Translate

1 Haziran 2011 Çarşamba

Mladiç Tiyatrosu ve Uluslararası Propaganda

Gürkan BİÇEN

Lenin’in “Bir kişinin ölümü trajik, binlerce kişinin ölümü istatistiktir.” dediği rivayet edilir. Bazen siyah beyaz bir fotoğraf, bazen mahzun bir bakış bırakan bir çift küçük göz ile canlanan geçmiş günler, yaşantılar, şehirlerin, sokakların, evlerin mevcudiyetinden yükselen anılar bizi ölen bir kişi ile özdeş kılar ve biz o ölümde kendimizi buluruz. Trajik olan budur: Kendi ölümümüz. Stalin içinse trajediden öte istatistik dahi anlamsızdır. O, doğal afetler sebebiyle ölen binlerce insana ağlanmazken yeni bir toplum oluşturmak için girişilen zorunlu ameliyenin –temizlik harekâtının- yadırganmasını garipser. Bolşevik ihtilalin arka planında yer alan toplumsal gerçeklik Rusya’da ne ise Balkan Ortodoksları arasında da odur. Bu kimlik “trajedi” ve “istatistik” arasında sıkışmış bir kimliktir.

Avrupa ise yakın geçmişe kadar sadece coğrafi sınırları olan bir alanı değil aynı zamanda kavmi ve dini bir farklılaşmayı da işaret ediyordu. Avrupa’ya göre konumlandırıldığında Balkan halkları dini olarak az bir Katolik oran haricinde Doğu Kilisesi ve Müslümanlar olarak iki ana bölümde; Avrupa tarihi açısından ise “saldıranlar” ve “savunanlar” olarak iki ayrı ana bölümde incelenebilir. Bu ikinci ayrım Balkan coğrafyasındaki iç mücadeleden öte Avrupa’ya yönelik taarruzu ve Avrupa’yı müdafaayı işaret etmektedir. Bu tanımlamayla Boşnaklar ve Arnavutlar Avrupa’nın mürtet ve saldırgan kuzenleridir.

Osmanlı hâkimiyetinin zayıfladığı 1878’den bu yana Bosna’nın Müslüman halkının bilinen tarihi genel olarak “istatistik”in konusu olmuştur. Yugoslavya’nın dağılma süreci de, Müslüman Boşnaklar için 100 yıl içinde yaşadıkları 3.büyük katliama şahitlik etmiştir. Ancak bu katliamı diğerlerinden ayıran nokta hayatını kaybeden insanların sayısal çokluğu değil, gerek katliamlar sırasında ve gerekse sonrasında yürütülen propaganda savaşıdır. 1992 yılında yapılan referandum sonucu ilan edilen bağımsız Bosna Hersek Cumhuriyeti Sırp askeri ve paramiliter güçlerinin olduğu kadar Sırpları destekleyen başta Fransa olmak üzere Avrupa merkezli medya taarruzunun da hedefi olmuştur. Bosna Savaşı korunmaya çalışılan değerlerin veya saldırılan hedeflerin neler olduğu hususunda Avrupa’ya duymak istediklerinin duyurulduğu bir dönemdir.

