarak yerleşmek ümidiyle Suriye’ye giden Arnavutlar türemeye başladı. Bu Arnavutların bir kısmı Nusra Cephesine katılırken, bir kısmı da sair örgütlere dağıldı. Bir süre sonra sosyal medyada kendileri rakip muhalif grupların eline esir düşmüş, karılarına tecavüz edilmiş Arnavut Selefilerin video kayıtları paylaşıma sunuldu. Bu Arnavut Selefilerin onlarcası Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu ile girdikleri çatışmalarda öldürülürken, bir kısmı da muhaliflerin kendi aralarındaki çatışmalarda hayatlarını kaybettiler. Kesin rakamı bilmek mümkün olmasa da, tekfirciler safında savaşan Arnavut sayısı birkaç yüzle ifade ediliyor. Bunların yaklaşık ellisinin Suriye’de ve son günlerdeki çatışmalar sebebiyle Irak’ta hayatlarını kaybettiği tahmin ediliyor.

2014 yılı başından itibaren Arnavutluk ve Kosova devletleri Suriye rejimini devirmekten ümit kesen Batı bloğu ile aynı rüzgara yelken açtı ve Suriye’de savaşan “özgürlük savaşçısı” vatandaşlarının ülkeye dönmeleri halinde uzun süreli hapis cezaları almalarını sağlamaya yönelik çalışmalar başlattılar. Üç sene evvel neredeyse törenlerle uğurlanan bu kişiler 2014 yılı itibariyle ülke ve toplum güvenliği için tartışmasız zararlı kişilere dönüştüler. Onlardan istenen açıktı: Gittikleri yerde ölmeleri.

Son bir buçuk aydır Kosova’da Selefi/ Vahabi güruha karşı bir tutuklama furyası yürütülüyor. Önce Suriye’de savaşan veya Suriye’de savaşması için adam toplayan, bu işleri organize eden 40 kişi tutuklandı. Ardından, birkaç gün evvel, çoğu Selefi/ Vahabi imamlar olmak üzere 16 kişi daha gözaltına alındı. Bu savaşın Arnavutların savaşı olmadığını anlattığımızda dudak büken ve  Yusuf el Kardavi ile aynı resimde görünmekten gurur duyan kişiler, onlara Türkiye’deki bağlantılarını sağlayan gayrı resmi İHH mensubu ile birlikte, Amerikan elçisinin alkışları arasında Kosova zindanlarındaki yerlerini alıyorlar. Geriye ise bir esirin kafasını kesen vahşi Selefi Arnavut’un tüm dünyanın kanını donduran fotoğrafları kalıyor.

İmam Hamanei yönünü şaşırmış bu güruhun asıl düşmanımız olmadığını söylüyor. İslam’ın zaferi için savaştıklarına inandırılmış bu güruh asıl düşmanımız olmasa da, Arnavut bölgesinde onlar üzerinden yürütülen yeni algı operasyonu mutedil İslami yapıları da hedef alıyor. Bu vahşiler üzerinden karalanan İslam yerine Batı Arnavutlara barış dini olduğunu söylediği Hıristiyanlığı teklif ediyor. Papa’nın Arnavutluk’u ziyaretinden bir gün evvel Vatikan Arnavutluk’un Avrupa Birliği üyeliğini desteklediğini açıklıyor.

Elinde kanlı bir kafa sallayan Selefi/ Vahabi bir Arnavut’un vaad ettiği İslam ile Arnavutluk toprağını öpen ve müreffeh bir Avrupa ülkesi vaad eden Papa arasında kalan Arnavutlar kimi tercih etmeli?