Translate

20 Temmuz 2012 Cuma

Muharip Kalemler


Gürkan BİÇEN
  
Arnavutluk’un başkenti Tiran’ın kenar semtlerinden birinde, Arnavutluk Müslümanlarından bazıları ile sohbetimiz sırasında bana söylenen, “Gürkan, bizim acılarımız, gözyaşlarımız sizin yardım kuruluşlarınızın ticareti. Onlar yardım kuruluşu adı altında faaliyet gösteren para mafyaları”, sözünün ne anlama geldiğini, bu sözün neye istinaden söylendiğini kavrayabilmem için o sohbetin üzerinden biraz zaman geçmesi ve benim, Türkiye’nin, Türkiyeli yardım kuruluşlarının, Türkiyeli Müslümanların Balkan bölgesine yönelik bakış açısını tecrübe etmem gerekecekti. Bu, doğrusunu söylemek gerekirse, yakıcı bir süreçti.

Kurban Bayramına yaklaşılan bir dönemde yine bu konunun açılması üzerine irice bir yardım kuruluşumuzun “Kurban’da fotoğraf çekilirken dikkat edilmesi gereken hususlar” başlıklı fotoğraf talimatnamesi ile yüzden fazla örnek fotoğrafı gördüm. Bütün bir gecemi zehreden talimatnamede şu ifadelere yer veriliyordu:

- Yardımı alan insanın üst başının durumu ne kadar fakir olduğunu ve yardımın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyacaktır.
- Ortam müsait değilse, durumu kurtaracak bir fotoğraf çekemiyorsak o zaman mizansen (kurmaca) fotoğraf kullanabiliriz.
- Çekilen resimlerin doğal ve net olmasına dikkat edilmelidir. Ama doğal çekimde iyi bir kare yakalanamıyorsa mizansen (kurmaca) fotoğraf da çekilebilmeli.
-Kalabalık ve kuyruk görüntüleri varsa dağıtımın yapıldığı noktayı da gösterecek şekilde kadrajlanması gerekmektedir.
- Fotoğraf net olmalı. Yapılan yardımın görkemini ortaya koyacak nitelikte olmalı.
İhtiyaç sahibinin yardımı (paket vs.) alırken yüz ifadesindeki mutluluğu yansıtıyor olmalı.
- Kurban ve yardım dağıtımı sırasında mutlaka insan unsuru olmalı. (küçük bir çocuk, yaşlı bir nine veya dede gibi)
- Kurbanlık hayvanların başında toplanan insanlar çekilmeli. Özellikle çocukların böyle görüntüleri bol bol çekilmeli.
- Kurban kesimi veya et dağıtımı sırasında …… pankartının olmasına da dikkat edilmeli.
- Bol bol çocuk fotoğrafı çekmeliyiz. Çünkü çocukların yüzlerindeki masumiyet, insanları daha fazla etkileyecektir.

Verdiği üç kilo eti “yardımın görkemi” olarak tanımlayan bir anlayışın Balkanların Müslüman çocuklarını kuşe kâğıda basılı broşürlerin, dergilerin sayfalarına ticari meta olarak dizmelerine gönlüm elbette razı olmazdı. Bu kötü anlayışa bulunduğum her zeminde karşı çıktım. Ne var ki, bundan daha kötüsünü de görecekmişiz.

            Suriye’de iç huzursuzluk baş gösterdiğinde Balkan Müslümanlarının (aslında tüm coğrafyanın) çocuklarını pazara çıkaranlar Suriyeli masumların kanını da sömürü konusu yapmaktan geri durmadılar. Bu anlayışın temsilcileri –ki bunlar aynı zamanda bir kısım yardım kuruluşlarının yönetiminde yer alan kişilerdi- dayandıkları gazete köşelerinden Suriye’de masum çocukların katledildiğinden, buna sessiz kalamayacağımızdan, ordunun durumdan vazife çıkarması gerekliliğinden bahsediyor, Suriye sınırına çıkarma yapıyor, kendilerini ve hükümeti sükûnete davet edenleri gaddarlıkla suçluyorlardı. Onlara göre, dün Somali için olan insanlık bugün Suriye için var olmalıydı. Tüm Türkiye’de yürütülen yoğun bir kampanya neticesi Somali için toplanan yaklaşık 500 milyonun ancak 100 milyonunun ulaştırıldığı, 2009 yılında Gazze için toplanan tahmini 80 milyon liranın ise hala Türk bankasında beklediği, Gazze’ye ulaştırılmadığı kimin umurundaydı ki? Suriyeli çocuklara bir SMS yakınlığındaki vicdanlar hakikatin fersah fersah uzağında olduklarının farkında mıydılar?