Savaş boyunca Sırp propaganda stratejisi “Avrupa’nın korunması” söylemi üzerine bina edilmişti. Sırp propagandası Bosna’daki iç çatışmaların sebebini, Müslüman Boşnakların Fundamentalist Aliya İzzetbegoviç önderliğinde hareket ederek Avrupa’nın göbeğinde bir İslam Devleti kurmayı amaçlamaları; Avrupa değerlerine yönelen, bu değerleri sahiplenen Sırp ulusunun ise Avrupa medeniyetinin bir tehdit altında olduğunu fark etmesi olarak ilan ediyordu. Bu propaganda, temeli 19.yüzyılda Ilija Garasani tarafından atılan ve 20.yüzyılın son çeyreğinde, 1986’da, Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi tarafından bir “muhtıra”ya dönüştürülen “Büyük Sırbistan” idealini maskelerken, seyreltilmiş ve kontrol altına alınmış bir Müslüman nüfusu amaçlaması, böylelikle Avrupa’nın civarını “Avrupa değerleri”ne yabancı unsurlardan arındırabilme imkânına sahip olması sebebiyle kabul görmüş haldeydi. Hal böyle olunca, Sırpların fiili saldırısına maruz kalan Boşnakların Avrupa Medeniyeti’ne yönelik fikri ve itikadi uyumsuzlukları ve gelecekte olması muhtemel karşı koyuşları onları daha şimdiden “Saldırgan” statüsüne koymak için yeterli oluyordu. 2.Dünya Savaşı’ndan bu yana yaygınlaştırılan, teorisyenlerinin çoğunlukla Ortodoks kökenli komünist tarihçiler olduğu, “Avrupa Medeniyeti’ni korumak için kendini feda eden halklar” miti Bosna Savaşı boyunca da tedavüle sürülmüştü.

Fedai halkın Avrupa’ya yönelik propagandasının ağırlık noktasını Aliya İzzetbegoviç ve Genç Müslümanlar teşkilatı oluşturuyordu. İslam Deklarasyonu, Doğu ve Batı Arasında İslam eserlerinin sahibi İzzetbegoviç Yugoslavya zindanlarında geçirdiği yıllardan sonra yine bu eserlere istinaden karalanıyordu. Sırp siyasi eliti ve Sırp medyası Avrupa’ya, İzzetbegoviç’in Mayıs 1991’de İran’a yaptığı gezinin basit bir diplomatik gezi olarak algılanamayacağını, yine Türkiye ve Bosna’ya açık desteği bilinen Turgut Özal ile olan görüşmelerinin yeni bir “Osmanlı taarruzu”nun alt yapısı için olduğunu söylüyordu. Birleşmiş Milletler’in uyguladığı ambargoya rağmen Bosna hükümetine askeri ve siyasi desteğini giderek arttıran İran’ın varlığı Bosna Savaşının akıbetini değiştirdikçe Avrupa ve Amerika’da yayımlanan dergiler sayfalarını Bosna Hükümeti ve Ordusundan bağımsız hareket eden ve çoğunluğunu Arap Müslümanların oluşturduğu savaşçıların Sırp cephesinde yarattığı dehşetin (kesik başların) fotoğraflarıyla süslüyordu. Böylelikle Avrupa, Müslüman bir Bosna Hersek’e akacak Fundamentalist savaşçıların neler yapabileceği ile korkutuluyordu. 1995’te Zenica’da çekilen bir fotoğraf ile Avrupa’ya, Arap savaşçıların sayısının 10.000 kişiyi bulduğu ve artık düzenli bir ordu oldukları duyuruluyordu.

Müslüman önderliğin askeri başarılar ile desteklenmeyen tüm diplomatik çabalarının neticesiz kaldığı süreçte savaşın dinler arasında değil Bosna’daki etnik kökenler arasında geliştiği tezine sarılan Avrupa ve Amerika düzenli Bosna ordusunun teşekkülü ile birlikte Müslümanlar lehine dönmeye başlayan sürecin bir yerde kesilmesi ve bunun Müslüman Dünya’ya karşı bir propaganda aracı olarak kullanılmasını planlarken, Sırpları, savaş boyunca Avrupa için gösterdikleri fedakârlıklara karşılık olmak üzere, en az 8 bin Müslüman’ın hayatını kaybettiği Srebrenica Katliamı ile ödüllendirdiler.

