Translate

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Yusuf Kaplan ve Müstekreh Bir Yazı

Gürkan BİÇEN

“Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan’ın ‘Suriye’den evvel İran durdurulmalı’ başlıklı yazısını okudun mu?” diye soruyorum, telefondaki arkadaşa. “Dur Allah aşkına”, diyor, “Kusacağım şimdi”. Doğrusu yazıyı okuduğumda aynı hisse ben de kapılmıştım. Bu hissin kaynağı Sartre’ın “Bulantı”sı ile değil, Mehmet Akif’in, Safahat’ın “Asım” kitabında tarif ettiği “şuara” tiplemesiyle ilişkiliydi. Akif şairlerden bir güruhun varlığına işaret ederek bunların “edebiyata edepsizliği sokan” kişiler olduğunu anlatır ve bunlar için “müstekreh” tabirini kullanır. Akif bu adamların tıynetini;

“Ş'uarâ" dendi mi, birdenbire oynar sinirim.

İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh,

O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekruh.

Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri...

Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri

Bu sıkılmazlara "medh et!" diye, mangır sunarak,

Ne erâzil adam olmuş, oku târîhi de bak!

Edebiyyâta edebsizliği onlar soktu,

Yoksa, din perdesi altında bu isyan yoktu”

mısralarıyla dile getirir.

Durum anlaşılmıştı; bende ve arkadaşımda oluşan bulantı hissi Yusuf Kaplan’ın müstekreh yazısından kaynaklanıyordu. Yusuf Kaplan’a –daha sonra özür dilemek zorunda kaldığı- bu yazıyı yazdıran saikin ne olduğunu bilecek vaziyette değilim. Ancak özür yazısında belirttiğinin hilafına kendisinin daha evvel de yalpaladığını gören birisi olarak bir vazifenin icrası dâhilinde hareket etme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Beni bu düşünceye sevk eden vakaların bir kısmını aktarmam gerekebilir:

2009 senesi hac mevsimi yaklaşırken ajanslara düşen bir haber dikkate değerdi. Suud Kralı Abdullah 6 Türk gazeteciyi hacca davet ediyordu. Aralarında Yeni Şafak gazetesinden Yusuf Kaplan’ın da olduğu 6 Türk gazeteci on gün boyunca kralın özel misafiri olacaklardı. Yusuf Kaplan’ın hac yolculuğu öncesi yazacağı son yazıyı merakla bekledim. Acaba kralın davetlisi olarak gittiğini açıklayacak mıydı? Yusuf Kaplan, 20 Kasım 2009 tarihli yazısının sonuna şu notu ekliyordu; “ "VEDA": Bu hafta sonu Hacc'a gidiyorum... Sevgili Ömer Lekesiz dostun deyişiyle "Sevgili'nin Evi" Kabe'ye ve Efendimiz'in "dergâh"ına yüz sürmeye, insanlığa rahmet kanatları ve ufukları açan yüce yolunun, güzîde yolculuğunun izini bizzat yaşamaya, tecrübe etmeye, solumaya, tatmaya... O yüzden iki hafta izninizi istirham ediyorum... Hakkınızı helâl ediniz...”

Kaplan kral parasıyla hacca gittiğini yazmak istememişti anlaşılan. Bu haccın takipçileri olarak, kendi imkânları ile hacca gitmesi mümkün değilse böyle bir fırsatı değerlendirmiş olmasını anlayışla karşıladık. Ne var ki, Kaplan’ın bundan sonra Suudi Amerika hakkında yazacaklarına da dikkat etmeyi ihmal etmedik. Hac dönüşü izlenimlerini yazmaya başlayan Kaplan’ın, 7 Aralık 2009 tarihli yazısında kralın hediyesine ilk karşılığı vermiş olduğunu gördük. Bu yazısında Kaplan, “Türkiye'nin gerçekleştirdiği atılım ve açılımlara bölge ülkeleri de karşı açılım ve atılımlarla cevap veriyorlar: Sözgelişi, Arabistan Kralı Abdullah, Arabistan'ın Yeni Faysal'ı olduğunu gösteren işlere imza atıyor: Bir yandan ülke içindeki sosyal adaleti, kardeşlik ve barış ortamını yaygınlaştırmaya çalışırken, öte yandan da Türkiye ve bölge ülkeleriyle derin, uzun vadeli ve kalıcı ilişkiler kuruyor ve Batılılara mesafeli duruyor. Bunun en somut örneği, 2006 Haziran'ın da Batılıların ve onların içerideki uzantıları olan tatlısu frengisi "Beyaz Türkler"in, Türkiye'nin ekonomisini çökertmeye dönük operasyonlarını önlemek amacıyla Kral Abdullah'ın art arda iki kez Türkiye'ye ziyaret yapması ve 20 milyar dolar nakit para getirerek bu operasyonu püskürtmemize yardımcı olmasıdır.” diyordu.

