Translate

14 Şubat 2014 Cuma

İran’da Modernleşme ve Din Adamları

Gürkan BİÇEN


İran toplumunun kayda değer bir kısmını Türk kökenli halklar oluşturmasına, İran ve Anadolu Türklerinin bin yılı aşkın bir süredir etkileşim içinde bulunmasına rağmen siyasi ve dini sebeplerle her iki toplum ve devlet arasında oluşan gerilimler tarafların birbirlerine yönelik tutumlarında ön yargılar oluşturmuş ve böylelikle Türkiye’de İran ve muhtemelen de İran’da da Türkiye ile ilgili alanlarda yeterli akademik çalışma yapılamamıştır.[1]  Osmanlı döneminde kurulan güç dengesi uzun süre karşılıklı gözetilen bir barışı getirmişse de, 20.yüzyılın son çeyreğinde tarih sahnesinden çekilen şahlık rejiminin Türkiye Cumhuriyeti ile bulunduğu aynı kamp içindeki rekabetçi tutumu ilişkilerin istenilen seviyeye gelmesine engel olmuştur. İran İslam İnkılâbı sonrasında ise taraflar küresel sistemde farklı kamplarda yer almışlar ve bu durum her iki taraf açısından da hem küresel dengenin gözetilmesi hem de birbirine nüfuz kabiliyeti açısından yeni koşullar oluşturmuştur. Değişen şartları doğru okuyabilmek ve böylece mevcut hali bihakkın takdir edebilmek için derinlikli akademik çalışmalara olan ihtiyaç kendini her geçen gün daha fazla hissettirmektedir.
Prof.Dr. Mazlum UYAR tarafından hazırlanan “İran’da Modernleşme ve Din Adamları – Meşrutiyet Örneği” isimli kitap, “Bugünü anlayabilmek için düne ışık tutmak gerekir” prensibinden hareketle İran toplumunun 20.yüzyılın başında geçirdiği hareketli ve hararetli “1905 – 1911 Meşrutiyet Hareketi” dönemini ele alıyor. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere UYAR, Meşrutiyet dönemine giden yolda ve sonrasında modernistler ile din adamlarının ilişkileri temelinde İran toplumunun geçirdiği dönüşümü mercek altına alıyor. Eksende modernistler ve din adamları olsa da, kitap bu iki sınıfa da etki eden tüccarlara, pazar esnafına, toprak ağalarına ve elbette ki askeri ve siyasi gücün temerküz noktası İran şahına da temas ediyor. İngiltere’den Japonya’ya Rusya’dan İstanbul ve Kahire’ye uzanan bir coğrafyada gelişen fikri akımların hangi aktörler vasıtasıyla İran’a taşındığını da göstermeye çalışan UYAR, Türkçe literatüre kayda değer bir katkı sağlıyor.
Birinci baskısı Emre Yayınları tarafından Ocak 2008’de yapılan kitap 320 sayfaya ilave edilen kaynakça ve indeksten oluşuyor. Verilen bilgilerden yazarın 1964 doğumlu olduğu, lisansını Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde, Yüksek Lisansını Manchester Üniversitesi Middle Eastren Studies Bölümü’nde ve doktorasını da “İmamiye Şiasında Ahbarilik” isimli çalışmasıyla Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladığı anlaşılıyor. 
Yazar daha önce yoğun şekilde çalışılmamış bir alanı konu edindiğinden kitabın bu alanda yapılmış çalışmalar için öncü nitelikte olduğunu söylemek mümkünse de, kitabın tamamlanıp baskıya verildiği tarih olan 2007 yılı itibariyle Türkçe literatürde konuya ilişkin hazırlanmış bir kısım doktora tezine yer vermemiş/ atıfta bulunmamış olması bir eksiklik olarak kabul edilebilir. Yazarın kitabı hazırladığı dönemde internet ortamından kaynak tarama imkânının kısıtlı olması da bunda etki etmiş olabilir. O döneme nazaran internet ortamında kaynak tarama imkânı büyük oranda gelişti. Bugün geriye dönük yaptığımız bir kaynak taraması neticesinde şu doktora tezlerinin de o tarihte Yüksek Öğrenim Kurumu arşivinde olabileceği kanaatine varıyoruz:
a)      Goffer MOCTEHİDİ, İran'da yirminci yüzyılda siyasal partiler, 1990
b)       Alev Erkilet BAŞER, Ortadoğu'da modernleşme ve İslami hareketler: Türkiye, Mısır, İran, 1996
c)      Mustafa Kemal MİLANİ, Anayasal devrimler: İran (1906) ve Osmanlı İmparatorluğu (1908) karşılaştırma, 2002
d)     Asghar Alam TABRİZ, Aydınların, dini liderler ve esnafın İran`ın yakın dönem toplumsal hareketlerindeki ve devrimlerindeki rollerinin incelenmesi, 2004
e)      Yılmaz KARADENİZ, Kaçar Hanedanı (1795-1925), 2004
f)       Farzaneh DOULATABADİ, Ahter gazetesi çerçevesinde İran-Türkiye fikrî ve edebî ilişkileri, 2005
g)      Celal METİN, Türk modernleşmesi ve İran (1890-1936), 2006
h)      Ahmet ANNABERDİYEV, İran Türkmenleri (1881-2001), 2006
Yukarıdaki listede yer alan tezlerden Yılmaz KARADENİZ’e ait olanı 2006 yılında Bakış Kitaplığı Yayınları’ndan İran'da Sömürgecilik Mücadelesi ve Kaçar Hanedanı 1795- 1925” ismiyle basılmıştır.
