Translate

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Srebrenica’dan NATO toprağına bir bakış

Gürkan BİÇEN

Kimlikleri tespit edilen 409 şehidin defni için cenazelerin gelmesini bekleyen kalabalığı ıslatan yağmur başladığında Srebrenica Şehitliği’ndeydim. Binlerce insanın akıbetinin meçhul olduğu bu topraklarda acı gün be gün tazelenmekte, kimliği belirlenen her şehit yaranın kabuğunu yerinden oynatmakta, gözlerdeki yaşa kan ve hatıraları katmakta.

Atalarımız “Tekrar güzeldir, yüz seksen kez bile olsa” derler. Srebrenica’nın kaderini dillendirmek, bıkmadan usanmadan bu olayı tahlile devam etmek, bu olaydan ve neticelerinden ibret almak faydalı bir tekrardır. Yüz seksen kez bile olsa.

8372… Şu an Bosna Hersek Cumhuriyeti içindeki Sırp bölgesinde kalan Srebrenica’da şehit edilen Müslüman sayısı. Yaklaşık bir bu kadarı ise kayıp. Her geçen gün yeni bir toplu mezar bulunuyor ve kayıpların aileleri evlatlarının, anne-babalarının, dedelerinin-torunlarının izine dair bir ümide kapılıyor. Dedelerinin ve torunlarının…

1912… Bu, Srebrenica’da şehit edilen kişilerden birisinin doğum tarihi. Katliam 1995’te gerçekleşti. Batı destekli Sırp faşizmi 83 yaşında bir düşmandan kurtuldu.

1982… Bu da, şehit edilenlerden bir diğerinin doğum tarihi. Batı destekli Sırp faşizmi 13 yaşında bir düşmandan daha kurtuldu. 1912 ile 1982 arasında doğan üç nesil; dede, baba ve torun bu katliamın kurbanı oldular.  

Uluslararası Adalet Divanı Srebrenica’da yaşananı bir “Soykırım” olarak nitelese de, Sırbistan’ın sorumlu olmadığını ilan etti. Batı’ya göre ortada bir soykırım suçu vardı ancak fail belli değildi.

Bilindiği üzere Srebrenica BM kontrolündeki Hollanda askerlerinin koruması altında “Güvenli Bölge” ilan edilmiş ve bu sebeple on binlerce insan buraya sığınmıştı. Batı, Müslüman halkı güvenli bölgelere sığınmaya teşvik etmiş ve olabildiğince silahsızlandırmıştı. Srebrenica birlikte hareket etme kabiliyeti kalmayan Müslüman Dünya’nın Batı’ya itimat etmesi sebebiyle 20.yüzyılda bir seferde aldığı en ağır darbedir, diyebiliriz. Batı, Müslümanlarla ittifak halindeyken bile Müslümanların kayıplarına sevinebilecek bir ruh haline sahiptir. Mehmet Akif Ersoy’a atfedilen bir anıda şunlar zikredilir:
“Almanlar o zaman bizim müttefikimiz idi. Almanya ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun yanında İngiliz ve Fransız kuvvetlerine karşı beraber harp ediyorduk. Almanlar; İngiliz ve Fransız Sömürgelerinden esir aldıkları Müslümanları ikna edip kendileri lehine kullanmak için Türkiye'den bir heyet istemişti. Hükümet de bizi Berlin'e bu iş için görevlendirmişti. Yolculuğu trenle yapıyorduk. Başka ülkelerden gelecek vagon veya marşandiz beklememek için Viyana'da birkaç gün kaldık. Beni bir otele yerleştirdiler. Bir gece saat 24 civarında birden sokaklarda büyük bir şenlik başladı. Kiliselerin çanları çalıyor, maytaplar atılıyor, meşaleler yakılıyor, insanlar sokaklarda müzik çalıp dans ediyordu. Ben de, bu gürültüyle uyandım ve gece kıyafetimle sokağa fırlayıp otelin karşısındaki bir pastaneden durumu öğrenmeye çalıştım. Bu bir zafer şenliği olamazdı. Çünkü Alman ve Avusturya ordularının durumu iyi değildi. Birçok yerde Rus - İngiliz ve Fransız birliklerine karşı yeniliyorlardı. Pastaneciye; gece bu saatte şenliğin anlamını sordum. Görevli ‘sen duymadın mı, İngilizler bugün yüzyıllar sonra nihayet kutsal Kudüs'e girdiler!.. Kudüs'ü bugün Türklerden kurtardılar!.. Kudüs kutsal haç'a kavuştu!.. İngilizlerin bu başarısını kutluyoruz.’ dedi. Hayret ettim, hem İngilizlerle harp ediyorlardı ve hem de Türkleri onlara karşı harbe sokmuşlardı. Yani Türkler de onlar için harp ediyordu ama bir yandan da düşmanları bildiğimiz İngilizlerin Türklere karşı kazandığı zaferi kutluyorlardı!..”

