Translate

13 Temmuz 2010 Salı

Yüz bin kişi nerede ?

Gürkan BİÇEN

Sosyalist Blok’un çözülmesine yol açan unsurlar arasında diğerleri ile birlikte Kilise’nin payını da teslim etmek gerekir. Bu, Arnavutluk açısından da böyledir. Vatikan, Avrupa kiliseleri ve Dünya Kiliseler Birliği Müslüman Dünya’nın unuttuğu bir dönemde dünyanın tek ateist devleti Arnavutluk’u unutmuş değildi ve Arnavut halkı Vatikan’dan ve Avrupa’dan yayım yapan radyoların sesine kulak vermekten imtina etmiyordu. Komünist rejimlerin 1989’da Romanya’da başlayan çöküşü bir yıl sonra etkisini Tiran’da gösteriyor ve Arnavutluk “Yeni Dünya Düzeni” tablosunda kendisine biçilen rolü oynamaya hazırlanıyordu. 25 Nisan 1993’te Tiran havaalanına inen Papa II.John Paul eğilip toprağı öperken sanki Arnavutluk’u yeniden kutsuyordu.

Soğuk Savaş boyunca Kilise bu savaşın gereklerine göre konumlanmış olsa da bugün Kilise’nin duruşu Avrupa’nın (hem de kaybedilen halklarla birlikte) yeniden Hıristiyanlaştırılması hedefine ayarlanmış haldedir. Papa XVI.Benedict bu niyetini hiçbir zaman yadsımamış, bilakis, mütemadiyen Avrupa’nın laik güçleri ile mücadele etme gerekliliğinden bahsetmiştir. Balkanların Arnavutlar, Boşnaklar, Torbeşler, Pomaklar, Çingeneler gibi kayıp halklarının Avrupa ve Amerika kurumlarına entegrasyonu sürecinde kültürel dönüşümlerini sağlamak da Kilise’nin temel hedefleri arasına yerleşmiştir. Her ne kadar, Avrupa ve Amerika resmi düzeyde laik kurumları Balkan halklarına dayatsa da, Kilise sosyolojik dönüşümü sağlayacak argümanları kullanmaya devam etmekte, kayıp halkları yüzlerce yılda oluşan kimliklerine, ki bu İslam’dır, yabancılaştırmak için çaba sarf etmektedir.

Entegrasyon sürecinin (asıl anlamı kültürel ve akabinde dini asimilasyondur) siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve dini ayaklarının sabitlendiği Arnavut bölgesinde Müslümanlar da bir kısım zayıf, içeriksiz ve hedefsiz çalışmalar yürütmektedirler. Batı’nın yerleşik kurumları ve bunlar arasındaki güçlü bağların aksine Müslümanların faaliyetleri düzensiz, yetersiz ve kimi zaman anlamsız haldedir. Genel olarak dış yardımlarla yürüyen bu faaliyetler Müslüman kimliği ayakta tutacak, onu gururla taşıyacak, ümmet karşısında sorumluluk üstlenecek, ümmetin bir parçası olarak hareket etmelerini sağlayacak nitelikten yoksundur. Ancak bunun böyle olmasında tek suç bölge Müslümanlarında da değildir.

Bosna Savaşı ile Türkiyeli Müslümanların dikkatleri Balkan bölgesine çevrilmişti ve yüreklerimizi dağlayan sahneler orada hala Müslümanlar olduğu gerçeğini açığa çıkarmıştı. Türkiyeli Müslümanların yardımları bu cepheye akmış ve bu cephenin bereketi bize dünya çapında iş yapma kapasitesine ulaşan gurur duyulacak bir kurumu İHH’yı kazandırmıştır. Ne var ki, resmi düzeyde hareket eden bir kısım kurum ve kuruluşlar gibi İHH da savaşın ardından oluşan yeni durumu anlamaktan, Batı’nın bölge Müslümanlarına yönelik taarruzunu değerlendirebilmekten aciz kalmıştır. Türkiye’nin Balkan politikasına resmi ve sivil düzeyde yön veren insanlar modern toplumların dönüşüm şekillerini kavramaktan uzak bir halde, modernizm öncesi kullanılan yollarla Müslüman kimliği diriltebileceklerini, bu kimliği diğerleri arasında onurlu ve sağlam bir mevkie ulaştırabileceklerini düşünmüşlerdir. Devlet bazında yapılan çalışmaların anlamsızlığını ve israf edilen paranın hesabını gündeme getirmesek de, Mavi Marmara aynasında beliren Arnavutluk gerçeği İHH’yı ve bu vesile ile Türkiyeli Müslümanların Arnavutluk çalışmalarını gündeme getirmemizi zorunlu kılmıştır.