Yine kitabın kaynakça kısmına bakıldığında kitaba katkı sağlayan başlıca kaynakların İngilizce ve Farsça literatürden sağlandığını, Türkçe kaynakların yok denecek kadar az olduğunu,  mevcut Türkçe kaynakların ekserisinin yazarın kendi çalışmalarından oluştuğunu görmekteyiz.
UYAR, çalışmasını dört ana bölüm üzerine bina etmiş halde. “Meşrutiyetin Ortaya Çıkış Sebepleri” başlığı altındaki birinci bölümde Kaçarlar dönemindeki reform hareketlerine ve devlet ricali ile ulema arasındaki ilişkiye yer verilirken, bu dönemde yer alan devlet ricali ile belli başlı ulemanın reform çabalarına yönelik tepkileri ana hatlarıyla izah ediliyor.  Bu cümleden olmak üzere,  Abbas Mirza, Kaim Makam, Nasuriddin Şah, Mirza Taki Han Emir Kebir, Mirza Hüseyin Han Sipahsalar isimleri çevresinde gelişen olaylara temas ediliyor. Dönemin köşe taşı sayılabilecek kararlarına ve bu kararların yansımalarına açıklık getirilmeye çalışılıyor.
“Meşrutiyet Hareketinin Entelektüel Kökenleri” başlığı altında hazırlanan ikinci bölümde ise UYAR, konuyu iki alt başlıkta incelemeyi tercih ediyor. İlk alt başlıkta Asya ve Avrupa ülkelerindeki gelişmelerin meşrutiyet hareketine etkisi söz konusu ediliyor. Burada yazar, Fransız İhtilali’nden İngiltere tecrübesine, Rus meşrutiyet mücadelesinden Çin örneğine uzanan bir alanda İran entelektüellerini etkileyen fikir ve siyaset hareketlerine yer veriyor. İran ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiye de dikkat çeken yazar, İstanbul ve Kahire’nin de İran’daki meşrutiyet fikrinin gelişmesindeki etkisini vurguluyor.
İkinci bölümün ikinci alt başlığında modernist entelektüeller ve geleneksel yapının sorgulanması konu ediliyor. Bu alt bölümde UYAR, dönemin tanınmış modernist simalarına yer veriyor. Feth Ali Ahundzade, Mecd’ül Mülk, Müsteşarü’d- Devle, Mirza Ağa Han Kirmani, Talibov, Mirza Malkom Han ve Cemaleddin Afgani isimlerinin meşrutiyet için ifade ettiği anlamı bu kişilerin faaliyetlerine dayanarak ortaya koyuyor.
Altı alt başlıktan meydana gelen üçüncü bölüm ise “Meşrutiyet Hareketinin Ortaya Çıkışı” adını taşıyor. Bu bölümde Meclis’in kurulmasını tetikleyen olaylar zincirine yer veren yazar, Şii ulema ile diğer grupların ittifakına, oturma eylemine, Meşrutiyet’in içeriğinin şekillenmesine, Meclis’teki reform çabalarına ulemanın tepkisine, karşı devrime ve Meclis’in meşrutiyet yanlılarınca yeniden kurulmasına sebep olan olaylara ışık tutuyor.