Bu kalemlere göre Suriyeli masumların katledilmesinin temelinde Türkiye’nin tutarsız dış politikası değil, İran ve Hizbullah’ın Suriye yönetimine verdiği destek yatıyordu. Onlar, Türk Dışişleri Bakanının hayallerine ayarladıkları kalemlerine Esad’ın gidişi için gün saydırırken, Ekim 2011’de Suriye İhvan’ına hükümet yolunu açmak ve İhvan’ı yapılacak reformlarda anahtar konuma taşımak için gayret sarf eden İran’ın çabalarını da baltalamak için çabalıyorlardı.  Türkiye, kuvvetle muhtemel, İhvan’ın kulağına “Esad’ın köşeye sıkıştığını, devrilmesine az bir zaman kaldığını”, fısıldıyordu. Bu telkine güvenen İhvan ise İran’ın iyi niyetli çabalarını reddediyordu. 2012 yılının Ocak ayında The Washington Times gazetesine bir demeç veren Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Faruk Tayfur İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in Esad ile örgüt arasında bir anlaşma sağlamak amacıyla Ekim ayı sonunda İstanbul'a üç elçi gönderdiğini ancak onlarla görüşmeyi reddettiklerini – bir marifetmiş gibi-  açıklıyordu. Mayıs 2012’de  Türkiye'ye gelen Suriye Müslüman Kardeşler Genel Sekreteri Riyad El Şakfa ise kime hangi gözle baktıklarını açık bir biçimde ortaya koyuyordu: "Suriye'deki devrimin başarısı bütün bölgede ciddi değişikliklere yol açacaktır. Bu sayede İran, Irak, Suriye üzerindeki Hizbullah ittifakının beli kırılacak ve bölge böyle bir beladan kurtulmuş olacaktır." Riyad El Şakfa bu açıklamayı yaptığında Suriye’de bir Anayasa referandumu yapılmış, Baas Partisi halkın ve devletin tek önderi konumundan çıkarılmış, yeni siyasi partilerin kurulmasına izin verilmiş ve muhaliflerin yükseltmeye çalıştığı şiddetin içinde bile olsa Meclis seçimleri yapılmıştı. Ekim 2011’de İran’ın iyi niyetli tüm çabalarını “Stratejik Devridaim”  (doldur boşalt) hayali ile reddeden Müslüman Kardeşler Suriye’de gelişen siyasi süreci de gereğince değerlendirmekten mahrum olmuştur.

Tüm bunlar yaşanırken Suriye’deki kanlı süreci “insanlık”a çevirenlerin kalemşorları Suriye meselesinin arka planını ortaya koymak için gayret gösterenlere de saldırmaktan imtina etmediler. Türkiye’nin sözüne itibar edilen kişileri bu kalemşorların hakaretlerinden masun kalamadılar. Türkiye’nin Suriye politikasını ve bu politikaya destek veren “para mafyaları”nın çabalarını sorgulayanlar bunların çizmeyi aşan ithamlarına muhatap oldular. Bu kalemşorlara göre Türk halkının Suriye’ye saldırma konusunda isteksiz olmasının sebebi sözlerine itibar edilen bu entelektüellerin halkı yanıltmış olmalarıdır. Gazetelerin, dergilerin, internet sitelerinin köşelerinden mütemadiyen söven bu taifeye bir isim bulmak gerekirse, bunlara, “muharip kalemler” diyebiliriz.

Muharip Kalemler’den birisi, kendilerine boyun eğmeyen entelektüelleri “Şebbiha”ya benzetmiş ve onlara “Entelektüel Şebbiha”, demiş. İki de isim vermiş; Ali Bulaç ve Atasoy Müftüoğlu. Bu Muharip Kalem’in zikrettiği iki isimle ölçülecek, kıyaslanacak bir yanı yok. Ama ben bu Muharip Kalem’in cesaretini de sınamak isterim. Kendilerine boyun eğmeyenleri “Şebbiha” olarak karalayan bu Muharip Kalem, Suriye için yanıp tutuşan ve bizi katledilmiş masum çocukların fotoğrafları eşliğinde SMS yoluyla insanlığa davet eden yardım kuruluşlarının Balkanlarda birlikte iş yaptıkları Amerikan muhbirlerinin isimlerini de sorgulayabilir mi?

Halep orada ise arşın burada! Siz sorun, “Yok öyle bir şey”, derlerse ben yazar, aydınlatırım.