Türkiye’de eğitim görmüş, halen Arnavutluk’ta yaşayan bir Arnavut dostum, Mavi Marmara gemisinde verdiğimiz şehitlerin ardından Yunanistan’da bile insanların sokaklara döküldüğünden ancak, gemide Kosova ve Makedonya’dan dört Müslüman Arnavut’un yer almasına rağmen, Arnavutluk’ta kimsenin kılının kıpırdamadığından, bunun sebebini gerçekten merak ettiğinden bahsedince ona bunun sebebini İHH’ya sorması gerektiğini söyledim. Bu cevabıma şaşırdı ve hiçbir bağ kuramadığını ifade etti. Kendisine şu linki (http://www.ihh.org.tr/12542/ ) açıp okumasını ve daha sonra konuşmamızı önerdim. Bir İHH çalışanı tarafından kaleme alınan bu yazıda, “İHH Arnavutluk’ta, eğitim, gıda, iftar, kurban ve yetim çalışmalarıyla 100 bin kişiye ulaşıyor. Bu çalışmaların büyüyerek devam etmesi çok çok çok önemli…” deniliyordu. Bu, dört milyona yakın bir nüfusa sahip ülkedeki her kırk aileden birisinin İHH ile bir şekilde teması olduğu anlamına geliyordu. Dostuma Gazze – İsrail Savaşı sırasında da Arnavutluk’ta protestoların olmadığını, yine Hizbullah – İsrail Savaşı’nın ardından bir kısım Müslüman Arnavut’un Şii Müslümanlara karşı bir deklarasyon yayımladığını hatırlattım. Öyleyse bir problemin varlığını kabul etmeli ve Arnavutluk’ta faaliyet gösteren Türkiyeli kurumların neler yaptığını sormalıydık. Yüz bin kişiye hitap edildiğini ilan ettiğimiz bir yerde bir tek kişi olsun meydana inmediyse, Müslüman kimlik adına yürüttüğümüz faaliyetin içeriğini tartışmaya açmak bir zaruret olarak görülmelidir.

Arnavutluk ve Kosova gibi Batı’nın tüm kurumlarıyla işgal ettiği bir alanda çalışma yapmanın zorluğunu baştan teslim etsek de, bu, yapılan çalışmaların mahiyetini sorgulamamıza da engel olmamalıdır. Her şeyden evvel, Arnavutluk Cumhuriyeti Anayasasının ve kanunlarının Arnavutluk toplumunu oluşturan unsurlara verdiği haklar çerçevesinde hareket edildiği halde bile Müslüman unsurun kendisini gizlemesine ihtiyaç olmadığı bilinciyle davranan bir sivil toplumu oluşturma yönünde irademizin olup olmadığı sorgulanmalıdır. Bu soru, Müslüman unsuru hayatın neresinde görmek istediğimize yönelik irademizle yakından ilişkilidir. Türkiye’de olduğu gibi Arnavutluk’ta da Müslüman unsuru gözlerden uzak bir yerde tutma yönünde işletilen bir politika ne Müslüman Arnavutlara ne de onların kardeşi ve hamisi olan Türkiyeli Müslümanlara bir fayda sağlamamaktadır. Müslüman Arnavutları ümmetin problemleriyle hemhal ve onları Arnavutluk toplumunun her noktasında görünür kılan bir politika onlara ümmetin –tabii ki Türkiye’nin de- meseleleri karşısında sorumluluk yükleyecek ve böylelikle onlar kendilerini ümmetin dertleriyle hemhal bulacaklardır. Ancak bu bilinçle yetiştirilmiş bir Müslüman Arnavut Mavi Marmara’da saldırıya uğrayanın aslında kendisi olduğunu anlayabilecek/hissedebilecektir. Çalışmalarımız Müslüman Arnavutların kimlik bilincini yeniden inşaya ve onları görünür kılmaya yönelmediği müddetçe Batı ekseninde hareket eden kişiler Arnavut halkının sözcüsü olmaya devam edeceklerdir.

Batı, Müslüman Arnavutlar dahil olmak üzere, Arnavut toplumunu Hıristiyan değerlere/mitlere sahip çıkmak üzere eğitir haldedir. Yüz yılı aşkın bir zamandır yürüdüğü bu yolda aldığı mesafe hiç de azımsanacak gibi değildir. Bu gün Mavi Marmara’yı yalnız bırakanların bir kısmını biz eğitsek de, onlar Batı’nın mitlerine; İskender Bey’e, Nena Terasa’ya, Fan Noli’ye, Pjeter Bogdani’ye saygı duyar, onların peşinden gider haldedirler.

Arnavutluk’ta çalışma yapanları Kilise’nin ağzıyla uyarmak istersek, “Çocukların ekmeğini atarken” birçok kez düşünelim, diyebiliriz.