“Meşrutiyet ve Ulemanın Kamplara Ayrılması”nı konu edinen dördüncü bölümde vaka anlatımından çıkılarak meselenin dini ve siyasi temellerine iniliyor. Bu bölümde Şeyh Fazlullah Nuri üzerinden meşrutiyet karşıtlarının; Mirza Hüseyin Naini üzerinden ise meşrutiyet yanlılarının görüşleri ve buna ilişkin delilleri aktarılıyor. Bölüm, ulemanın tümümün ortak inancının mükemmel yönetimin ancak beklenen İmam Mehdi’nin velayetinde kurulacağı yönünde olduğunu ancak İmam Mehdi’nin yokluğunda hangi yönetimin daha efdal olacağına dair ihtilaf üzerine çıkan tartışmaları konu ediniyor. Fazlullah Nuri ve takipçileri mutlak monarşinin İmam Mehdi’nin gaybetinde en uygun yönetim olduğunu savunurken, Naini mutlak monarşinin istibdadın bir türü olduğunu ve İmam Mehdi’nin gaybetinde ehveni şer olan yönetim modelinin halkın işlerinin istişare temelinde yürütüldüğü meşrutiyet olduğunda ısrar ediyor.
Yukarıda verdiğimiz genel bilgilerden de anlaşılacağı üzere UYAR, Modernleşme sürecinde İran’ın yaşadığı serüvenin fikri, itikadi ve içtimai temellerini aydınlatmaya çalışıyor olsa da, modernleşme kavramı üzerinde derin bir analiz çabasına yer vermiyor.
UYAR’ın bu çalışmasından sonra hazırlanan başkaca eserlerin UYAR’ın çalışmasında ele alınan konuları bazen tekrarladıklarını, bazen de derinleştirdiklerini görüyoruz. Bu anlamıyla, değişik kaynaklardan yapılan okumalar UYAR’ın modernleşme sürecindeki İran’da ulemanın konumuna dair tespit ve aktarımlarını doğrularken, bu çalışmanın eksik bıraktığı hususları da ikmal etme imkânı sağlıyor.
Celal METİN, Türk Modernleşmesi ve İran isimli kabul edilmiş doktora tezinde İran Modernleşmesine eğilirken UYAR’ın temas ettiği birçok konuyu kimi zaman müşterek, kimi zamansa farklı kaynaklara atıf yapmak suretiyle dile getirir.[2] UYAR’dan farklı olarak METİN, “modernleşme” kelimesi üzerinde geniş bir epistemolojik çalışma yapar ve kelimeyi bir kavrama dönüştürme çabası sergiler. Ona göre “modernleşme” dini temeli haiz bir anlamı yüklüdür ve “geçmiş pagan toplumlarla hâli hazırdaki Hıristiyan toplumlar arasındaki farklılığa” vurgu yapan bir içeriğe sahiptir ancak ‘modern’ kelimesi asıl anlamını Rönesans’la birlikte değişen dünya algılaması ile almıştır. METİN’in aktardığına göre Black, modernleşme yerine daha çok “çağdaşlaşma” terimini kullanmakta ve çağdaşlaşmayı “tarih boyunca gelişmiş kurumların insanın bilgisindeki görülmemiş artışı yansıtan ve hızla değişen işlevlere uyarlanması süreci” olarak tanımlamaktadır. Emperyalizmi ve sömürgeciliği meşrulaştıran ve bunu da modernleşmeye giden yolun önemli bir aşaması olarak gören Batı kaynaklı modernleşme olgusu, Batı lehine siyasal tavra ve ekonomik çıkara hizmet edecek bir araç hâline gelmiştir.  Bu bağlamda ele alındığında, Batılı gelişmiş ülkelerin emperyalist siyasetlerine uygun düşen modernleşme kuramının doğasına ilişkin en vurucu kavramsallaştırmayı Samuel HUNTINGTON yapmıştır. Ona göre modernleşme, devrimci, karmaşık, sistematik, küresel, uzun erimli, tedricî, homojenleştirici, geri döndürülemez ve ilerlemeci bir süreçtir.
