Translate

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Yolun açık olsun İran

Gürkan BİÇEN


İran ile günümüz dünya sisteminin temel kurumlarını var eden İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer güçleri ve Avrupa’nın tartışmasız ekonomik devi Almanya arasında İran’ın nükleer çalışmalarının konu edildiği uzun soluklu görüşmeler nihayetinde bir anlaşmaya bağlandı. Merkez medyanın yıllardır kopardığı yaygaraya inananlar için Batı dünyasının her geçen gün dozunu arttırarak uyguladığı ambargolar İran’ın nükleer silah elde etmesini önlemeye matuftu. Ne var ki, akademik camia ve düşünce kuruluşları için hikâye bambaşkaydı. Zira İran’ın nükleer alandaki çalışmaları İslam İnkılâbı sonrası başlamıyordu ve İnkılab sonrasında da askeri amaçlara yöneldiğine dair somut veriler yoktu. Tarafların aslında neyi imzaladığını anlayabilmek için geçmişe bakmak gerekiyor.
Bugünün dünyasının temelinde İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi yatıyor. 19.yüzyılda sanayi mamullerinin kahir ekseriyetini imal eden İngiltere, aynı zamanda, içten yanmalı motorun geliştirilmesiyle birlikte petrolün sivil ve askeri amaçlarla kullanımının önemini fark eden ilk devlettir. İngiltere, petrol kaynaklarını kontrol ederek sadece bir sahayı/ ülkeyi değil, 20.yüzyılın ekonomisini, sanayisini ve nakil vasıtalarını da elde tutabileceğini düşünmüş ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından uluslararası sistemdeki pozisyonunu Amerika Birleşik Devletlerine bırakmak zorunda kalmıştır. Siyasi açıdan böyle de olsa, bugün tüm dünyanın kullandığı teknolojik altyapı Sanayi Devrimi’nin oluşturduğu altyapıdan başkası değildir ve petrol bu altyapının ihtiyacı olan enerjinin hem kaynağı hem de binlerce mamulün hammaddesidir.  Bugün çevremizde gördüğümüz hemen her şey bu altyapı ile ilişkilidir. İkinci Dünya Savaşı ise insanlığın gündemine, günlük hayata eklemlenmesi müşkül de olsa, nükleer gücü getirmiştir.
20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşturulan dünya sistemi sadece siyasi bir bölünmenin değil, teknolojinin, üretimin ve pazarın da bölünmesini ifade eder. Bu sistemde nükleer güç olan ve sanayileşmiş Batılı ve Doğulu devletler karar verici konumdadırlar. Bunların arasında Müslümanların hakim olduğu bir devlet yoktur ve neyin, nerede, ne kadar üretileceğine ve nasıl tüketileceğine onlar karar verirler. Teknolojik altyapı mekanik-elektrik-petrol üçlüsüne dayanır. Zamanla sistem içi rekabet mamullerin maliyetini düşürmeyi ve petrol sebebiyle Müslüman coğrafyasına bağımlılığı azaltmayı gerektirir. Büyük sanayi tesislerinin ihtiyacı olan enerji nükleer santrallerden karşılanabilirse de, nakil vasıtalarının önünde hem teknoloji hem de altyapı sorunu vardır. Bir başka ifadeyle, içten yanmalı motorları devre dışı bırakacak teknolojik birikim henüz yoktur ve bu yolda çalışmalar olsa da, mevcut sistem kolayca değiştirilecek mahiyette değildir.
Soğuk Savaş döneminde Batı dünyası kendine ait olmayan petrol sahalarını kontrol ederken, Sosyalist Blok daha ziyade kendi kaynaklarını kullanır haldedir. Bu tabloda İran özellikle 1953 darbesiyle devrilen Musaddık hükümetinden sonra İngiltere ve Amerika’nın tartışmasız gayrı resmi mandası haline dönüşmüştür. Zengin petrol ve doğalgaz kaynakları ile İran, Batılı şirketlerin cirolarını arttıran bir ülkedir. İngiltere ve Amerika İran’ın petrolünü pazara sunarken, İran’ı da Batılı mamullerin açık pazarı haline getirmişlerdir. Bu dönemde İran’ın bütçesinin ağırlıklı bölümü petrol ihracından oluşmaktadır.
