Translate

8 Nisan 2012 Pazar

Niçin yazdım

Gürkan BİÇEN

“Benim de bir öyküm var: İDSB” yazımın akabinde gelen müspet ve menfi tepkiler iki temel noktayı işaret ediyordu. Bunlardan birincisi “Niçin yazdın?” sorusu ile özetlenebilir. İkincisi içinse “Emin misin?” sorusu uygun olur.

Arnavutluk’taki bir STK’nın ihracı ile başlayan tartışmamız orada kalmış ve bu tartışmanın ardından İDSB’nin nasıl yönetildiğine dair şaşkınlık verici bir metin bana ulaştırılmamış olsa idi, “benim de bir öyküm var”, demezdim. Ancak bana ulaştırılan metin Türkiye’deki Müslümanların dikkatine sunulmayı hak ediyordu.

Ben, İDSB heyetiyle Arnavutluk’taki bir STK’nın İDSB üyeliğinin niçin iptal edildiğini sorguluyordum ve verilen cevaptan İDSB’nin Arnavutluk’taki üye STK’lar hakkında hiçbir bilgisinin olmadığı anlaşılıyordu. Belki onların bu bilgisizliğini “her şeyi de bilemezler ki” diyerek mazur görmemiz de mümkündü. Ne var ki, bana gönderilen metinde; “Şükürler olsun gazeteyi de, haberleri okumayı ve seyretmeyi de 2003'ten beri bıraktım.”, denmesi İDSB’nin dünyayı takip etmek üzere vazifeli kıldığı kişinin/ kişilerin dünyadan bihaber olmakla övündüklerini ortaya koyuyordu ve bu kabul edilemezdi. İDSB’nin takip etmediği zaman dilimi içinde birilerinin sözüne istinaden üyelikten çıkardığı STK, Tiran, Arnavutluk merkezli olarak kurulmuş, Arnavutluk Müslümanlarının kamuoyu önündeki savunucusu olmayı başarmış ve bu haliyle Avrupa ve Amerika’nın belli merkezlerinin de dikkatini çekmişti. Aynı STK kurumsallaşma çabasında kendisine kültürel, akademik ve ekonomik destek sağlamalarını temin etmek için Türkiye’deki bazı kuruluşlara müracaat etmiş ve fakat Türkiye’deki organizasyonların ilgisine mazhar olamamıştı. Zira Türkiyeli organizasyonlara sunduğu projelerin hiçbirisinde “iftar” ve “kurban” dağıtımı gibi Arnavutluk için neredeyse faydasız diyebileceğimiz şeyler yoktu. Bunların yerine bu STK, Türkiyeli kuruluşlara dergi, gazete, radyo ve bir adım ötesinde okullaşma ve siyasal hayata dair projeler sunmuştu. O, bu işlerin finanse edilmesini ancak işin mümkün olduğunca Arnavutlar tarafından yürütülmesini, Türklerin uzantısı bir yapı izlenimi verilmemesini istiyordu. Türkiye’nin iri yarı bir yardım kuruluşu bu STK’nın projelerini “mayınlı alan” olarak tanımlamıştı. Türkiye’nin olumsuz tavrına aldırış etmeksizin bu STK faaliyetlerini sürdürmeyi başardı. Şayet İDSB’nin temsilcisi Türkiye’deki basını takip etmeyi bırakmamış olsaydı bu STK ile ilgili haberleri de görebilirdi. Yine Arnavutluk Müslümanlarının problemlerini takip etmiş olsaydı, tezkiye işlemine maruz bıraktığı bu STK hakkında kendisine bilgi verenlerin ne tür ilişkilerle maruf olduklarını bilirdi.

Arnavut bölgesini yakından tanıyan, İDSB’nin ancak genel düzeyde ilişki kurduğu birçok kişiyle şahsi ilişkisi olan birisiyim. Üyesi olduğum platformlarda öncelikle Müslüman Arnavutları ve sonra da Balkan bölgesini ilgilendiren konuları takip ediyorum. Dünyanın hemen her tarafına yayılmış Arnavut diasporası ile az veya çok iletişimim var ve böyle olduğu halde herhangi bir meselede emin olabilmek için edindiğim bir bilginin sağlamasını mümkün olduğunca çok kaynaktan yapmaya gayret ediyorum. Ama İDSB yetkilisinin bana göndermiş olduğu metinde, “Nihayetinde bir üyemizin alınması ve çıkartılmasında tezkiye mekanizması var ve çalışıyor. Mezkûr şahsın nerelerle ne iş yaptığını gayet iyi bilecek kadar da ilişkiler ağı var.”, cümlesini okuyorum. İDSB temsilcisi Arnavutluk’un küçük bir yer olduğunu, kendilerinin ilişkili oldukları kişileri bizim de yakinen tanıdığımızı bilmiyor olmalı ki, böylesine rahat bir cümleyi kurabiliyor.