HUNTINGTON’un bahsettiği “geri döndürülemez ve ilerlemeci” modernleşme süreci, İran gibi, Batı etkisine açık olmakla birlikte, emperyalist müdahaleyi doğrudan doğruya ve uzun bir süre tecrübe etmemiş bir ülke için aynı anlamı ifade etmemektedir. Bunun bir diğer örneği İran modernleşmesinin ilham kaynaklarından olan Osmanlı Devleti tecrübesidir. Türkiye ve İran gibi ülkelerin modernleşmeci elitleri, modernleşme sürecinde, büyük tarihi geçmişlerinin gücünden, dillerine bağlılıktan, antik kültürel miras ve toplumsal bütünleşmeyi güçlendirecek ve sürdürecek geçmiş tarihi olaylardan güç almışlardır.[3]
Tarihi kudret bağlamında, Safevilerin iktidara gelişiyle birlikte Şiileşen İran, farklı halkların, farklı dillerin birlikte var olduğu bir coğrafyada Şiilik şemsiyesi altında “milli” bir yapı sağlamayı başarmıştır. İran’ın modernleşme serüveninde sıklıkla gündeme getirilen “millilik” kan esasından ziyade aynı coğrafyada yapılan kader birliği ve paylaşılan dini inanış olarak temayüz etmiştir. Ne var ki, bu durum İran’ın İslam Dünyası’nda “ötekileşme”sinin de sebebi olarak kabul edilmiştir. Konuya benzer bir perspektiften yaklaşan Çelenk’e göre, İran’ın siyasi tarihinde devrimci grupların her zaman etkisi olmuştur. İslam sonrası dönemde bunlar Şiilikle aynileşmeye başlamış ve siyasi erki ele geçirdikten sonra da daha mutedil olan on iki imam Şiiliğine dönüşmüşlerdir.  Safevi Devleti kuruluşunda bu devrimci/ aşırı unsurlara dayansa da, devletin idamesi ve toplumun idaresi için geçmiş iktidarların yolundan giderek şehirli/ entelektüel Farisi/ İranlı unsurlara yanaşmıştır. Bu unsurlar binlerce yıllık medeniyet birikimini de taşıyan unsurlardır.
Şiiliğin yaygınlaşmasıyla birlikte ulemanın gücü de artmış, dinin hükümlerini yorumlamak ve eğitim ile ilgilenmekle vazifeli olan[4] ulema sınıfı zaman içinde siyasal iktidarın meşruiyet kaynağı haline dönüşmüştür zira Şii gelenekte on ikinci imamın gaybetinde onun işlerini tedvin ile görevli ve yetkili fakih olduğundan, fakihin meşru görmediği bir kişi için dini meşruiyet oluşmamaktadır. Bu bakış açısıyla, Şah’ın kendisi bile bir mercii taklit etmek zorundadır. Molla Ahmed Naraki (Ö. 1829)  örneğinde görüleceği üzere, ulemanın velayet teorisi üzerindeki çalışmaları hanedanın meşruiyet zeminini de tartışılır hale getirmiştir. Naraki, ulemanın gaip imamın otoritesini bütünüyle temsil edebileceği düşüncesini açık bir şekilde ifade etmiştir. O, fakihin sahip olduğu velayeti başkalarının velayetiyle mukayese etmek suretiyle bunu daha sağlam temellere oturtmuştur.  Naraki, icmanın sınırladığı hususların dışında, peygamber ve imamların velayetinin bütünüyle fukaha tarafından temsil edilebileceğini ispatlamaya çalışmıştır. Naraki’ye göre fakih, kendisini peygamber ve imamlardan sonra en üstün insan kılan özellikleri sebebiyle Müslümanlar üzerinde velayet-i ammenin sahibidir. Fakihlerin otoritesi genel olup herhangi bir sahayla sınırlandırılamaz haldedir.[5]
Yine zamanla oluşan mercilik sistemi ulemanın kendi içinde bir hiyerarşi yaratmış ve böylelikle üst düzey ulema diğerleri üzerinde nüfuz sahibi olmuştur.[6]  Bundan ayrı olarak, zekât ve humusu toplamakla yetkili kabul edilen ulemanın elindeki maddi gücün artması onu siyasi iktidardan bağımsız hale getirmiştir. Tarihi süreç ulemayı İran’daki sınıflar içinde iktidarı paylaşan bir konuma taşımıştır. Hatta kimi zaman Şii ulema, imamların varisleri olma özelliğini şahla paylaşmayı kabul etmemiştir. İşte bu hassas yapı, on dokuzuncu yüzyıl devlet ricali-ulema ilişkilerinin de belirleyicisi olmuştur. Öyle ki, Kaçar hanedanı döneminde ülkenin içinde bulunduğu şartlar dini mercileri sadece din adına konuşan insanlar olmaktan çıkarmış ve bunları birer milli temsilciye/ lidere de dönüştürmüştür. İran’ın Batı ile yüzleşmesinin geleneksel sınıfları zarara uğratan etkisi karşısında Şah’ın politikalarına muhalif olarak öne çıkan ulema, ekonomik imtiyazlara[7] yönelik protestolarda başı çekişinde görüleceği üzere milletin menfaatlerini koruyan birinci güç olarak ortaya çıkmıştır. Reuters ve tütün imtiyazının örneklik ettiği bu tür olaylar ulemanın gücünün hükümetten çok daha büyük olduğunu gösterdiği gibi, Batı dünyasının da ulemanın gücünü yakından hissetmesine yol açmıştır. Bu etki 1979 devrimine kadar zaman zaman ivmesini kaybetse de, artarak sürmüştür.