Srebrenica katliamının faillerinden Ratko Miladiç şehre girdiğinde, "İşte 11 Temmuz 1995'te Sırp şehri Srebrenica'dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra bu toprakta ‘Türkler’den intikam almamızın vakti geldi”, diyordu. Aynı gün akşam saatleri BM’nin Hollandalı komutanı Tom Karremans ile görüşen Miladiç tokuşturdukları kadehle katliama giden yolun açıldığını gösteriyordu. Miladiç’e göre Srebrenica bir Sırp toprağıydı ve BM burayı savunamazdı. Böyle de oldu.

Şehidini bekleyen yeni kazılmış bir mezarın başındayım ve Türkiye’yi Batılı müttefiklerine güvenerek çevresindeki tüm ülkelerle –bu ülkeler Müslüman ağırlıklı olmasına rağmen- ihtilaflı hale getiren Erdoğan-Davutoğlu ikilisini ve Erdoğan’ın “Türkiye aynı zamanda bir NATO toprağıdır” sözünü düşünüyorum. Srebrenica’yı savunmayan BM’yi, Srebrenica’da katliam yapan Miladiç’i, Miladiç ile kadeh tokuşturan Karremans’ı terazinin bir küfesine, Erdoğan ve Davutoğlu’nu ise diğer küfesine koyuyorum. Erdoğan’ın sözü teraziyi dengelediğinde yemyeşil bir çayırda yürüyen  Srebrenica şehitlerini görüyorum. Bedenlere can veren bir şelaleye doğru ilerlerken bana dönüp “Erdoğan’a söylemeyi ihmal etme”, diyorlar; “Türkiye bir NATO toprağı değildir. BM Srebrenica’yı savunmadı. NATO da Türkiye’yi savunmayacak. Türkiye’nin alacağı her yara, vereceği her kayıp onları sevince boğacak. Tıpkı dedeleriniz Kudüs’ü kaybettiğinde sevinen müttefikleriniz gibi”


Şehitlikten ayrılırken Mehmet Akif’in “Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk/ Bak nasıl doğranıyor, kalk baba kabrinden kalk” mısralarını terennüm ediyorum. Üç çok, ikisi yetiyor, diyorum kendi kendime. Tüm şehitlerimize selam verip başbakandan tescilli NATO toprağına dönüyorum. 

4 Temmuz 2013 Perşembe

Musa’yı küstürdün İsa’yı da razı edemedin

Gürkan BİÇEN

Rivayet olunur ki, Yahudilikten hoşnut olmayan Şimon Hıristiyanlığa geçer ancak istediğini burada da bulamayınca İslam’ı araştırmaya başlar ve fakat ömrü vefa etmez. Cenazesinde hanımı, “Ah Şimon ah, der; Musa’yı küstürdün, İsa’yı da razı edemedin. Muhammed de seni tanımazsa ne olacak halin?”

