Translate

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Allah İran’a zeval vermesin

Gürkan BİÇEN

Sözlerim kimilerini kanatacak. Kibirli yüzleri yerlerde sürünsün onların. Velid bin Mugire’nin soyudur onlar. Allah’ın kendisi hakkında, Düşündü, taşındı, ölçtü, biçti. Kahrolası, nasıl da ölçüp biçti! Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, suratını astı. Sonra sırt çevirip kibirlendi., dediği Velid bin Mugire’nin. Velid bin Mugire gibi ölçüp biçmek hakikat ayan beyan ortadayken onu batılla bir tutmak, batıl saymaktır. Yazıklar olsun Velid bin Mugire gibi ölçüp biçenlere…
Filistin’in makûs talihini/ tarihini bilenler bu kutsal beldenin halkına oynanan oyunun piyonlarının Müslüman görünümlü kişiler olduğu gerçeğini teslim edeceklerdir. 1948’de yurtlarından tehcir edilen Filistinlilerin şahitlikleri bu ihanete bir nebze ışık tutar. Onlar, kendilerine silah ve askeri eğitim vermemekle kalmayıp vatanlarını korumalarına da hileli yollarla engel olan Arap yöneticileri lanet ile anarlar. Bu insanlar, dönemin Arap yönetimleri tarafından hazırlanan Özgürlük Ordusu’nun değil Filistin’i korumak, Filistinlilerin koruyabildiği beldeleri dahi Siyonistlere peşkeş çektiğini aktarırlar. Filistinlilere göre temel problem düşmanın varlığından ziyade Filistin’i itikadi bir mesele kabul edecek dostların yokluğudur. Vakıa, bu yokluk, “İsrail bizim tarafımızdan dışlanmış, defterden silinmiştir, ebediyen hem de! Ona ne petrol veririz ne de resmen tanırız; asla”, diyen İmam Humeyni’nin rehberliğindeki İran İslam İnkılâbı’nın zaferine dek sürmüştür.
İnkılab’ın Filistin için öngördüğü çözüm tam da 1948 mültecilerinin istediği tarzdadır: Filistin’i Filistinlilerin kurtarması. İran yerel halkın Siyonist düşman karşısında güçlenmesi,  toprağını ve varlığını özgürleştirmesi için her şeyi yapacak; Lübnan ve Filistin halkı da, müstekbir güçlere dayansa da, sayıca kendisinden az olan bu Siyonist güruhu söküp atacaktır. Bu program çerçevesinde İnkılab, tevile yer vermeyecek açıklıkta konuşuyordu; İran bu işe adanmıştır.[i]
İnkılab işe Lübnan’dan başladı. Diğer direniş örgütlerinden bağımsız, dini, siyasi, sosyal ve askeri gerçekliklere dayanan yepyeni bir hareket oluşturmaktı ilk hedef. Böylece, bütüncül bir projenin ilk adımı olarak Hizbullah ortaya çıktı. Hizbullah’ın Siyonist rejimi Lübnan’dan söküp atması ve yine Temmuz 2006 Savaşı’ndaki galibiyeti bu modelin incelenmesini ve uyarlanmasını haklı kılıyordu. 1982’deki ilk kurşundan Fecr-5 füzelerine kadar Hizbullah’ın mücadele tarihini izleyenler İslam İnkılâbı’nın adım adım ilerleyen projesinin başarısını ve dönüm noktalarını da göreceklerdir.[ii]
İran’ın sadece Lübnan direnişini değil, aynı zamanda işgal altındaki Filistin’deki direniş hareketlerini de desteklediği tartışmasızdı. İmam Humeyni’nin sağlığında Tahran’daki Siyonist elçiliğin kapatılıp binanın kendilerine tahsis edildiği Filistin Kurtuluş Örgütü lideri merhum Yaser Arafat’tan başlayarak, İslami Cihad’ın lideri Şehit Fethi Şikaki’ye ve yine İslami Mukavemet Hareketi HAMAS’ın önde gelen siyasi ve askeri liderlerine kadar birçok kişi İslami İran’ın başkentini kendi evleri biliyorlardı. İnkılab’ın çizdiği uzun vadeli ve fakat sağlam yolun gerektirdiği sabrı gösteremeyen Yaser Arafat’ın o dönemde söylediği, “Dayan’la Begin’e cevaben dedim ki, sen gidip birilerine dayanır ve Amerika’ya sırtını verebilirsin, ama ben de beni destekleyecek birini bulabilirim ve buldum da; Ayetullah-il Uzma Musaviyy-il Humeyni liderliğinde İran milletine dayandım.”, sözü hala kulaklarda çınlamaktadır. İslam İnkılabı’na ve İmam Hamanei’ye dayanan bir başka isim, İslami Cihad lideri Ramazan Şallah ise 2008-2009 Furkan Savaşı sırasında, “İmam Hamenei’ye söz veriyoruz, tıpkı Lübnan Direnişi gibi biz de Gazze’de zafer kazanacağız.”, diyordu. Şallah bu sözünü tutuyor ve Filistin direnişi, Siyonist rejimin devasa askeri gücünü Gazze’de perişan ediyordu.
