Translate

15 Eylül 2010 Çarşamba

Adli sistem değişikliği

Gürkan BİÇEN
Avrupalılara göre, 1800'lü yıllarda Amerika çok fazla "hesapçı" idi. Amerikalılar her şeyi bilmek ve bunları istatistiklere dökmek, uzun uzadıya varsayımlar yapmak isteyen bir halktı. Avrupa, Amerika'nın "değer" üzerinden konuşmak yerine "hesap" kaygısıyla yoğrulmasını yadırgasa da, Amerika "değer"in ayrıştırıcı, "hesab"ın ise birleştirici olduğunu düşünüyordu. İnsanların belli olan bilgileri konuşması onları bir fikir üzerinde birleştirebilirdi. Amerika'nın formülü şöyleydi: Benzer şekilde düşünülmesini istiyorsan benzer bilgiler sun. Bilgi sunulmayan konular ise üzerinde fikir yürütülemeyen ancak tahmin ve zanla hareket edilen ve çok zaman da konuşma/tartışma dışı kalan alanları oluşturuyordu.

12 Eylül 1980'de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Jimy Carter'a "your boys have done it" mesajı ile noktalanan Türkiye'deki askeri ihtilal süreci 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan Anayasa referandumu ile kendisine geçmişe dönük olarak bir meşruiyet ve geleceğe dönük olarak bir sorgulanamazlık alanı sağlamıştır. Halk, iç siyasetin çıkmazlarını ve kişi güvenliğini tehlikeye düşüren silahlı çatışmaları sona erdiren askeri ihtilalı çekilen tüm acılara rağmen tümden reddeder halde değildi. Bu sebeple halkın ekseriyeti ihtilal neticesi oluşan Anayasa'ya onay verirken öngörülen sistemin yaşantılarında yapacağı etkiyi öncelikli bir mesele olarak görmemiş ve ihtilâlın gerek azmettiricileri ve gerekse failleri de, tabiatıyla, halkın benzer şekilde düşünmesini temin etmek için tüm enformasyon araçlarını benzer bilgilerle donatmışlardı. Alternatif kitle iletişim araçlarının henüz çok zayıf olduğu bir dönemde Jimy Carter'a verilen mesaj uzun süre ortaya çıkmadı ve çıktığında da yeni sistem rayına oturmuş haldeydi.

Yargıya güven

1982 Anayasası'nın oluşturduğu sistem içerisinde halkın en düşük düzeyde bilgi sahibi olabildiği erk Yargı'dır. "Yasama"nın ve yerel yönetimlerin seçimler yoluyla belirlenmesi ve yine "Yürütme"nin de Yasama içinden çıkması sebebiyle halk konuyla bir şekilde ilgili hale getirilmiş ancak "Yargı"yı oluşturan kurumların oluşumu ve işleyişi dolaylı da olsa halkın katılımından uzak tutulduğundan bu alan Yüksek Mahkemelerin başkanlarının mutat törenlerde yaptıkları konuşmalar dışında çoklukla gündeme girmemiştir. Yargı'ya ilişkin kamuoyuna aksettirilen bilgiler, iş yükünün çokluğu, personel azlığı, maddi imkânların zayıflığı ve bu sebeple adalet hizmetlerinde yaşanan gecikme ve kalite düşüklüğü ile sınırlı kalmıştır. Halk günlük problemlerin çözümü dışında Yargı'nın sistemin köşe taşlarına yönelik siyasi müdahaleleri savuşturmak/bertaraf etmek üzere nasıl yapılandırıldığı hususunda çoklukla bilgi sahibi olmamıştır.

Adli sistemin bir parçası olarak sistem içinde yer alanlar açısından Yargı, kendisine güven duyulacak mahiyette değildi. Sistemi bozan günlük "cüzdan-vicdan" ikileminden ayrı olarak sistemin temel taşlarının seçimi, eğitimi, ataması, yükselme şartları ve denetimi sistemin bağımsız unsuru avukatlar açısından hiç de iç açıcı görünmüyordu. Bu konuya ilişkin yirmi yıla yakın süren suskunluk 1999 yılında Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz'in İstanbul Barosu'na kayıtlı 666 avukat üzerinde yaptığı bir anket çalışması ile sonlandırılıyordu. İki yıla yayılan bu çalışmada görüşme yapılan avukatlar meslekte beş yılını doldurmuş 8 bin 550 avukat arasından seçiliyor, böylece ankete katılanların adli sistem açısından belli bir tecrübeye sahip olma şartı sağlanıyordu. Açıklandığında büyük gürültü koparan bu çalışma avukatların ekseriyetle Adli sisteme güvenmediklerini, sistemin bu şekilde yürümesinin imkânsız olduğunu ve bu sistem ile üretilen şeyin "adalet" olmadığını ortaya koyuyordu.

