Görünürde Fetullah
Gülen ile Recep Tayyip Erdoğan arasında alevlenen ve şiddeti giderek artan
çatışma bize ilme tabi olmayan gücün müstekbirliğe, Allah’a dönmeyen ilmin ise gayrısına
kulluğa yol açtığını bir kez daha gösterdi. Bu ikisinin kavgası isyancılara “sıçanlar”
diyen Libya’nın Albay Kaddafisi ile Kaddafi’ye lanet edip ölüm fetvası veren
Katar’ın paralı kuklası Yusuf Karadavi örneği ile benzeşti.
Şubat 2011’de Libya’da baş
gösteren, Libya hükümetinin eski üyelerinin yer aldığı isyan hareketine meydan
okumak üzere televizyon kameraları önüne çıkan Kolonel Kaddafi onları Libya
halkını temsil etmeyen çete üyeleri, sıçanlar ve paralı askerler olarak
tanımlamıştı. Kaddafi’nin karşısında ise Katar’ın kuklası Yusuf Karadavi fetva
makamı olarak yer alıyordu. O dönemde Türkiye bölgede bir huzur adası olarak
beliriyor, bir model olma iddiasını halen sürdürüyordu. Arap sokaklarında
Erdoğan hayranlığı ve Türkiye sevgisi henüz rüzgârını yitirmemişti. Türkiye’de eksik
okuduğu dış politikayı Malezya’dan ithal ettiği bir hayalperest profesörün de
katkısıyla gidermeye çalışan Erdoğan, aradan geçen üç yılın sonunda sadece Arap
sokaklarından silinmekle kalmayıp kendi ülkesinde de Kolonel Kaddafi portresi
çizmeye başlamış oldu.
Sokma
akılla buraya kadar
Türkiye’nin
kabiliyetlerini ve imkânlarını abartan, hayal ile gerçekliğin arasını tefrik
edemeyen bir anlayışı parlatan Batı Dünyası, aramızdan bir dünya lideri,
Malezya’dan da bir Kissenger çıkarttığımıza Türk sokaklarını ikna etmeyi
başardı. Bu lider ve Kissenger Ahmet, Türk halkına Balkanlar ve Ortadoğu’nun
tartışma kabul etmez ağabeyliğini (siz bunu patronluğu olarak okuyun) vaat
ediyorlardı. Kendilerine biçilen rol gereği önleri açılıyor, uzun vadeli
kredilerle yapılan bayındırlık faaliyetlerine yönelik propaganda çevre ülke
halklarını da etkiliyordu. Açılan krediler karşılığında Türk hükümetinden
istenen şey Direniş Ekseni’nde bir gedik oluşturmasıydı.
Tunus’ta başlayan halk
hareketinden sonra Mısır ve Libya’nın diktatörlerinin devrilmesi ile Suriye’ye
yönelen emperyalist iştiha bu cephede koçbaşı olarak Türkiye’yi kullanmayı
uygun buluyordu. Türkiye hem kendi çiğ emelleri/ hayalleri hem de emperyalist
cephenin diğer aparatçıkları olan Körfez ülkelerinin akıttığı dolarlar
sebebiyle kısa sürede biteceğini zannettiği bu maceraya atılıyor ve komşu bir
ülkeye cephe açmış ve sayısız savaş suçu işlemiş bir ülke haline dönüşüyordu.
Türkiye’nin koçbaşı
olduğu bu süreçte Batı Dünyası istenileni gerçekleştiremeyip Suriye’den siyasal
anlamda eli boş dönmek zorunda kalınca, Siyonist İsrail rejimi ile barış
anlaşması yapmaya hazır İhvan menşeli tüm hareketlerin de bulundukları konumdan
uzaklaştırılmaları gerekiyordu. Mısır’da başlayan bu süreç Türkiye ile devam
ediyor. Suriye rejiminin düşmediği bir Ortadoğu’da ne İhvan’a ne de AKP’ye
ihtiyaç var. Suriye’nin tarumar olmasının başlıca müsebbibi AKP iktidarı uluslararası
payandalarının bir bir çekildiğini hissediyor ve bu sebeple Erdoğan Kolonel
Kaddafi’nin jargonuna sarılıyor.