İran’daki Batı yanlısı modernist simalar ise İran’ın Batı’nın meydan okumasına cevap veremez hale gelmesinden sonra devlet ricalinin “Ne yapmalı?”, “Nasıl yapmalı?” sorularına cevap aradıkları bir dönemde Avrupa’ya yolladıkları kişilerin taşıdıkları fikirlerden beslenmiş, bu anlamıyla Müslüman topluma yabancılaşmış ancak Batı tarzı hayatın fikri altyapısını da kavrayamamış kişiler olarak Batı toplumlarına da adapte olamamışlardır.[8] Batı’ya verilmesi istenen cevabın bir an evvel bulunması kaygısıyla hareket eden devlet ricalinin himayesiyle beliren bu grup ulemadan farklı olarak dönemin modern iletişim, eğitim ve propaganda araçlarını kullanmayı denemişlerdir. Bu cümleden olmak üzere posta teşkilatı, telgraf, gazete ve modern eğitim kurumlarının ilk nüveleri denenmeye başlanmıştır.[9] Topluma yön vermek arzusundaki bu kişilerin modernleşme anlayışlarında ihtilâlcı şiddet olduğu gibi milliyetçi, halkçı temaların yanında laik ve inkılâpçı adımlar da önemli bir yer tutmuştur.[10] Yabancı misyonların İran’da kalıcı hale gelmesi de bu grubun desteklenmesine imkân sağlamıştır.[11]
Meşrutiyet fikri başlangıçta İran ulemasına yabancı olmakla birlikte, Meşrutiyet’e giden süreçte İran’daki halk hareketlerinde liderlik faktörü açısından dini liderliğin varlığı emsalsizdir ve İranlı entelektüeller dini liderlerin desteği olmaksızın başarıya ulaşamayacaklarını fark ettiklerinde onları kendi yanlarına çekmek için gayret sarf etmişlerdir. Entelektüel kesim İran’ın ne on iki imamın yönetimi ne de hanedanlık ile kurtuluşa ereceğine,  İran’ın ancak despotizm, dini dogmatizm ve emperyalizmden kurtularak salaha erebileceğine inanmasına rağmen dini liderliğin desteğini almak için reformların İslam’a aykırı olmadığını hatta İslam’ın emri olduğunu, İslam’ın ilkeleri arasına yer aldığını savunmuş hatta meşrutiyetin “şeriat” demek olduğunu iddia etmiştir. Ne var ki, METİN’e göre, İmam Humeyni’ye gelene kadar birçok Şiî din adamı muhalif olmakla birlikte hiçbir zaman sürekli bir siyasal eylem ve ideolojik bütünlük oluşturan siyasal talep mekanizmasına sahip olamamışlardır. Bu tür eylemler laik/ seküler entelektüeller çevresinde gelişen hareketler ile vücut bulmuştur. Bunda modern eğitim kurumlarının da etkisi vardır. Osmanlı’dan öykünerek 1851 yılında kurulan Darülfünun’da başlangıçta eğitim dili Fransızca ve hocaların birçoğu Fransız olsa da, zaman içinde tercüme ve telif kitapların yazılıp basılmasıyla Farsçaya dönülmüş ve tedricen kadro tamamen İranlılardan oluşmuştur. Batı Dünyasına ait kavramların ve fikirlerin taşıyıcısı olan bu kadroların etkilediği cenah ulema ile kıyaslandığında kifayetsiz kalmakla birlikte, Meşrutiyet Hareketi sürecinde ulema ile kıvrak bir ittifak kurmayı başarmıştır. Yine de, doktrinde, ulemanın Meşrutiyet Hareketi’ndeki liderliğinin sebebine dair kesin bir yargıya varmanın mümkün olmadığına dair kanaat vardır. KARADENİZ, İran ulemasının başlangıçta mevcut siyasi idarenin ve ekonominin ıslahını istemekten başka bir amacı olmadığını, Batı tarzı bir Meşrutiyet’in pek düşünülmediğini ancak sömürgeciliği hedefe koyan Meşrutiyet Hareketi’nin milli olduğu kadar dini içerikli olması sebebiyle ulemanın bundan ari kalamadığını, zaten başlangıçta İran halkının da “siyasal demokrasi” değil, “adalet” isteği olduğunu ileri sürer.[12]
