Translate

1 Haziran 2010 Salı

KATİLLERE YARGI YOLU AÇIK

Gürkan BİÇEN




Siyonist yapı Türkiye’nin uluslararası sular olarak kabul ve deklare ettiği bir bölgede Türk bayrağı taşıyan gemilere askeri müdahalede bulundu ve bu müdahale neticesi birçok Türk vatandaşı hayatını kaybetti ve birçoğu da yaralandı. Akabinde gemiler siyonist yapının kendi karasuları olarak ilan ettiği bir alandaki limana çekilerek mürettebatı ve yolcuları gözaltına alındı. Bunlardan bir kısmının ise tutuklandığı bildirildi. Olay tüm dünyanın gözü önünde cereyan ettiği için fiil açısından bir tartışma söz konusu değil.

Basın yayın organlarına yansıyan haberlerden, siyonist katillerin ceza kanunları açısından nasıl bir gelecek ile yüzleşeceği konusunda yapılan tartışmalarda Türk yetkililerin uluslararası hukuka ısrarlı bir yönlendirmede bulunduklarını görmekteyiz. Bu yol elbette kullanılması gereken bir yol olmakla birlikte birinci yol değildir. Zira mevcut yasal düzenlemeler Türk yetkilileri siyonist katiller hakkında cezai işlem başlatmaya mecbur etmektedir. Bu atlanacak, görmezden gelinecek, geciktirilecek bir durum değildir. Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu tarafından belirlenen prosedür ivedilikle işletilmesi gereken bir süreçtir.

Malum olduğu üzere Türk Ceza Kanununun yer bakımından uygulama alanını belirleyen sekizinci maddesi; “Suç, (…)Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla, (…) işlendiğinde Türkiye’de işlenmiş sayılır” hükmünü havidir. Mavi Marmara isimli Türk bayraklı geminin Gazze’ye 77 mil mesafede, uluslararası açık sularda seyrederken müdahalenin gerçekleştiği tartışmasızdır. Bu durumda suçun Türkiye’de işlendiğini kabul etmek ve Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde hareket etmek yasal bir zorunluluk olarak belirmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun madde 15 yetkili mahkemeyi işaret etmektedir. Buna göre; “Suç, Türk bayrağını taşıma yetkisine sahip olan bir gemide veya böyle bir taşıt Türkiye dışında iken işlenmişse, geminin ilk uğradığı Türk limanında veya bağlama limanında bulunan mahkeme yetkilidir.” Somut olayda yasal prosedürün başlaması için iki hal öngörülmüştür. Geminin bir Türk limanına gelmesi veya bağlama limanında işlem yapılması. Mevcut halde Mavi Marmara gemisinin ne zaman serbest bırakılacağı belirsizdir. Bu durumda yasal işlemin geminin bağlama limanında başlatılması makul olandır.

İşbu olayda soruşturma sürecinin başlatılması herhangi bir şikayet veya ihbarı gerektirmemektedir. Zira “Deniz, demiryolu veya havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması (madde 223, fıkra 2, 3) ya da bu araçlara karşı işlenen zarar verme (madde 152) suçları.” Türk kanunlarının doğrudan uygulanacağı, şikayete bağlı olmayan suçlardır. Hakeza adam öldürme suçları da böyledir.

Ceza Muhakemeleri Kanununa göre, “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.” Mavi Marmara gemisinin Türk bayrağı taşıdığı ve müdahaleye uğrayarak el konulduğu ve yine bir Türk vatandaşlarının öldürüldüğü yadsınamaz bir şekilde ortada olduğuna göre geminin bağlama limanındaki Cumhuriyet Savcısının derhal bir soruşturma başlatması onun yasal yükümlülüğüdür. Cumhuriyet Savcısı bu süreçte kaybolması veya karartılması ihtimal dahilinde olan delillerin toplanması ve muhafazası için gerekli önlemleri de alır. Suç faillerinin yakalanmasını temin için çıkarılacak “yakalama emri” de bunlar arasındadır.

Suç faillerinin açık kimliklerini tespitte asli maddi failin belirlenmesi açısından bir sorun olsa da, suç emrini verip suçu bir başkasını kullanarak işleyen kişilerin tespiti bürokratik ve politik hiyerarşinin belirliliği sebebiyle güç olmayacaktır. Bir başka ifadeyle, adam öldürme suçunun işlenmesini emretmediklerini varsaydığımız halde bile, uluslararası sulardaki bir Türk gemisine müdahale emri veren askeri ve politik üst düzey sorumlular, hassaten bu yönde açıklamaları ile kamuoyunda temayüz etmiş olanlar zahmetsiz bir haber ve istihbarat taraması ile tespit edilebilecek ve haklarında “yakalama emri” dahil uygun görülecek tedbirler alınabilecektir. Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında tutuklama kararı ve bunun İnterpol vasıtasıyla tatbikinin istenmesi de ihtimal dahilinde olacaktır.

Meselenin ana hatları böyledir ve bu prosedürü işletmek Cumhuriyet Savcıları için yasal zorunluluktur. Bu süreç uluslararası sürecin siyasi yaklaşımlarından uzak, Türkiye’deki siyasal gelişmelere teorik olarak kapalı ve takibi halinde netice alınacak bir süreçtir.

Siyonist katilleri yargılamak yasal bir zorunlulukken meseleyi uluslararası toplum sarmalına havale etmek adalet peşinde koşmaktan yüz çevirdiğimiz anlamına gelecektir.


ARTIK YETER

Gürkan BİÇEN


Müslümanların ümidinin aksine Türkiye, siyonist yapının OECD’ye kabulüne yeşil ışık yaktı ve bu durum sessiz sedasız geçiştirilerek[i] dikkatler insani yardım gemilerine yöneltildi.[ii]

Davutoğlu’nun, siyonist yapının OECD’ye üyeliği hakkında karar alınacak toplantının evvelinde Türkiye’nin politikalarının “AB ile uyumlu olduğu”nu deklare ettiğini ve böylelikle Türkiye’nin beklentileri boşa çıkaracağının sinyalini verdiğini biliyoruz. AB ile uyumlu dış politikanın, kırılma noktalarında daha bir belirgin hale geldiği de bilinen bir gerçeklik. OECD toplantısından evvel siyonist yapının nükleer kapasitesinin tartışılacağı UAEK toplantısında da Türkiye Batı ile uyumlu hareket etmiş ve siyonist yapı aleyhine bir karar alınması hususunda çekimser kalmıştı.[iii]

OECD toplantısının ardından bir açıklama yapmayan Davutoğlu, Türkiye’de düzenlenen "İşgalin Sona Erdirilmesi ve Filistin Devletinin Kurulması" konulu konferansta, “Artık yeter” diyordu. Sözlerini, “Şimdi sesimizi duyurma zamanı geldi. Bütün Filistinlilerin tıpkı diğer insanlarla aynı özgürlük güvenlik haklarına sahip olması gerekiyor. Biz Türkiye olarak elimizden gelen her şeyi yapacağız. Filistin çocukları ve onların hakları için çalışmaya devam edeceğiz” diyerek sürdüren sayın bakanın göz ardı ettiği temel şey diplomatik imkanların kullanılması konusunda sus pus olan bir Türkiye’nin insani yardım konvoylarına bel bağlamasının anlamsızlığıydı. Çok açıktır ki, Türkiye’nin sesini duyurma zamanı Sheraton Otel’de yapılan toplantının öncesinde gelmişti ve Türkiye bu görevini ifa etmemişti. Türkiye’nin "Artık yeter" demesi, terazinin kefelerine doğru materyalleri koyması gereken yer ve zaman geçmiştir.

Filistin'e siyasi açıdan gözünü kapayan Türkiye'nin, Müslümanların insani düzeyde kalan çabalarından itibar devşirme gayreti utanç vericidir. Ancak asıl ürkütücü olan Müslümanların bütünü ıskalayan bakış açılarıdır. Dış İşleri Bakanlığı Filistin konusunda AB - ABD hattından farklı bir tavır deklare etmez ve olayı temelde insani bir mesele olarak tanımlarken Müslümanların gemilere çimento değil de siyasi meşruiyet / destek yükledikleri zannıyla hareket etmeleridir yanlış olan. Gazze'yi getto kılan asıl şey evlerin yıkılması değil Dünya'nın onu siyasal olarak kabul etmeyi reddetmesidir. Hamas Hükümeti ve Hamas liderliğinin siyasal tecridinin kırılması yönünde ciddi adımları şarta bağlayan[iv] Türkiye’nin 2000, 2006 ve 2009 yıllarında yaşanan kırılma noktaları ile bölgede değişen dengeleri doğru okuyamadığı ortadadır. Olmert, “Büyük İsrail Projesi bitmiştir.” dediğinde siyonistler henüz Gazze yenilgisinin acısını tatmamıştı. Filistin’e desteğini durmaksızın yineleyen Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın[v] 25 Mayıs 2010 tarihli konuşmasında sarf ettiği, “Denklemler ve hesaplar değişti. Korkması ve endişelenmesi gereken endişelenmektedir.”[vi] sözü ise Türkiye’nin resmi konumunu ifade eden[vii] ve zaten uygulanma imkanı olmayan[viii] 1967 sınırlarında iki devletli bir çözümün de artık denklemin dışına itileceğinin işaretini vermekte.

Tüm bu yaşananlar göstermektedir ki, Türkiye ve onun sayın dış işleri bakanı,ülkenin uzun yıllardır takip ettiği ve Ak Parti hükümeti ile de sabit hale gelen Filistin politikasını gözden geçirmeli, “Direniş” seçeneğinin açtığı alanın geliştirilmesi için gayret sarf etmeli ve hassaten STK’ların samimi gayretlerinden siyasi kazanım sağlama çabasından uzak durmalıdırlar.
Müslümanlar ise siyonist ambargoyu yok etmeye yönelik bu çabalarında maruz kalacakları sıkıntılarda Türkiye Cumhuriyeti’nin yanlarında yer almasının zaten devletin vatandaşlarına yönelik temel yükümlülükleri arasında olduğunu, modern bir devletin vatandaşlarına yönelik himaye algısının bunu gerektirdiğini ve sağlanacak himayenin bir lütuf olmadığı gerçeğini görmeliler.

Sayın Davutoğlu, “Artık yeter” sözünüz Peres’i davet ederek milletimizi üzdüğünüz Meclis çatısı altında milletimize hitap edecek bir İsmail Heniyye daveti ile taçlanmayacaksa biz de sizin bu ikircikli tutumunuz için haykırıyoruz:

Artık yeter!
[i] http://taraf.com.tr/haber/turkiye-den-israil-e-oecd-jesti.htm
[ii]http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=998861&Yazar=CEYDA%20KARAN&Date=26.05.2010&CategoryID=100
[iii] http://www.taraf.com.tr/haber/bati-engelledi-nukleer-israil-tartisilamadi.htm
[iv] http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2006/02/060216_palestine_turkey.shtml
http://www.zamanavusturya.at/details.php?title=Davosta+zirve+yapti&haberid=1304
[v] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=4340
[vi] http://www.israhaber.com/25-mayis-zafer-bayrami-tam-metin-635-yazisi.html
[vii] http://www.haber7.com/haber/20100521/Davutoglu-Kibrista-tum-sinirlar-kalksin.php
[viii] http://uruknet.com/?p=m66233&hd=&size=1&l=e