Translate

27 Ağustos 2015 Perşembe

Arnavut dış politikasını yeniden değerlendirmenin vaktidir

Gürkan BİÇEN

Tarih insanı hayrete düşüren ayrıntılarla doludur. İslam öncesinde Sırplarla birlikte Osmanlı ordularına karşı savaşan Arnavutların uzun süren mücadeleden sonra Osmanlı’nın en önemli müttefiki haline gelmesi genel olarak bilinirken, 1402 Ankara Savaşı’nda Timur’un ordusuna karşı savaşan Osmanlı ordusunun en sadık askerlerinin Sırplar olduğu unutulup gitmiştir. Osmanlı Sırp ittifakı kısa sürmüş, Arnavutlar Osmanlı için, arkası kesilmeyecek Slav akışını durdurmada hayati bir rol üstlenmişlerdir. Bu tarihin bir cilvesidir.
20.yüzyılın başında sona eren Osmanlı – Arnavut ittifakı Arnavutları değişik açılımlara/ tercihlere yöneltmiş ve yüzyılın ikinci yarısında Enver Hoxha rejimi ile tanışan Arnavutlar farklı kamplarla işbirliğinin ardından yalnızlığa gömülmüşlerdir. Kartallar ülkesi olduğu kadar “bunkerler ülkesi” olarak da anabileceğimiz Arnavutluk, Soğuk Savaş döneminde kendini ideolojik olarak Batı emperyalizmine karşı konumlandırsa da, Batı emperyalizminin en iri temsilcisi Amerika yüz binlerce bunker ile korunmak istenilen ana vatanı bir kurşun dahi atmadan teslim almıştır. Arnavut halkının ve siyasi elitinin böylesi bir makas değişimi de tarihin bir başka cilvesidir.
Yaklaşık 25 yıldan bu yana Arnavut halkının siyasi eliti gerek iç ve gerekse dış politika tercihlerini Amerika ve Avrupa’nın yönlendirmelerine uygun hale getirmek için gayret sarf etmektedir. Bir zamanların NATO karşıtı siyasetçilerinin birbirlerini NATO’ya girmekte yaşanan gecikmenin sorumlusu olarak itham ettikleri bir ülkeye dönüşen Arnavutluk, bu yönelişinin doğal sonucu olarak Batı dünyasının siyasi ve askeri tercihlerini ev ödevi listesinin en başına koymuştur. Bu listenin bir kısmı dış politikaya ilişkindir.
Batı dünyası ile yan yana olduğunu göstermek için Arnavutluk, Afganistan’a muharip birlik gönderen, şu an Türkiye’de kurulu olan ve Rusya ve İran’ın karşı çıktıkları radar sistemine talip olduğunu açıklayan, Batı’nın Rusya, Çin ve İran ile yaşadığı ihtilaflarda koşulsuz bir şekilde Batı kampında yer alan bir görüntü sergilemiştir.  Hassaten Batı ile İran arasındaki problemlerde Arnavut siyasi eliti, Sali Berisha’nın “Bugün yeryüzünde bir tane Hitler biliyorum o da Ahmedinecad’tır” sözünde örneğini görebileceğimiz şekilde diplomatik teamülleri de aşan söylemlerde  bulunmuştur. Arnavut siyasi elitinin ülkenin İran ile yapılması muhtemel anlaşmalar için Amerikan elçiliğinden izin alması Wikileaks belgelerine yansımış, böylelikle Batı ile girilen ilişkinin biçiminin ortaçağ vasallığı boyutunda olduğu anlaşılmıştı.
Bugün Batı İran ile olan problemlerini çözmenin peşindedir. Batı dünyası uzun yıllar süren ambargoların ardından İran devleti ve halkına yönelik emellerine bu şekilde ulaşamayacağını anlamış ve yeni bir sürecin kapısını aralamıştır. İran ile Batı dünyası arasında nükleer meseleye yönelik varılan anlaşma önümüzdeki on yılları şekillendirme potansiyeline sahiptir. Amerikalıların ekseriyeti bu konunun böyle bir anlaşma ile kapatılmasını ve İran’ın ticari imkânlarının değerlendirilmesini istemektedir. Avrupa ise bunu büyük bir iştiha ile beklemektedir. Anlaşma yasal olarak yürürlüğe girmemiş olsa bile birçok Batılı şirketin İran pazarından pay kapmak için Tahran caddelerini aşındırdıkları sır değildir.
Anlaşma sonrası İran’ın ne yöne evirileceğine dair bir öngörüde bulunan Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump yakın zaman evvel şöyle diyordu:  “İran inanılmayacak kadar zengin ve güçlü bir millet olacak” İran’ın güçlü ve zengin bir devlet olması ondan istifade etme ümidi olan Batı dünyasını heyecanlandırırken, biz Arnavutların yeni bir durum değerlendirmesi yapması gerekmez mi?
İran her ne kadar bizimle çok sıkı tarihi bağlara sahip olmasa da, bölgenin en güçlü Müslüman devletidir. Seksen milyona yaklaşan nüfusu, petrol ve doğalgaz zengini ülkesi ile İran sadece ekonomik bir önem değil, Rusya ve Sırbistan gibi sorunlu olduğumuz devletlerle ilişkileri sebebiyle de uzak durulmaması gereken bir özellik arz ediyor. Her yıl milyonlarca İranlı turist Türkiye ve Arap ülkelerini ziyaret ederek milyarlarca dolar para bırakıyor. Bir yıl içinde Türkiye’ye gelen İranlı turist sayısının bir buçuk milyon olduğunu ve bu insanların Türkiye’yi Batılı malları daha ucuza alabilecekleri bir merkez olarak gördüklerini bilenler için Arnavutluk’un yaz aylarıyla sınırlı turizm potansiyelinin değerlendirilebilmesi için bu kaynağa yönelmek anlamlı gelecektir.
Arnavut bölgesinin enerji ihtiyacının daha uygun koşullarda sağlanması, Adriyatik denizindeki petrol kaynaklarının işletilmesini sadece Batılı şirketlerin insafına bırakmak zorunda olmadığımızın gösterilmesi için de İran ile enerji sahasında ilişki kurmak faydalı olacaktır.
Yine, husumet halinde olduğumuz ülkelerle ilişkilerimizi sadece Batı’nın havuç ve sopa politikasına bağlamak yerine bu ülkelerin ilişkili olduğu İran gibi bir ülkenin onlar nezdindeki itibarını kullanmak da makul bir yoldur.
İran ile Batı’nın açıkça anlaştığı böylesi bir dönemde Arnavutların eski politikalarını sürdürmesi kraldan çok kralcı olmak anlamına gelecektir. Gerek Arnavutluk ve gerekse Kosova’nın siyasi, dini ve entelektüel çevrelerinin Arnavut dış politikasını önümüzdeki on yıllara uygun hale getirmek için gecikmeksizin istişarelere başlaması gerekiyor. Bu onların üzerindeki tarihi bir sorumluluktur.
Unutmayalım, “Shqiperia O Nana İme”, diyenler için Arnavut halkının ve vatanının iyiliği Batı’nın planlarından ve çıkarlarından önceliklidir. Bugün bu iyiliğin yolu İran’ın da farkına varmaktan geçiyor. Bunu ıskalayarak tarihin yeni bir cilvesi ile yüzleşmeyelim.