İslam İnkılâbı ile doğal kaynaklarını Batı’nın elinden kurtaran İran, onlarca başlık altında 35 yıldır uygulanan ambargoları aşabilmek, İslam İnkılâbı’nı korumak ve İran halkının ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla neredeyse sıfıra yakın bir noktadan, çok zaman el yordamı ile sanayileşmeye çalışmış ve birçok alanda iç tüketimi karşılayacak seviyede üretim gerçekleştirebilmiştir. Bugün tüm ambargolara rağmen İran’ın yıllık bütçelerinde petrol ve gaz dışındaki gelir kalemlerinin oranı istikrarlı bir şekilde artmaktadır. Bununla birlikte, petrol kullanımı açısından İran için de bir sorun vardır: Üretimin yarısının ülke içinde tüketilmesi ve petrol ihraç eden bir ülke olmasına rağmen benzin ihtiyacının yarıya yakınını dışarıdan karşılaması. İran bu handikabı aşabilmek, sanayisini diğerleriyle rekabet edebilecek şekilde geliştirmek, maliyetleri düşürmek ve üretilen petrolün ekseriyetini ihraç edebilmek için nükleer enerjiye yönelmekle kalmamış, Batı dünyasının 21.yüzyıl için öngördüğü yeni teknolojik altyapının petrol dışındaki alanlara kaydığının da farkında olmuştur. İran’ın ülke çapında kurmayı planladığı 20 adet nükleer santralin temeldeki amacı İran sanayisini fosile dayalı enerji kaynaklarından kurtarmak ve sanayinin enerji maliyetini asgariye indirmektir. Böylelikle İran 21.yüzyılda etkin bir devlet/ toplum olarak var olmayı garanti etmek istemektedir. İran bu kaygısında haksız mıdır?
Haziran 2015’de toplanan G-7 (Gelişmiş/ sanayileşmiş 7 devlet) zirvesi uzun zamandır enerji ve sanayi çevresi ile akademik camiada konuşulan bir hususun siyasilerin ağzından resmi bir söyleme dönüşmesine şahit oldu: 21.yüzyılın sonuna kadar fosile dayalı enerji kaynaklarının kullanımı yerini alternatif kaynaklara bırakacak. Bu kararı açıklamak istersek, bu yüzyılın sonunda kuvvetle muhtemel dünya petrole ihtiyaç duymayan yeni bir teknolojik altyapıya kavuşacak, diyebiliriz. Batılılar uzun bir zamandır hassaten nakil vasıtalarının petrol bağımlılığını azaltacak teknolojiler üzerinde çalışmaktalar. Denizaltılarda ve uçak gemilerinde kullanılan nükleer teknolojiyi büyük gemilere adapte etmek mümkünse de, aşılması beklenen sorun otomobiller ile diğer kara nakil vasıtaları ve daha da önemlisi uçakların petrole ihtiyacının sona erdirilmesidir. Bunun için güneş enerjisi, güçlendirilmiş yeni nesil bataryalar ile desteklenen hybrid motorlar ve nükleer enerjinin düşük boyutlarda kontrol edilebilir formlarına ulaşmak da seçenekler arasında yer alıyor. İşte bu noktada İran ile Batı arasında yürütülen pazarlık salt bir nükleer silah yapıp yapmama meselesi değil, 21.yüzyılda oluşacak teknolojik altyapıya kendi imkânları ile şimdiden hazır olma çabasıdır. Durumun farkında olan İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei ile İran Meclisi’nin müzakere heyetine ve hükümete İran’ın nükleer araştırma ve geliştirme faaliyetlerinden vazgeçmesi sonucunu doğuracak her türlü anlaşmaya imza atmasını yasaklamasının temel sebebi budur. Bugün İran hali hazırdaki sorunlarının değil önümüzdeki on yılların pazarlığını yapmış haldedir. Doğu Ergil’in ifadesiyle, Batı, İran ile askeri bir yüzleşmenin sadece teknolojik bir savaş olmayacağının, Tahmili Savaş’ta ispatlandığı üzere bir  “ruhani savaş” olacağının bilincindedir ve kendisine fayda sağlamayacak bu yoldan, temelleri atılan yeni sistemde İran’ın kendi adıyla yer almasını kabul ederek çıkmayı denemiştir.
İran’ın tüm Müslümanlar adına bir kazanım olan bir anlaşmaya imza koyması hepimizi mutlu etmelidir. Bunun yanında endişemiz İran’ın genç neslinin rehavete kapılıp bu yarıştan kopması ve süreçte İran’ın Batı’nın pazarına dönüşmesi ihtimalidir. Ümit ediyorum ki, Veliyyi fakih buna da izin vermeyecektir.