Temmuz 2006 Savaşı İran ve Suriye destekli Hizbullah’ın Lübnan’ın kara ve deniz sahasını korumakta mahir olduğunu ortaya koyarken, Furkan Savaşı da, Gazze’deki direniş örgütlerinin operasyonel anlamda komuta kabiliyeti kazandığını gösteriyordu. 2006 sonrası İran’ın Amerika ve Siyonist rejime yönelik temel sürprizi “Elektronik Harp” sahasındaki başarısı oldu. İran Amerikan casus uçaklarını kontrol edip indirmeyi başarmakla kalmadı, bunları kopyalayıp seri üretime geçmesini de bildi. Hizbullah ise işgal edilmiş Filistin toprakları üzerinde Siyonist rejimin askeri ve nükleer tesislerini gözleyen insansız hava araçları uçurmaya başladı. İran’ın yerli uzay teknolojisi artık Filistin direnişinin hizmetindeydi. Bugün İran ve Hizbullah, Siyonist düşmanın hareketlerini anlık olarak takip etme kabiliyetindedir ve bunu işgal altındaki Filistin topraklarının özgürleştirilmesi için direniş hareketlerinin hizmetine sunmuşlardır. Yüzü aşkın Siyonist askerin öldürülmesinde düşmanın hareketlerini anlık olarak takip eden İran ve Hizbullah’ın katkısı tartışma kabul etmez düzeydedir.
İran, Erdoğan ve Davutoğlu’nun ayartmasıyla, HAMAS’ın Suriye meselesinde gösterdiği yalpalamaya rağmen onlara aşılması imkânsız duvarlar da örmeyen bir ülkedir. Kendisini sırtından vurulmuş hisseden Suriye’den farklı olarak İran, HAMAS’ın pragmatist tavrını mecbur kalınan politik bir manevra olarak kabul etmiş, hem Suriye hem de HAMAS ile ilişkileri sürdürmeyi becermiştir. İran ve Hizbullah’ın Gazze’ye aktardığı askeri malzemenin bir kısmının Suriye’de Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu ve Hizbullah’a karşı kullanıldığının anlaşılmasına rağmen İran, HAMAS’ın bunların örgüt kararı olarak yapılmayan münferit eylemler olduğu yönündeki savunmasına itibar etmiştir.
Bugün Gazze yine ateş altındadır ve direnişe sadık kalmanın bedelini yerle bir olmakla ödeyen Suriye ile İran’ın tüm bu süreçte de Filistin’i askeri açıdan besledikleri aşikar olmuştur. Tüm bunlar inkârı muhal hakikatlerdir.
Bu hakikatlerin karşısında ise Petro-dolarlarla beslenen tekfircileri Müslüman ülkelerin üzerine salan Suudi Amerika ve diğer Körfez emirlikleri ile Filistin’e yönelik NATO saldırısının içinde yer alan Türkiye bulunuyor. Siyonistlerle Amerika’nın hesabı ayrı değildir ve NATO Amerikan askeri gücünün aktarılması için kullanılan ülkelerden ibaret bir organizasyondur. Siyonistlerin Filistin’in herhangi bir bölgesine yönelik herhangi bir askeri saldırısı aslında Amerika’nın dolaylı yoldan gerçekleştirdiği bir saldırıdır. Amerika bu saldırının başarısını temin için askeri gücünü aktardığı tüm NATO ülkelerini de bilfiil kullanmaktadır. Türkiye de bundan müstesna değildir.
İki sene önceye, Siyonist rejimin Gazze’ye saldırdığı ve Mursili Mısır’ın arabulucu olduğu günlere dönersek, Erdoğan’ın Siyonist rejimi “terörist” ilan etmesini ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland'ın “retorik” olarak nitelendirdiğini görürüz. Siyonist rejim ile Erdoğan’ın ilişkilerinin her düzeyde ilerlediği bir zeminde Nuland’ın nitelemesinin haksız olduğunu söylemek mümkün müdür? Türkiye, Türk vatandaşlarının katili Siyonist rejimle ilişkileri geliştirme arzusunu ilan ederken, Erdoğan’ın retorikten öteye geçmeyen sözlerine sarılıp İran İslam Cumhuriyeti’nin Filistin’e adanmışlığını yok sayanların Velid bin Mugire’ninkine eş bir vicdana ve izana sahip olduklarını söylemek mümkündür.
Arif  Nihat Asya “Naat”ında, Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet/ Altın devrini yaşıyor.../ Diller, sayfalar, satırlar/ ‘Ebu Leheb öldü’ diyorlar./ Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed/ Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!”, diyordu.  Hakikat bu: Ne Ebu Leheb ne Ebu Cehil ne de Velid bin Mugire öldü. Reenkarnasyonla döndükleri bedenlerden kalabalıklara yalan söylemeye devam ediyorlar. Filistin’e adanan yürekler ise tüm bu yalancılara inat “Allah İran’a zeval vermesin”, diyorlar.