Tahrir Meydanı’nı dolduran kalabalık Hüsnü Mübarek’in gitmesini istediklerini haykırırken Mısır içinde temkinli bir tutum izleyen İhvan-ı Müslimin, Batılı başkentlerde şayet Mübarek rejimi devrilirse Batı’nın menfaatleriyle çatışmayacağına dair garanti üstüne garanti veriyordu. Bu menfaatlerin temelinde ise elbette Siyonist varlığın mevcudiyeti bulunuyordu. Beklenen oldu ve rejimin tüm unsurları yerinde kalmak şartıyla Mübarek’in iktidarına son verildi.

Libya’daki çatışmanın açık bir NATO operasyonuna dönüşmesi ve Kaddafi’nin Cemahiriyye rejiminin son bulması Batı’nın dikkatini Suriye’ye yöneltmesine de imkân sağladı. Bu dönemde İhvan Siyonist varlığa yönelik tutumun Mısır’ın ulusal çıkarları ve gururu ile ele alınacağını dillendiriyordu. Böylece henüz iktidar yolu açılmadan Siyonist varlığa yönelik Müslüman bakış yerini pragmatist yaklaşıma bırakmış oluyordu.

İhvan, evvela Meclis, ardından da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdiği başarının sıhhatine güvenmediği için ABD başta olmak üzere Batı desteğini aramak üzere Siyonist rejimle Mısır’ın ilişkilerini düzenleyen Camp David anlaşmasının iptalini gündemden kaldırıyor, bu anlaşmanın bir kısım maddelerinin yeniden görüşülmesi gerektiğini söylüyordu. İhvan’ın bu tutumu fikriyatını Siyonist varlığın inkârı temeline dayayan bir hareketin peygamberini küstürmek anlamına geliyordu. İhvan Musa’yı küstürmüştü bir kere.

Mısır’daki seçimlere, hassaten cumhurbaşkanlığı seçimine katılım oranı Tahrir’deki insanların kayda değer bir kısmının İhvan’ı desteklemediğini, Mursi’nin Mısır halkının ancak dörtte birinin desteğine sahip olduğunu ortaya koydu. Diğer dörtte bir ise Mübarek döneminin adamını desteklemişti. Mısır’daki halk ayaklanmasına “bahar” yakıştırması yapılsa da, bu “bahar” havası ortaya konulan sandıklara yansımamış, halkın ancak yarısı oy kullanmak üzere sandık başına gitmişti.  Demokrasi dininin peygamberi de İhvan’dan razı olmamıştı. Hal böyle olunca İhvan, konumunu garanti altına alacak, onu halkın diğer yarısının öfkesinden uzak tutacak yeni bir peygamber arayışına çıkmak zorunda kaldı. Katar sarayının mollası Karadavi Mursi’nin kulağına “Esad’a söv, Suriye ile ilişkilerini kes, Suriye muhalefetine desteğini arttır, ülkendeki Şiilere savaş aç”, diye fısıldarken, “Bu, Muhammed’in yoludur”, demeyi de ihmal etmedi. Karadavi Mısır’dan ayrılmadan evvel Katar şeyhinin cömert yardımlarından ve Esad’ın devrilmesi halinde İhvan’ın bir bölge gücü olacağı hayalinden de bahsetti.


“Hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyin değişmesi gerekir”, diyenler haklı çıktı. Suriye’ye diz çöktürmenin sosyolojik ve psikolojik meşruiyet alanlarını oluşturan halk ayaklanmaları ile devrilen diktatörlüklere Suriye’nin teslim olmamasıyla yeniden ihtiyaç duyulur hale gelindi. Suriye’nin çökmediği bir coğrafyada Siyonist varlığı tanısa bile İhvan’a siyasi iktidar açısından bir gelecek yok.  Netice çok açık: Esad kalıyor ve biz öyle olmasını istemesek de, Mursi gidiyor.