Bugün Srebrenica Katliamı’nın baş aktörlerinden Ratko Mladiç’in yakalandığını duyuyoruz. Ne var ki, Dayton Anlaşmasının Sırp ve Hırvatlar arasına hapsettiği Bosna Müslümanlarının var olma mücadelesinde değişen bir şey yok. Bosna Müslümanları bir zamanlar çoğunluk oldukları topraklarına halen dönebilmiş değiller. Göstermelik yargılamalar Bosna Müslümanlarının günlük hayatını hiçbir şekilde müspet yönde etkilemiyor. Bosna Hersek Reis-ul Ulema’sı Mustafa Çeriç’in dediği gibi, Müslümanlar topraklarını başkalarıyla paylaşmak zorunda kalmaya devam ediyorlar. Avrupa ve Amerika muhtemel yardımları engellemek için Bosna’nın Müslüman Dünya ile olan tüm ilişkisini kontrol ediyor ve sınırlıyor.

Mladiç yıllar süren bir pazarlığın sonunda Avrupa Birliği sürecinin bir bedeli olarak teslim edildi. Mladiç’in tesliminden çok önce, Bosna hükümeti Sırbistan’ın Bosna Müslümanlarına karşı bir soykırım yürüttüğü yönündeki iddiasını Uluslararası Adalet Divanına götürmüştü. Bu dönemde ve hassaten Milosevic’in yargılanmaya başlaması ile birlikte, Sırp propaganda stratejisi Bosna Müslümanlarını Nazi işbirlikçiliği ve Yahudi katliamı ile suçlayan belgelerin yayımlanması temelinde hareket etti. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in oluşturduğu ve Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyin tarafından ziyaret edilen Bosna Tugaylarına ilişkin belge, fotoğraf ve film kayıtları Müslümanların faşizm/Nazizm ile işbirliği içinde olduklarını ve Sırpların aslında masum olduğunu, yaşananların faşizme karşı verilen bir savaşın sonucu olduğunu ispatlamak için kullanılmaya çalışıldı. Benzer bir şekilde, Bosnalı Müslümanlar aleyhine yürütülen propaganda faaliyetlerinde isimlerin, zamanların, yerlerin birbiri içerisine geçirilmesiyle Bosna Savaşı ile El-Kaide arasında bir ilişki kurulmaya, böylelikle İzzetbegoviç’in Avrupa ve Amerika’yı tehdit eden El-Kaide’nin desteğini sağladığı izlenimi verilmeye çalışıldı.

Sırp propaganda araçlarına bu yolu açan kuvvetin kim olduğunu binlerce isim altına gizlenen medya tekelinin sahiplerinde aramak gerekir. Bilinen odur ki, Balkanların “seçilmiş halk”ı propaganda savaşını Siyonist İsrail lobisinin desteği ile yürütmektedir. Bir dönem Bosna Hersek Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Muhammed Cengiç Sırplar ile Siyonist İsrail’in ilişkilerinin stratejik düzeyde olduğunu ve Siyonist İsrail’in Sırpları sadece lobicilik açısından değil, askeri ve siyasi açıdan da desteklediğini söylemektedir. Bu desteğin uluslararası kuruluşlarda Sırplar ve Sırbistan aleyhine alınabilecek kararları engelleme misyonunu taşıdığı da aşikârdır. Avrupa ve Amerika’nın Sırbistan’ı ciddi bir şekilde suçlamayacağını, Bosna Müslümanları aleyhine yürütülen tüm bu propaganda faaliyetlerinde kara vicdanlarını temize çıkarmak için bir haklılık payı bulacaklarını biliyoruz.

Slobodan Miloseviç örneğinde olduğu gibi Ratko Mladiç’i de göstermelik bir şekilde yargılayacak olan Uluslararası Mahkeme için Bosna sadece bir “istatistik”tir. Bosna’yı Mahkemenin Stalinist bakış açısından kurtaran ise İzzetbegoviç’in Müslüman kimliği çevresinde yükseltilen direniştir. O, SDA’nın ilk kongresinde yaptığı konuşmayı şöyle noktalıyordu: “Her şeye kadir olan Allah’a yemin ederim ki, köle olmayacağız