Modernleşme hareketinin ivme kazandığı dönemde dikkat edilmesi gereken bir husus da İran toplumunun demografik ve sınıfsal yapısıdır. Bu konunun modernistlerin kitlelere ulaşmasındaki engellerin bir kısmını fark edilmesi ve ulema ile ittifaka niçin zorunlu olduklarının anlaşılması için aydınlatılması elzemdir. Darülfünun’da modern eğitimin verilmeye başlandığı 1850’li yıllarda İran’da yaklaşık 10 milyon kişinin yaşamaktaydı ve bunların kabaca %64’ünü Fars kökenliler, %29’unu Türkçe konuşan topluluklar, %4’ünü Araplar ve geriye kalan %3’ünü de gayrimüslimler oluşturuyordu. Bu nüfusun %55’inin köylü, %20’den daha az bir oranının kentli, geriye kalan %25’inin ise göçebe olduğunu, gezginlerin izlenimlerinden, Britanya Dışişleri’nde derlenen raporlardan anlayabiliyoruz.[13] Modernleşmenin kent esaslı bir hareket olduğunu göz önünde tuttuğumuzda modernistlerin halkın %80’ine hitap etme imkânının çok zayıf olduğunu fark ederiz. Bunun karşısında halkı dini ve sosyal olarak eğiten, her türlü dertlerine çare arayan, yabancı saldırısı ve iç karışıklıklar dönemlerinde zulme uğrayan halkın koruyan ulema halkın bütün kesimlerine hitap edip destek bulabilmiş, halk da ulemanın sözüne tabi olmuştur.[14]

Tüm bu sebeplerle modernistler ile ulema arasında kurulan bu ittifakın meyvesi Meşrutiyet Hareketi’nin başarıya ulaşmasıyla alınmış, 1905-1911 Meşrutiyet mücadelesinde muhalefetin hem koruyucusu ve hem de sözcüsü olan dinî ulema meşrutiyet meclislerinde çoğunluğu oluşturmuş,  anayasanın tesisinde ve Şiî İslâm’a muhalif kanunların oluşumunu engellemede nispeten etkili olmuşsa da, İslami bir anayasa beklerken, özellikle ek tasarı ile ummadığı bir şekilde İslam’a aykırı unsurlarla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Kanun önünde eşitlik, sınırsız basın hürriyeti gibi ulemanın kabul etmeyeceği bazı hususların anayasada yer alması bu ittifakın çatırdamasına sebep olmuştur. Bu süreçte ulema, Kaçar Hanedanı’nın modernleşme süreçlerinde devletin ürettiği ve onunla özdeşleşen elit burjuvazinin öne çıkardığı bu türden taleplere karşı koymuş, Batılı talep ve uygulamaları  “dinden çıkma”, “Frenk mukallitliği”, “Batılılaşma ihaneti” olarak algılayan Osmanlı ulemasına benzer bir şekilde, bu taleplerin sözcülerini “ferengî (Frenkleşme)”, fokolî (Avrupaî giyinen İranlı; aşağılayıcı anlamda), garbzedegî (Batı hastalığı) olarak tavsif etmiş[15]  ve Meşruti Anayasa’nın 1.maddesine İmami Şiiliğin devletin mezhebi olması ve Meclis’ten çıkacak yasaları denetleyecek beş kişilik ulema heyeti şartını dercetmeyi başarmıştır.[16] Kararlı bir sekülarist ve Batı medeniyetinin sadık bir savunucusu  olan ve İngilizce ve Fransızca’dan yaptığı tercümelerle siyasi bir birikim oluşmasına katkı sağlayan Feth Ali Ahundzade’nin ve onu takip edenlerin Arap alfabesini kaldırma/ değiştirme isteği ile İran halkının tabii dininin Zerdüştlük olduğu yönündeki söylemleri örneğinde görüleceği üzere, ulema modernistlerin bu fikirlerinin Batı’nın İslam toplumlarını sömürmesinin bir aracı olduğunda ısrarcı olmuş,  Malkom, Kirmani, Afgani gibi Farmason teşkilatın üyeleri olan kişilerin kimi zaman Fars ırkçılığı ve İslam düşmanlığı düzeyine varan sözleri sebebiyle  Batı’nın gizli ajandasının takipçileri olduklarını ileri sürmüş, bu ise modernleşme yanlıları ile ulema arasındaki makasın açılmasını hızlandırmıştır.[17] Tüm bunlara rağmen, modernistler, halkın içinde bulunan, halkla iç içe yaşayan ulemanın etkisine hiçbir zaman ulaşamamışlardır.

