Translate

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Bu dili reddediyorum

Gürkan BİÇEN

Yanılmıyorsam 1998 yılıydı. Hukuki Araştırmalar Derneğinin (HUDER) bir toplantısı için İstanbul’a, Hidiv Kasrı’na davet edilmiştik. Belirlenen saatte hazır olduğumuz halde toplantının başlamaması üzerine niçin beklediğimizi sorduk. Şevket Kazan’ın Strassbourg’tan geleceği, Refah Partisi’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı müracaat ile ilgili bir bilgilendirmede bulunacağının söylenmesiyle beklemeye karar verdik. Dört saat sonra beklenen kişinin gelişiyle toplantıya geçildi. Kasrın bize ayrılan odasında uzunca bir masa etrafında hukukçulardan oluşmuş bir ekip halinde, az sonra sözü Şeref Malkoç’a bırakacak olan Şevket Kazan’ı dinlemeye başladık. Kazan, sanki bir turistik geziyi anlatıyordu. Strassbourg’da kimlerle görüştüğü, Avrupalı hukukçuların kanaatleri, lobiler, Mahkeme koridorlarındaki fısıltılar gibi hususlar Kazan’ın gündeminde değildi. Refah Partisi’ne yakınlığı ile bilinen bir derneğin üyeleri ve muhtemel şube kurucuları için düzenlenen bir toplantıda partinin haksız bir şekilde kapatıldığını tekrarlayan genel bir konuşmayı dinliyorduk. Konuşmanın bir yerinde sarf edilen bir cümle ile irkildim. Konuşmanın sıkıcılığı hatibin kendi konumuna yönelik algısı sebebiyle benim için artık ürkütücü bir hale dönüşmüştü. Milletvekili olabilme ehliyetini Anayasa Mahkemesi kararıyla kaybeden Kazan, “Düşünebiliyor musunuz? Ben artık milletvekili olamayacağım!” diyordu. Sözünü bitirmesini beklerken bu cümleyi kullanmasının gerekçesini sormaya hazırlandım. Ne var ki, o, kimseye soru sorma fırsatı ve hakkı tanımaksızın çıkıp gitti. Böylelikle diğer sorularım ile birlikte bu sorum da, toplantıya katılanlardan bazılarına aktardığım bir şaşkınlık ifadesi ve nahoş bir anı olarak bende kaldı.

Zaman kimimize bir şeyler katarak kimimizden bir şeyler eksilterek akıp gidiyor. Şevket Kazan’ı Saadet Partisi’nin 11 Temmuz 2010 tarihli genel kongresinin akabinde NTV’de yayımlanan bir programda gördüm. Kongrenin bir tasfiye hareketi olduğundan, Numan Kurtulmuş’un hata ettiğinden ve bunun cezasını çekeceğinden bahsediyordu. O, kendisinin bir abi olarak görüldüğünü söylese de, ekrana yansıyan; yıllar evvel HUDER başkanını makam odasında tahkir eden Adalet Bakanı Şevket Kazan idi. Milletvekili olamamasını anlamlandıramayan Kazan ile GİK’de yer alamamasını anlamlandıramayan Kazan portresi çakıştı zihnimde. Adalet Bakanlığı dönemini hatırladım. Başarısız bir bakandı. Ölüm oruçlarının sürdüğü o günlerdeki anlaşılmaz tavrı, F Tipi Cezaevlerinin inşasındaki katkısı, var olan açık kadrolara atama yapmayıp bununla övünmesi, yakınındaki insanlara yönelik rahatsız edici tutumu…

Şevket Kazan’ın üslubuna ve siyasi kariyerindeki hatalarına koyduğumuz çekince onu değersiz gördüğümüz anlamına da gelmez. Şevket Kazan’ın Milli Görüş’e olan katkılarını inkar etmek mümkün değildir. Kimsenin ortaya çıkmadığı bir zamanda bir avuç insan arasında yer almıştır. Anadolu’nun Milli Görüş ile tanışmasında emeği geçmiştir. Tüm bunları göz ardı etmek vefasızlık olacaktır. Ne var ki, Milli Görüş, politik yüzü bu olsa da, salt Saadet Partisi yönetiminden ibaret de değildir. Durmaksızın hareketi, ilerlemeyi prensip edinmiş bir fikri zeminde kimsenin sürekli olarak bir mevkide bulunması mümkün olmadığı gibi, kimseye verilmiş bir koltuk garantisi de yoktur. Milli Görüş, açıkladığı ilkeleri değişmeksizin, siyaset dilini ve çehresini yenileyerek yoluna devam edebilme ehliyetini ispat noktasındadır. Böyle bir kavşakta siyasi akıl açısından elverişli olan araç da, yeni dile hakim olanların öne çıkarılmasıdır. Anadolu’yu bu yeni dile aşina kılmak için yüzlerce kez adım adım dolaşacak bir nesle, böylesi bir yönetime ihtiyaç vardır. Dikkatlerin Saadet Partisi’ne ve böylelikle Milli Görüş’e çevrildiği bir dönemde Milli Görüş’e gönül verenlerin de, Numan Kurtulmuş’un Milli Görüş’ü içeriği ve programı elle tutulur, gözle görülür bir ideolojik çerçeveye oturtma gayretinde olduğunu görmeleri icap eder.

Hz Ali, “Kişi dilinin altında saklıdır.” buyuruyor. Ben Şevket Kazan’ın kızgınlığını bugünün dünyasını şekillendiren şartları doğru okuyamamasına, bu günün dilini kurgulayamamasına yoruyorum. Ama, her halükarda, davanın dünkü emektarlarının davanın bu günkü temsilcilerine yönelik bu tehdit dilinin kabul edilmemesi, reddedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hayırlarda yarışmak isteyenlerin bu dili kullananları Müslümanca bir nezaket ve feraset ile durduracaklarını umuyorum.