Dönemin Yargıtay Başkanı Sami Selçuk raporu "bilimsel bir çalışma" olarak nitelese de, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı raporu hazırlayan Prof. Hayrettin Ökçesiz ve çalışmaya destek veren İstanbul Barosu -ki o dönemde Baro Başkanı Yücel Sayman idi- hakkında "Adliye'nin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif" suçlamasıyla bir soruşturma başlatmıştı. Çalışmanın günlük dedikodulara dayandığını ileri sürüp raporun delilden uzak olduğunu söyleyenlerin başında Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu geliyordu. Kurul, anketin hâkim ve savcıların saygınlığına gölge düşürdüğünü söylüyor ve tepkisini, "Kişi, zaman ve yer gösterilmeden, hiçbir belge ve kanıta dayandırılmadan, hâkim ve savcılar töhmet altında bırakıldı." ifadeleriyle ortaya koyuyordu. 28 Şubat'ın brifingli günlerinin hemen ardından gelen bu çalışmada dönemin şartları itibariyle birçok şeyin açıklanmadığı varsayılabilir. Hükümetin, Yargı'nın, merkez medyanın bilinen tavrı kuvvetle muhtemel birçok şeyin çalışmanın açıklanmayan yönleri arasında kalmasına yol açmıştır.

Tartışılan kurum

Ökçesiz'in çalışmasının ardından, 2007 yılında, TESEV'in Prof. Dr. Ümit Sancar'a hazırlattığı "Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları" isimli rapor yayımlandı. İlginçtir, raporun yan başlıklarından birisi, "Tartışılan ama bilinmeyen kurum: Yargı" şeklindeydi. "Derinlemesine mülakat" yöntemiyle hazırlanan, hâkim ve savcıların "devlet" ve "adalet" algılarını ve bunun pratiğe yansımasını, "Devleti koruma refleksi, kimi görüşmecilerde, "hukuk mukuk tanımam" demeye kadar varabiliyor ve ilk derece mahkemelerinin Yüksek Mahkeme ile ilişkisini "Uygulamacı -hâkim- düşünmez" örnekleri ile açıklayan bu rapor, beklenilen şekilde yine aynı çevrelerce topa tutuluyordu.

Ökçesiz'in çalışmasının üzerinden on yılı aşkın bir süre geçti. Bu süreçte yaşanan hükümet değişikliği, merkez medyanın alternatif medya karşısında güç kaybetmesi, internet ve cep telefonu kullanımı yoluyla kitle ve bireysel iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve bunlara erişim imkânlarının sınırlandırılmasının son derece güç olması sebepleriyle hem bilginin üretilmesi hem de yaygınlaştırılması açısından kayda değer bir gelişme sağlandı. Böylelikle internet siteleri ve alternatif medya, HSYK'nın on yıl evvel aradığını ve fakat bulamadığını bildirdiği delillerle doldu taştı.

Bu gelişmenin neticesinde, Millet Meclisi'nin sözlerini iptal eden Yüksek Mahkemelerin, halkın iradesini hiçe sayan kararlarını sorgulamaya sevk etti. Kendilerinin ve Meclis'teki vekillerinin yok sayıldığı bir zeminde, karar metinlerinde yazan "Türk Milleti"nin kim olduğunu anlamak çok zor hale geldi. Halk, egemenlik hakkını kullanırken kendisinin doğrudan veya dolaylı bir biçimde yer almadığı kurumların varlığından rahatsızlık duyduğunu türlü vesilelerle izhar etmeye çalıştı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi konusunda verilen destek bunun somut siyasi göstergelerinden birisiyken Yargı'yı da halkın dolaylı kontrolüne açacak Anayasa değişikliklerine verilecek destek bunun bir diğer örneğini oluşturacaktır.

Şimdilik Evet!

Merkez medya, benzer bilgilerin benzer kanaatler oluşturacağı tezine binaen olsa gerek, halen bir kısım rakamlar/bilgiler aktararak halkın referandumun muhtemel sonucu hakkında ümitsizliğe düşmesini sağlamaya ve belki de sonucun açıklanmasıyla birlikte hile iddiaları ileri sürmeye çalışıyor. Bunca zaman halkın bilgisinden uzak tutulan Yargı sistemi hakkında halkın bir anda kâmilen bilgilenmesinin mümkün olmadığının farkındayım. Ancak bugüne kadar halkın değerleriyle barışma yönünde en ufak bir çaba dahi göstermeyenlerin yürüttükleri "hayır" kampanyası ile "kurtarmak" istedikleri şeyin "Yargı" olduğunu görmek bile, bir avukat olarak, Anayasa değişikliğinde tercihimi şimdilik "EVET" yönünde belirlemeye sevk ediyor.