Translate

16 Ekim 2007 Salı

* VİCDANLAR KANARKEN ERBAKAN



Allah’ın “beşer” türüne “insan” vasfını eklemesinin ve onu yeryüzünde Allah’ın ilkelerinin yürütücüsü kabul etmesinin temel sebeplerinden birisinin Allah’ın “Adalet” ilkesinin nakıs da olsa yeryüzünde tesis edilebileceğinin gösterilmesi olduğu bugüne kadar konuşulagelmiştir. Bu böyle olmalıdır ki ferdi ve içtimai tüm yaklaşımların temelinde adalet duygusunun yer aldığı ısrarla söylenmektedir.

İnsanlık tarihinin hemen her döneminde toplumlar, basit de olsa, adaletin tesisi için bazı kurumlar oluşturmuş ve bunlara genel kabul gören bir meşruiyet alanı sağlamışlardır. Bu meşruiyet dairesi içinde bu kurumlar; fert ile fert; toplum ile fert arasında var olan dengeyi bozucu fiillerin tespiti ve dengenin kurulması için vaz’ edilen karşılıkları uygulamakla görevlendirilmiş ve çok zaman “sahibi olmayanın sahibi” konumunda bulunmuşlardır.

Ancak, insani ilişkilerin tümünde var olan zaafiyetleri bu kurumlardan ve bu kurumların içinde yer alan kişilerden istisna tutmak elbette mümkün değildir. Bir başka ifadeyle bu kurumlardaki insanlar da iktidara / güce yakın olma, kişisel tercihlerinin genel kabul görmesini isteme ve bu yolda çaba sarf etme noktasında meşruiyet alanının dışında bulunan hallere meyledebilmişlerdir. Kimi zaman ise bu kurumların dışında yer alan ama onlarla tamamen ilgisiz de olmayan başka kurumlar adaletin tesisini amaçlayan kurumları kendi amaçları doğrultusunda kullanmayı başarabilmişlerdir. İnsanlık tarihi adaletin tesisi hususunda güzel örneklerle dolu olduğu gibi bir çok vicdan kanatıcı emsale de sahiplik yapmıştır.

İsa’nın hahamları adaleti yok etmekle suçladığı, Ömer’in adaleti mülkün temeli olarak işaret ettiği günlerin çok uzağında ama bu bilgilerin izlerinin günlük hayatımızda yer ettiği dönemlerin içindeyiz. Adaleti tesis etme vazifesinin dini mercilerden alınarak seküler algılayışın, ki “her zaman adalet” dediği söylenir, tesis ettiği kurumların yürütücülerine bırakıldığı, böylece insani ilişkilerde ortaya çıkacak hukuki ihtilafların hallinde her türlü önyargıdan uzaklaşma imkanının doğduğunun iddia edildiği bir zaman ve mekanda, seküler kurumların da insani zafiyetlerden uzak olmadığını, adaletin tesisi hususunda dahi bunun böyle olduğunu görmüş olduk, Erbakan davası ile.

Malum süre sonunda gelinen noktada Anadolu coğrafyasında toplumsal hayatı düzenleme hususunda yetkiye sahip olan insanların adaleti tesis etmek ile iktidar kavgasının rüzgarlarından etkilenmemek arasında yaşadığı gelgitler “adalet” adına bize aydınlık günleri müjdelememektedir. Yüzümüz yine bir karanlığa, yine bir haksızlığa dönük haldedir.

Erbakan özelinde yeniden ortaya çıkan bu problem adaleti tesis edecek kurumların yeniden yapılandırılması için bir fırsat olabilecekken, Erbakan’ın cezaevine girmesinin iktidar güçleri içinde yaratacağı fırtınanın korkusu ile “adalet”ten uzak tutulmuş bir insanın mevcut halini kabul ederek bedenen kurtarılmasına yönelik girişimlere kapı açılması olması gereken olmadığı gibi kanayan vicdanlar için de bir çare değildir. Bu konuda yapılacak asgari şey bu davanın yeniden görülmesini sağlayacak yasal düzenleme olmalıdır.

İçtimai hafızanın gelecekteki okunuşu; Erbakan için, bir bühtanın mağduru ve bu dönemin insanları için de adaletin tesisinden bin türlü sebeple uzak duran insanlar topluluğu, şeklinde olacaktır.

Unutulmasın, sahibi olmayanın sahibi Allah’tır.