 METİN’e göre modernistlerin ulemanın gücüne ulaşamamasının temelinde sebep olarak, modernleşme sürecinde geleneksel kurumları modern yapılara dönüştürme kudretini haiz toplumsal yapının olmaması ve Batı dışı toplumların modernleşme öncülerinin, kendi toplumlarının Batı karşısında geriliğinin farkında olan, daha çok yönetici elitlerden oluşan, çoğunlukla seküler eğitim alan ve gelenekselle bağları zayıf olan kişiler arasından çıkması gerçeği yatmaktadır. Modernliğin ilk ortaya çıktığı Batı Avrupa toplumları geleneksel kurumlarını modern işlevlere uyarlayarak gerçekleştirmişlerdir. Yine kurumsal yenilikler yapılırken Batılı modern kurumlar aynen alınarak var olan toplumsal yapının buna nasıl tepki vereceği ve bunun sonuçlarının hesap edilmemesi de menfi bir faktör olarak yer almıştır.[18]  Örneğin,  Abbas Mirza ve Kaim Makam’ın reform çalışmalarının sekteye uğramasının temelinde bu reformları yerine getirecek ve sürdürebilecek ekonomik ve idari ve askeri kaynaklardan yoksun olmalarıyla birlikte, toprak sahipleri, pazar esnafı ve ulemadan oluşan yerleşik düzenin bu reform çalışmalarına gösterdiği güçlü tepkiyi görürüz.
 Çalışması boyunca UYAR, Meşrutiyet Hareketi’nin öncü isimleri üzerinden Batı mefkuresinin ve buna karşı koyan ulemanın sistematiğini de karşılaştırır. UYAR’ın vermiş olduğu örneklerin pek çoğunda modernistlerin Batılı kavramların künhüne varamamış kişiler oldukları, sistemli bir ideolojiden ziyade pratik sonuçlara yöneldikleri anlaşılır. Malkom Han örneğinde olduğu üzere farklı zamanlarda farklı açıklamalar yapan modernistlerin varlığı o dönem için garip karşılanmaz. Yine Batılı kavramları Rus ihtilalcilerinin bakış açısıyla yorumlayan Talibov gibi modernistlerin Afgani gibi aidiyeti halen tartışılan ancak genel olarak İslamcı bilinen kişilerle aynı potada erimesi yadırganmaz. Bunda dönemin henüz oturmamış fikri ve siyasi şartlarının olduğu kadar aslında tüm bu insanların temel çabasının ülkelerinin Batı karşısında bağımsız ve kendine yeter kalabilmesini sağlama kaygısı içinde olmalarının da büyük etkisi vardır.
UYAR, modernistlerin içine düştüğü karmaşanın ulema açısından daha zayıf bir düzeyde yaşandığını, ulemanın geleneksel fıkhı yeniden yorumlamak suretiyle bir çıkış kapısı araladığını, meşrutiyet yanlısı ve karşıtı ulemanın her ikisinin de klasik fıkha atıfla bu fikre/ siyasi sisteme müspet yahut menfi açıklama getirdikleri gerçeğini Şeyh Fazlullah Nuri ile onun karşısında yer alan,  Tenbihül Ümme ve Tenzihül Mille’nin müellifi Naini üzerinden verdiği örneklerle açıklar.
UYAR, çalışmasının sonuç bölümünde tarihi serüvenin köşe taşlarına yeniden işaret ederek ulemanın bu süreçten ders çıkardığını ve İmam Humeyni’nin önderliğindeki halk hareketinin zaferden sonra gücü modernistlerin ele geçirmesine izin vermediğini zikreder. Vakıa, yukarıda da değindiğimiz üzere, ulema ekseriyetle modernistleri desteklemiş olsa da, 1905-1911 Meşrutiyet Hareketi’nde aralarındaki ittifak modernistlerin ulemaya sırt çevirmesi, onları ancak bir araç olarak kullanma arzuları sebebiyle son bulmuş ve ulema ile modernistlerin Şah rejimine muhalefeti farklı kanallarda akmıştır. Bu akış 1979’da ulemanın siyasi sistemi tümüyle ele almasıyla başka bir boyuta taşınmıştır. Bugünün İran’ını anlamak için Safevi hanedanı ile ulema arasında kurulan ilişki biçiminin tarihi seyrini takip etmekten bir zarurettir.
UYAR’ın bu çalışması Türkçe literatür açısından önemlidir zira Türk akademik çevrelerinde İran ile ilgili bu yöndeki çalışmalar Batı ile kıyaslanamayacak kadar azdır. Ne var ki, çalışmanın mükemmel olduğunu da ileri süremeyiz. Her çalışmada olduğu gibi UYAR’ın çalışmasında da bir kısım eksiklikler vardır. Bu cümleden olmak üzere, UYAR’ın müracaat ettiği kaynakların ekserisi Batı mahreçlidir. UYAR’ın Farsça bildiği de dikkate alındığında, İran üniversitelerinin de yardımıyla, Farsça kaynaklara ağırlık veren, çalışmada izlediği vaka anlatımı yolu itibariyle dönemin matbuatına daha fazla yer açan bir çalışmanın imkan dahilinde olduğunu düşünüyoruz.