İDSB temsilcileri işte böylesi bir bilgisizlik içindeyken sadece Arnavutluk meselesinde kalmış olsalardı “Benim de bir öyküm var; İDSB” yazısını kaleme alma ihtiyacı doğmayabilirdi. Ama onlar insanların kanı üzerinden emperyalist hesapların yürütüldüğü bir alanda da söz söylediler. İDSB Genel Başkanı, Özgür Suriye Ordusunu desteklediğini açıkladığında ve Direniş hakkında “Sözde direniş ekseni” ifadesini kullandığında kendilerini tüzüklerine sadık olmaya çağıran bir yazı kaleme almıştım. Bu yazımda İDSB tüzüğüne göre bir STK’nın üyeliğinin kabulü için aranan şartlar arasında “şiddete bulaşmamış olmak” ifadesine de yer verildiğini, İDSB’nin bu çatışmada askeri bir yapının tarafı olmasının izahı olmadığını ifade etmiştim. Bu makalemin İDSB yetkililerince okunduğunu bana gelen metinde yer alan, “İsmi Gürkan olan birinin soyisminin bariz bir şekilde Suriye'ye dair basın açıklaması yaptığımızda "kapıkulu mu?" diye tavsif edilecek makalenin sahibi olması gerektiğine kani oldum...” ve “Bir çocuk var bayağı bayağı yazılar yazıyormuş. Doğrusu duymuştum ismini bizimle ilgili bir yazısından ötürü. Okuduk itibar vermedik ve cevap bile vermeye tenezzül etmedik.”, ifadelerinden anladım. Kendilerine tüzüklerine sadık kalmalarını tavsiye etmeme itibar etmedikleri belliydi. Ancak kuvvetle muhtemel, “Siz bu açıklamayı yaparken üyelerinizin ekseriyetinin fikrini almış değilsiniz. Öyle olsaydı bu sözleri sarf edemezdiniz zira listenizde Direniş Ekseni’ni “sözde” olarak nitelemenize, Direniş’i Müslümanların kanına girmekle itham etmenize açıkça karşı çıkacak, Türkiye’nin silahlı muhalefete destek verdiğini hatırlatacak üyelerin varlığını biliyorum.”, sözüme itibar edilmişti ve Arnavutluk’taki STK alelacele üye listesinden çıkarılmıştı. Onunla da yetinilmemiş Suriye kökenli dernekler de silinmişti.

Metni hazırlayan şahıs, Ağustos 2011’de Yeni Şafak Gazetesinde İran İslam Cumhuriyeti’ne lanet okuyan bir yazı kaleme alan Yusuf Kaplan’a cevaben yazdığım bir makaleye işaretle; “Şahsen ben G.B ismini ilk defa bir arkadaşım telefonla arayıp: ‘Duydun mu İrancıların sitesinde Yusuf Hocayla ilgili bir çocuk iğrenç bir yazı yazmış!’ deyince haberdar oldum. Cevaben: ‘Ne yazısı, ne sitesi ne ona karşı yazılan site dedim?’ çünkü gazete, haber sitesi vs okumadığımdan ne İrancı denen siteden, ne Yusuf Hoca'nın İran'a dair yazılarından ve ne de ona karşılık yazılmış bir yazıdan haberdar idim.” ifadesine yer vermemiş olsa, ben- iyi niyetle- İDSB’den gelen bu kişilerin Suriye konusunda anlattıklarının bir bilgiye dayandığını düşünebilirdim. Ancak talebesi olmakla övündüğü hocasını bile takip etmeyen bir kişinin Suriye hakkında anlattıklarını nereden duyduklarını/ öğrendiklerini merak etmek hakkım olmalıydı. Yoksa onların da, Arnavutluk’taki partnerleri gibi, Amerikan belgelerine muhbir sıfatıyla geçen dostları mı vardı? Öyle ise bu dostların kendilerini dezenformasyona uğrattıkları açıktı. İDSB’nin maruz kaldığı dezenformasyonun görülmesi gerekiyordu.

İDSB’nin kendini tanımladığı çizgiye, barış yanlısı sivil toplum çizgisine dönmesi gerekiyor. Mevcut duruşuyla İDSB kamuoyunu yanlış yönlendiriyor. İşte “Benim de bir öyküm var; İDSB” yazısını kaleme almamın birinci sebebi, “Niçin yazdın?” sorusuna verilecek cevap budur: İDSB değil çatışma ortamındaki bir ülkede olanlardan, barış içindeki bir ülkedeki kendi üyesi hakkındaki gerçeklerden bile habersizdir. İDSB’ye kulak verenler bunu bilmelidir.

Bu metni yazan ve bana ulaştıran kişinin kendi açısından samimi olduğuna, kendisine ulaştırılan bilgilerin doğru olduğunu düşündüğüne ve bunlarla amel ederken doğru yaptığı kanaatinde olduğuna eminim. Zira bu insanlar vaktiyle de Müslümanların dertleriyle dertlenmiş kişiler. Ne var ki samimiyetin tek başına yetmediği, birçok hesabın iç içe geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu kişilerin de, olup bitenleri dikkatle takip etmeleri, halklar üzerinde yürütülen psikolojik harbin usul ve araçlarını tanımaları, Müslümanları yönlendirirken hataya düşmemeleri gerekiyor. Teyid edilmemiş bilgileri yaymak ve bunlarla amel etmek Müslümanlara ancak zarar verir.

Yazıma gelen müspet ve menfi tepkilerin işaret ettiği ikinci husus ise “Emin misin?” sorusuyla özetlenebilirdi. Batı Dünyasının ve Orta Doğunun bütün zalimlerinin bir araya geldiği, Türkiye’yi de içine sürükledikleri bu girdapta Direniş’in verdiği haberlere kulak verilmesi gerektiğini zira onun bizi daha evvel yanıltmadığı gibi bu sefer de yanıltmayacağını biliyorum. Nihayetinde işlerin döneceği yer ise şüphesiz Allah’tır.

“Allah her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz”