Translate

12 Haziran 2013 Çarşamba

Avukatlar kullarınız değil

Gürkan BİÇEN



Gezi Parkı’nın iktidarın kapitalist iştihasına kurban edilmesine karşı çıkan bir grup insanın buna itirazını hazmedemeyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın toplumu “biz ve onlar” olarak ikiye ayıran tavrının ardından alevlenen olaylar Gezi Parkı protestocularına destek veren bir grup avukatın İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde yaptıkları sembolik protestonun polis memurları tarafından adliye binası içine girilerek dağıtılması ve onlarca avukatın yaka paça derdest edilerek gözaltına alınması ile bir başka boyuta taşındı. Bu görüntüler bana, 1998 ve 1999 yıllarında mütesettir bayanların eğitim haklarını savunmak için Kocaeli ve Marmara Üniversitesi önünde polis tarafından darp edildiğim günleri hatırlattı. Ne 1998’de ne de 1999’da yaşadıklarım için pişmanım. Zira bunları bize yaşatanlardan beklediğim buydu. Başkası değil. Ama bu gün hissettiğim şey Kemalist perdenin arkasına sığınan zorbalıktan çok daha ağır geliyor: Muhafazakâr zorbalık…

İslamcı eskitmesi bir iktidar halkı birbirine düşürecek söylem ve eylemlerden medet umarken, bu iktidara eklemlenmiş meslektaşlarımın meslek adına sessiz kalışı ve hatta Sakarya Barosu örneğinde görüldüğü üzere meslektaşlarımıza yapılan saldırının arkasında yer alması siyaset ile adaletin iç içe girdiği her durumun ahlaki yozlaşmayla sonuçlandığını ortaya koyuyor. Siyasi yandaşlığı mesleki ilkelerin önüne koyanlar, ister Kemalist taifeden isterse muhafazakâr çevrelerden olsunlar, aynı amaca hizmet ediyorlar: Kamu kaynaklarının gölgesinde serinlemek.

Meslektaşlarım iyi bilir ki, avukatlık mesleği “Şimdi sen bir katili mi savunuyorsun?”, basitliğinde ele alınacak mahiyette değildir. Mesleğimiz, iddia, müdafaa ve karar sacayağında yer almanın ötesinde, tüm insanların hak arama hürriyetini kullanmalarına yardımcı olma ve hatta insanlığın ortak mirası olan tabiat varlıklarının gözetilmesini sağlama yükümlülüğünü de taşımaktadır. Bunun için Avukatlık Kanunu’nda Baroların görevleri tanımlanırken , “Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirileri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır. Protokolde barolar, İl Cumhuriyet Başsavcısının yanında yer alır.”, hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, Kanun ile barolara ve böylelikle avukatlara verilmiş görev iş takipçiliğinin ötesinde “hak savunuculuğu”dur.

İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde darp edilen avukatları şahsen tanımıyorum. Kişisel hikâyelerinden çok mesleğe yönelik bu izahı mümkün olmayan saldırı ile ilgileniyorum. Avukatların kendilerini en rahat ifade edebilecekleri, protokolde başsavcı ile aynı hizada bulundukları yerde, adliyede saldırıya uğramış olmaları Türkiye’de adaletin binalardan ibaret olduğu, bu “adalet saray”larının her an bir “Sultan”ın taarruzuna maruz kalabileceği tezine güç katıyor. Bu dün de böyleydi, maalesef bugün de böyle…

Adalet Bakanı bu görüntüleri içine nasıl sindiriyor bilemiyorum. O bilmelidir ki, yaka paça derdest edilen sadece avukatlar değildir; hakikatte derdest edilen toplumun hak arama hürriyetidir. Bütün adliyelerden toplayın bizleri; bütün hastanelerden toplayın hak arayan doktorları; okullardan öğretmenleri… İfade hürriyetinin iktidarla aynı şeyi söylemek olduğu özgür günler gelsin bir an evvel.

Siyasi siciline “adliye içinden avukat derdest eden başbakan” unvanını da ekleyen Erdoğan’ın, kendisine yönelik hakaretleri dava eden avukatları ile konuşurken yüzünün kızarıp kızarmayacağını doğrusu bilemiyorum. Bildiğim şey, her yerde ruhunu şeytana satanlara rastlarız ama bir meslek grubu olarak avukatlar sizin kullarınız değildir.