Kolonel
Erdoğan
Halka hitaben yaptığı bir
konuşmada Fetullah Gülen ve hareketini hedef alan Erdoğan, “Devlette paralel yapı kurmak isteyenler,
devletin kurumları içine sinenler şunu bilesiniz ki ininize gireceğiz ininize.
Didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri temizleyeceğiz”, ifadesine yer veriyordu. Şayet Erdoğan iddia ettiği bu çeteleşmede pay
sahibi olmasaydı elbette sözlerini daha bir
ciddiyetle dinlerdik. Ne var ki, bu sözler hem tehlikeli bir duruşu hem de
kendi günahını yansıtıyor.
Her şeyden
evvel şunu gözden kaçırmamız gerekiyor: Fetullah Gülen hareketi Türkiye’de
kendi kadrosunu/ elemanını üretmeyi sürdüren tek yapıdır. Türk İslamcı
hareketlerin hemen hepsi AKP iktidarı ile iç içe girmiş ve kendi iddialarını
yitirmiş haldedir. Bir başka ifadeyle Türk İslamcılığı kendini AKP’nin yedek
lastiği haline getirmiş, ondan bağımsız bir hareket ve karar süreci
geliştiremez olmuştur. Yakından takip
edenler elbet bileceklerdir ki, İslamcı hareketin önemli simaları AKP
bürokratlarının teşrifatçısı haline dönüşmüştür. Bu manzaranın aksine
Fetullah Gülen hareketi tüm diğer hükümetlerle olduğu gibi AKP hükümeti ile de
ilişkisini menfaat temelinde yürüten ve başından beri de İslamcı olmayan bir
harekettir. Fetullah Gülen entelektüel anlamda ümmetçi bir İslam’dan haz
etmediğini, bize uygun bir Türk İslam’ı, Anadolu İslam’ı var etmek istediğini,
bunun için Arap ve Fars etkisinin silinmesi gerektiğini açıkça söyleyen
birisidir. Onun hareketi kavmiyetçi temellerine yeşil boya sürülmüş bir
harekettir. Böyle de olsa Gülen Hareketi uluslararası aktörlerin desteği ile
küresel düzeyde önü açık tutulan bir hareket olmayı sürdürmüştür. Onun sahip
olduğu imkânlar ile emperyalist güçlere sunduğu hizmetin asıl “Hizmet” olduğu
tartışmasızdır.
Bundan
sonra şunu dikkate almamız fayda sağlayacaktır: AKP kadroları Milli Görüş
çizgisinden çıktıklarını, bu gömleği çıkardıklarını, artık İslamcı
olmadıklarını, kendi medeniyet değerlerinin Batı karşısında yenildiğini, tek
yolun Batı olduğunu ilan etmiştir. Üç dönemdir iktidarda olan AKP’nin ilk
döneminde Meclis’te yer alan Milli Görüş kökenli milletvekillerine artık
neredeyse rastlamak mümkün değildir. AKP hem siyasi çizgi olarak Milli Görüş’ten
uzaklaşmış hem de bürokrasideki değişimi sağlamak adına kendisine eklemlenen
cemaatleri kullanmıştır. AKP’nin ikinci ve üçüncü döneminde jakoben
Kemalistlerin bürokrasiden uzaklaştırılmasında büyük oranda başarı
sağlanmıştır. AKP bürokrasiye atayacağı insan kaynağını kendisine koşulsuz destek
veren, “en sadık kullar” arasından seçtiği gibi, kendisiyle menfaat üzerine
ittifak eden Fetullah Gülen Hareketi’nden de faydalanmıştır.
