Şam’daki Filistinli mültecilerin iskân
edildiği Yermuk Kampı’na yönelik saldırının ardından HAMAS tarafından yapılan
açıklama ve akabinde gün yüzüne çıkanlar bana Cemil Meriç’i ve Haksözhaber
sitesinde İran anılarını yayımlayan Yakup Aslan’ı hatırlattı. Cemil Meriç ve
Yakup Aslan isimlerinin birbiriyle ilgisi olmasa da, HAMAS’ın açıklaması
sebebiyle oluşan bağlamda her ikisinin sözleri zihnimde yeniden canlandılar.
Meriç de, Kaplan da tercüme konusunda bir şeyler söylüyorlardı.
Cemil Meriç, Ali Şeraiti ile
ilgili olarak şöyle diyordu: “Şeriati'yi tanıtırken çift ihanet içindeyiz. Genç
sosyoloji doktorunu yabancı bir dilden, İngilizceden okuduk. Yoksa genç
mücahidin konuştuğu ve yazdığı dil Farsçadır. Eserini bütünüyle göremedik, üstelik
okuduklarımızı hülasa etmeye yeltendik. Tercüme,
başlı başına bir tahrif; hülasa, tahrifin tahrifi.” Meriç’in tercümeye
bakışı açıktı. O, ehil ellerde bile olsa, tercümenin başlı başına bir tahrif
olduğunu düşünüyordu. Eminim, kendi adıyla birlikte andığım Yakup Aslan’ın
ifadelerini duymuş olsaydı tercümeyi sadece bir tahrif olarak değil, bir
cinayet; tercüme faaliyetini suiistimal edenleri ise birer katil olarak tarif
ederdi.
Yakup Aslan 25 bölüm halinde
yayımladığı anılarının bir yerinde (21.bölümde) her sadık ve samimi okuru
dehşete düşürecek bir itirafta bulunuyordu. Aslan, İran Radyosu’nun Türkçe
servisinde işe başladığını, burada tercüme yaptığını anlatırken; “İlk günler,
haberleri tercüme ettim. Türkçe yayın bir saatlik olduğundan, haberler de kısa
tutuluyordu. Yaptığım tercümeleri arkadaşlar gözden geçiriyorlar ve yaptığım
ufak tefek hataları bana göstererek her zaman aynı hataya düşmemem için
çabalıyorlardı. Kısa bir zamanda hem mesafe kat etmiş hem de içinde bulunduğum
sıkıntıları aşabilmek için bir meşgale bulmuştum. Bir de İslam İnkılâbının
Türkiyeli Müslümanlara hitap eden bir makamında bulunmak bana heyecan/gurur
veriyordu, bu ruhiye içerisinde çalışmanın tadını çıkarıyordum. Yaptığımız tercümelere kendi rengimizi
vermeye çalışıyorduk, dolayısıyla kurumsal açıdan sıkıntılar doğuyordu. Resmi
bir kurumda bizim militanlığımız, anarşist ruhluluğumuz sürekli gündeme
geliyordu. Her defasında üst makamlardan ikazlar alıyorduk ve Farsça metnin
dışına çıkılmaması yolunda uyarılarda bulunuluyordu. (…) Tercüme ettiğimiz
yazıların aslının seviyesi düşük de olsa, değişik yerlerine müdahale ederek bir
düzene sokabiliyorduk. (…) Yaptığımız
tercümeler arasında, Türkiye’ye yönelik küçük de olsa bir mesaj sıkıştırabilmek bizi mutlu etmeye
yetiyordu. (…) İslam İnkılâbı, bir halk
hareketi olmaktan çıkıp devlet olmanın gereklerini yerine getirdiği zaman,
bizim uluslararası kural tanımayan değerlerimizle çatışmaya başladı. Bunun
boyutları, radyoda okunmak üzere yazdıklarımızın her kelimesini denetim altına
almaya ve tercüme niteliğini aşan metinlerden dolayı uyarı almamıza, hesaba
çekilmemize kadar genişledi. Biz yine de huyumuzdan vazgeçmiyorduk, Şah
döneminden beri radyoda çalışan ve Türkiye’nin Tahran elçiliğiyle içli dışlı
olduğunu söyleyen denetleyicinin kolayca anlayamayacağı ifadeler kullanıyorduk.
Aslında, her tarafa çekilebilecek kelimeler, vermek istediğimiz mesajı ambalaj
içinde de olsa ulaşılması gereken yere ulaştırmamıza yardımcı oluyordu.”,
diyordu. Bu açıklamanın İran İslam Cumhuriyeti’nin resmi yayın organını, bu
organdaki vazifesini iyi niyetle bile olsa suiistimal etmiş olmaktan öte bir
anlamı olabilir mi? Böyle bir soruya ben ancak “hayır” diyebilirim.
Aslan’ın açıklamalarına benzer
şekilde, kendilerine bir başka yabancı
hükümetin ana aktörünün, HAMAS’ın, açıklamalarının emanet edildiği internet
sitesinin Türkler tarafından suiistimal edildiğini görüyoruz. HAMAS’ın resmi
açıklamasında yer almayan hususlar sitenin Türkçe sayfasını hazırlayan Türkler
tarafından bu açıklamaya eklenmiş halde. Bu haliyle Türkler tercümanın sadakat
borcunu ihlal etmekle kalmamış, HAMAS’ın emanetini suiistimal etmiş, Suriye’ye
yönelik kendi politikalarının HAMAS tarafından da benimsendiği izlenimi vermek
istemişlerdir. HAMAS yönetiminin bu tahriften haberdar olup olmadığını bilemem.
Sitenin Türkçe sayfasını da kimin hazırladığını bilmiyorum. Sosyal medyada
Türkçe sayfanın hazırlayıcısı olarak adı geçen Ahmet Varol’un bu konuda bir
açıklama yapması gerekiyor. Şayet Türkçe sayfa ile bir ilgisi yoksa bunu
bilmemiz, ilgisi var ise, içine düştükleri bu kötü durumun gerekçesinin
anlaşılması için böyle bir açıklama şart.
HAMAS’ın açıklamasının
çarpıtılmasına kadar varan bu ruh hali Türklerin karıştıkları işleri şüpheli
karşılamamızı zorunlu kılıyor. Tabii, yirmi sene sonra birilerinin anıları
olarak okumak istemiyorsak.