UYAR’ın çalışmasında yer alan bir diğer eksiklik/ hata ise yazarın kimi konularda şahsi kanaatine dair hüküm cümleleri kurmuş olmasıdır. Öncü kimliklerin mücadele metodu ile açıklayamamasına rağmen, Şii ulemanın sınıf menfaati peşinde koştuğuna dair kanaatini sıklıkla dillendirmesi çalışmada bir kusur olarak belirmiştir.
Bu çalışmada işaret edilen bazı noktalar ise yeni çalışma alanları doğmasına imkân verecek niteliktedir. İran’daki fikri ve siyasi hareketler ile Batılı misyonların ilişkileri, 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başlarında Mason teşkilatlarının Müslüman entelektüel ve âlimler arasındaki algılanış şekli, Sünni ve Şii mezheplerinin ulemanın yönetim hakkına dair yaklaşımı, İslam Birliği temelinde Sünni ve Şii ulemanın Osmanlı iktidarına bakışı, Safevilerden modern İran’a Şahlık rejiminin meşruiyet alanı ve dayanakları ve nihayet İran Meşrutiyet Hareketi ile İran İslam İnkılâbı arasındaki ilişkinin mahiyeti çalışılabilecek sahalar olarak belirmektedir.
Bu kitabın yazarın İran hakkındaki diğer çalışmaları ile birlikte okunmasının bütünlüğü yakalamak açısından önemli olduğu kanaatindeyiz zira yazar kullandığı kaynaklar arasında kendi çalışmalarına da yer vermiş, bu alanda başkaca çalışmaları olduğunu böylece ortaya koymuştur.  Bu durumda, yazarın diğer çalışmalarının tetkikiyle, inceleme konusu yaptığımız “İran’da Modernleşme ve Din Adamları” isimli çalışmasının daha iyi anlaşılabileceği ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekir.

Kaynakça
ÇELENK Mehmet, 16. ve 17. Yüzyıllarda İran’da Şiiliğin Seyri,  Emin Yayınları, Bursa, 2013
METİN Celal, Türk Modernleşmesi ve İran, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 2006
SADRİ Manizheh,  İran Yenileşme Hareketlerinde Osmanlı Etki ve Katkısı, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2012

UYAR Mazlum, Şii Ulemanın Otoritesinin Temelleri, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2004

KURTULUŞ Rıza, 1906-1911 İran Meşrutiyet Hareketinde Osmanlı Etkisi, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2010

KARADENİZ  Yılmaz, Kaçar Hanedanı, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi,  Malatya,  2004
GÜRAKAR Tolga, Devrimci Dinamikler Açısından Osmanlı ve İran Çağdaşlaşması, Kabul Edilmiş Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi, İstanbul, 2011
AHAVİ Şahruh, İran’da Din ve Siyaset, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1990




[1] ÇELENK Mehmet, 16. ve 17. Yüzyıllarda İran’da Şiiliğin Seyri,  Emin Yayınları, Bursa, 2013

[2] METİN Celal, Türk Modernleşmesi ve İran, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 2006
[3] METİN Celal, Türk Modernleşmesi ve İran
[4] SADRİ Manizheh,  İran Yenileşme Hareketlerinde Osmanlı Etki ve Katkısı, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2012
[5] UYAR Mazlum, Şii Ulemanın Otoritesinin Temelleri, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2004
[6] KURTULUŞ Rıza, 1906-1911 İran Meşrutiyet Hareketinde Osmanlı Etkisi, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2010
[7] KARADENİZ  Yılmaz, Kaçar Hanedanı, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi,  Malatya,  2004
[8] a.g.e
[9] KURTULUŞ Rıza, 1906-1911 İran Meşrutiyet Hareketinde Osmanlı Etkisi

[10] METİN Celal, Türk Modernleşmesi ve İran
[11] KARADENİZ  Yılmaz, Kaçar Hanedanı
[12] a.g.e.
[13] GÜRAKAR Tolga, Devrimci Dinamikler Açısından Osmanlı ve İran Çağdaşlaşması, Kabul Edilmiş Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi, İstanbul, 2011
[14] KARADENİZ  Yılmaz, Kaçar Hanedanı
[15] METİN Celal, Türk Modernleşmesi ve İran
[16] AHAVİ Şahruh, İran’da Din ve Siyaset, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1990
[17] KARADENİZ  Yılmaz, Kaçar Hanedanı
[18] a.g.e