En örgütlü
ve sürekli insan kaynağına sahip Fetullah Gülen Hareketi AKP’nin Kemalistlerden
boşalttığı birçok alana bizzat AKP tarafından yerleştirilmiştir. Bu gün devlet
içinde devlet iddiasını dile getiren Erdoğan ve bakanları orta ve üst düzey
atamaların birçoğunu bizzat kendileri yapmıştır. Erdoğan, “Bir sabah uyandım ve
gördüm ki, devlete çete sızmış”, diyorsa bu ancak iki şekilde yorumlanabilir;
Bir, üst düzey atamalarda devlet olarak yaptığımız güvenlik soruşturmalarının
hepsi palavradır, çete üyeleri de olsa ben atayabilirim. İki, bizim Suriye’yi
sokak sokak bildiğini iddia eden Milli İstihbarat Teşkilatımız ve diğer
istihbarat unsurları Türkiye’yi bilmiyormuş.
Erdoğan’ın
konuşması açık bir tehlikenin de habercisi. Üyelerini kendisinin atadığını göz
ardı ederek çetenin inine girmekten bahseden Erdoğan, her Türk vatandaşının çalışma,
memur olma, eğitim alma hakkının bulunduğunu da unutmuş görünüyor. Fetullah Gülen
Hareketi’ne mensup olan insanları ne ile itham edeceksiniz? Kemalist
jakobenlerin Hizbut Tahrir örgütüne yahut sair Nur hareketi mensuplarına
yaptığı silahsız terör örgütü suçlamasını mı yönelteceksiniz? Yahut 12 Eylül
darbecilerinin listeleri gibi listeler mi hazırlayacaksınız? Yoksa 28
Şubatçılara benzer şekilde “Ak Çalışma Grubu” kurup onları Yüksek Parti Konseyi
kararları ile işlerinden, üniversitedeki kürsülerinden mi atacaksınız? Öyle ise
size ancak Necip Fazıl cevap verebilir; Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz
sokak…
Karadavi Gülen
Fetullah Gülen yukarıda da belirttiğim gibi Ümmet eksenli bir İslami çabanın
tamamen dışında yer alan, hayatını Türk tipi Müslümanlık yaratmaya adamış
kavmiyetçi bir kişidir. O, bu çabasını gerçekleştirmek adına kendisine fayda
sağlayacağını umduğu hiçbir aracı reddetmemiş ve süreçte tüm bu araçlar
kendisini kuşatarak onu ve hareketini emperyalist güçlerin rehni ve kuklası
haline getirmiştir. Bu hareketi takip eden herkes onların çok zaman gönüllü bir
şekilde emperyalist ağa hizmet verdiğini kabul edecektir. Dünyanın her yerine
yayılmış Türk okulları sadece Türkiye sevdasının işareti değil, küresel
istihbaratın da insan kaynakları anlamına gelmektedir. Tıpkı Katar’ın kuklası
Yusuf Karadavi gibi Fetullah Gülen de kendisinden olmayan müminlere karşı şedittir.
Ancak bu demek değildir ki, Fetullah Gülen yolsuzluk meselesinde haksızdır.
Erdoğan da AKP teşkilatlarının ve yönetiminin gırtlağa kadar yolsuzluk içinde
olduğunu bilmektedir ve bundan dolayı açıkça tehdit etmekte ve yine anayasaya
aykırı düzenlemelere tevessül etmektedir.
Gülen, Erdoğan’ı yolsuzluk üzerinden zayıf düşürecek bir operasyonun kuvvetle
muhtemel anahtarı olmuştur. Kendisi ve çevresi gücü kibre dönüştüren Erdoğan ne
kurban ne de mağdurdur zira bu ilişkinin gönüllüsü, okyanus ötesine selam
söyleyeni olmuştur.
Seküler politikacıların yetkisini sınırlandırmak
Gelinen noktada, ilme tabi olmayan gücün istikbara yol açtığı alenen görülmüştür.
Erdoğan veya bir başkası, seküler politikacılar halkın üzerinde bir yüktür ve
halk nasıl bir ağırlığın altında olduğunun farkında değildir. Allah’ın özgür
yarattığı her insanın özgür bir şekilde yaşayıp uhrevi salaha ulaşmasını gaye
edinmiş, bunun için kendisini halkın önderliğine adamış ehli ilme ve onların
velayetine ihtiyaç vardır.
Çare Erdoğan değil, Gülen değil, Sarıgül hiç değildir. Çare paradigmanın
tümüyle reddidir.