Kral’ın Türkiye’ye 20 milyar dolar getirdiğine dair iddiasını Haziran 2010 senesinde “Teke Tek” isimli televizyon programında tekrar eden Kaplan, gelen tepkiler üzerine olsa gerek 14 Haziran 2010 tarihli yazısının sonundaki bir not ile özür diliyordu. Bu özür açıklamasında Kaplan, sanki bu hususta daha evvel hiçbir şey yazmamış, hac dönüşü aynı gazetede kaleme aldığı izlenimlerinde bu konuya hiç değinmemiş gibi davranıyor ve şöyle diyordu: “ZORUNLU BİR AÇIKLAMA TVNET dışındaki kanallara çıkmama ezberimi bozarak geçen gün TekeTek`e çıktım... Katılımcıların, ilkel, ırkçı Arap, İran vs düşmanlıklarına daha fazla dayanamadım ve çok da iyi bilmediğim hâlde, "bu kadar hakaret ediyorsunuz ama Suud Kralı, Türkiye`nin büyük bir ekonomik krizin eşiğine sürüklenmeye çalışıldığı bir sırada Türkiye’yi bu krizden kurtaracak bir girişimde bulundu. Küfür değil; teşekkür etmeliyiz" dedim. Arap havzasına ticarî olarak açıldığımızı, Arap sermayesinin Batı`dan Türkiye`ye akmasını başardığımızı biliyorum... Ama Suudların Türkiye`ye spesifik olarak nasıl yardım ettiklerini bilmiyorum. "Kralın uçakla nakit para getirdiği" iddiasını da Türk basınından okuduğumu söyledim zaten... Özetle... Ben gazeteci-mazeteci değilim... Bu konu da kesin olarak bildiğim bir konu değil... Çok iyi bilmediğim, başkalarından okuduğum bir şeyi, yapılan hakarete dayanamadığım için gündeme ben getirmiş oldum... Yanlış zamanda, yanlış yerde, çok emin olmadığım bir şeyi gündeme getirerek, hiç istemediğim halde, absürd bir şekilde gündem oluşmasına yol açtığım için başta izleyiciler olmak üzere burada zan altında kalan bütün "taraflar"dan özür diliyorum... Açıkçası ne olduğunu çok iyi bilmediğim, bu tür saçma sapan meselelerle gündeme gelmek istemem... Dahası, gündeme gelmek gibi bir derdim filan da yok benim... Ben daha esaslı, daha derinlikli, daha kalıcı fikrî kaygıları olan bir adamım vesselam...”

Yusuf Kaplan’ın İran konusunda özür dilemekle yetinmeyip bizlere hesap vermesi gereken hususlar yukarıdaki özür metninde açıkça görülüyor. Kaplan’ın İran’a lanet okuduğu 19 Ağustos 2011 tarihli yazısının ilgili bölümlerini okuyan her aklıselim insan ona aynı soruları soracaktır. Kaplan’ın sözleri şunlardır:

“Baas rejiminin son artığı Beşşar Esed'e ve terör şebekesine de binlerce kez lanet olsun. Suriye'deki katliamın arkasındaki pers ruhlu aktör İran'a da binlerce kez lanet olsun. (…) Suriye'deki katliamın arkasında İran var. İran, durun dese, durdurulacak ve duracak katliam. (…) İran, çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Suriye'yi karıştırarak Türkiye'yi arkadan vurmakla Türkiye'nin büyümesini, önünün açılmasını istemeyen Amerika'yla ve İsrail'le aynı yerde konuşlanmış oluyor, Persleşen, vicdansızlaşan ve yüzlerce masum Suriyelinin katledilmesini "seyreden" (?) İran. Birileri İran'ı durdurmalı artık. Suriye'yi değil, İran'ı. Suriye'yi ve bölgeyi karıştırarak, sömürgecilere bir kez daha peşkeş çekecek tehlikeli bir bölgesel savaşın tohumlarını ekiyor İran. O yüzden durdurulmalı. Bir Türkiye'nin yaptığına bakın, bir de İran'ın yaptığına: Türkiye, İran da, Suriye de vurulmasın diye göğüs göğüse çarpıştı Batılılarla; ama İran ilk ele geçirdiği fırsatta vuruyor Türkiye'yi arkadan, Suriye'den. İran'ın şu an tek derdi Türkiye'nin toparlanıp büyümemesi. Aynı dert Amerika'nın da, Avrupa'nın da, İsrail'in ve -sıkı durun- Türkiye'deki laikçi, ulusalcı, Kemalist ve Sabetaycıların da derdi değil mi?”

Tüm bu anlatılanlardan sonra Kaplan’ın şu sorulara cevap vermesini ve bizi ikna etmesini bekliyoruz:

1 – Bir sene evvel İran düşmanlarının İran düşmanlığına dayanamadığınızı söylerken, bugün açık bir İran düşmanı olmanızda kursağınızdan geçen kral parasının etkisi var mıdır?

2 - “Gazeteci mazeteci” değilseniz ve bu sebeple sizde son bulan bir bilgi akışı yok ise İran’ın Suriye’deki katliamın arkasında olduğunu, Suriye’yi karıştırdığını ve bunu Türkiye’yi arkadan vurmak için yaptığını nereden öğrendiniz? Size bu konularda bilgi taşıyan bir istihbarat teşkilatı ile bağınız/bağlantınız mı var?

3 – İran basınını yahut İranlı yetkililerin açıklamalarını takip ediyor musunuz? Onların Suriye rejimini itidale ve halkın isteklerine cevap vermeye çağıran açıklamalarından haberiniz var mı? Yoksa Türk medyasını izlemekle mi iktifa ediyorsunuz? (Yusuf Kaplan 2006 yılında Türk medyası için şunları diyordu: “Bir de köle ruhlu medyatörler var. Varlığı bu ülkeye sadece zarar veren sözüm ona Türk medyası mesela. Gladyatörleri aratmayan İsraillilerin vahşetine başkaldıran insanları hâlâ "militan, gerilla, terörist" diye sunan köle ruhlu medyatörler! Köleler, köle ruhlu varlıklar, sadece seyretmiyor; İsrail'in vahşetini, Amerika'nın barbarca planlarını meşrûlaştıracak işlere de imza atıyorlar! Yazıklar olsun!”)

4 – İran’ın Suriye’de yaşananların ardında olduğuna dair kesin bir bilginiz var ise bunu ortaya koyacak mısınız? Kesin bir bilginiz yok ise böyle bir yazıyı kaleme almakla Müslümanlara bühtan ettiğinizin bilincinde değil misiniz?

5 – İleri sürdüğünüz şeyler için daha sonra rahatlıkla “saçmalık” diyebildiğinizi dikkate alırsak sizin, kendi tabirinizle, daha esaslı, daha derinlikli, daha kalıcı fikrî kaygıları olan bir adam” olduğunuza inanmamızı umuyor musunuz?

6 – Siz kendinizi ne sanıyorsunuz?

Kaplan, dilerse cevaplamaya sondan başlayabilir. Ancak nereden başlarsa başlasın Akif’in, “O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekruh.” mısraını dilimizden sökemez.