Translate

23 Haziran 2012 Cumartesi

Asla muteber olmayacağız

Gürkan BİÇEN


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a “haftalar değil günler” tanımasının üzerinden yaklaşık bir sene geçti. Batı Dünyası’nın koçbaşı haline gelen Türkiye’nin de katkıları ile Suriye’de kanlı bir süreç yaşansa da, Esad yerinden edilemedi. Türkiye’nin Batı tarafından Suriye kapısında kullanılmasından duyulan memnuniyet o dönemde en üst düzeyde dillendiriliyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İngiltere gezisinin ardından yaptığı bir söyleşide Türkiye’ye gösterilen itibardan bahsederek; “İngiltere dahil Avrupa ülkeleri Libya'ya gösterdiği duyarlılığı Suriye'ye göstermiyor. ABD Dışişleri Bakanı, 'Arap Birliği ve Türkiye'nin etkisi fazla olur' diyor. Biz başkalarının ne baskısıyla ne de teşvikiyle hareket eden bir ülke değiliz. Ama doğrusu bu aralar bize çok kredi veriyorlar, bundan da memnun oluyoruz. Bize kredi vermekte biraz kıskançtırlar biliyorsunuz.”, diyordu. Cumhurbaşkanının “kredi”den kastının ekonomik destek olup olmadığı belirleyemesek de, Suat Parlar Türkiye’nin Suriye meselesini Batı’dan para koparmanın bir aracı olarak kullandığını ileri sürer. Türk basının muteber (!) kalemleri günlerin, haftaların, ayların dolması ve fakat Suriye’de istenen rejim değişikliğinin silah zoruyla gerçekleştirilememesi ve Türk halkının hükümetin Suriye’ye yönelik anlamsız saldırganlığını sorgular hale gelmesi üzerine suçu yıkacak bir yer buldular: İran

Muhafazakâr bilinen yayın organlarında kalem oynatan “maaşlı” kişiler İran’ın Türkiye içindeki etkisini dile getirip Türk hükümetinin halkı ikna edememesinin sebebini bu etkiye bağlamaya çalışıyorlar. Onlara göre her musibetin başı Şii İran Türkiye’deki uzantıları vasıtasıyla Suriye Baas’ı lehine akıl almaz derecede etkili bir propaganda faaliyeti yürütmekte ve böylelikle Türk halkının Suriye’de yaşananlara hükümetin beklediği yönde tepki vermesinin önüne geçmektedir. Onlar bu iddianın inandırıcı olması için “nasıl olmuş da daha evvel bunu fark edememişiz”, şeklinde ağlanmayı ihmal etmemektedirler. Yine onlara göre İran ve onun Türkiye’deki uzantıları Suriye meselesinde yanlış tarafta durmakta, Rusya’nın Ortadoğu’ya dönmesine ve Amerika’nın bölgedeki etkisinin zayıflamasına sebep olmaktadırlar. Bin dereden su getirerek geveledikleri şey tam da budur: Suriye’de akan kan değil Amerika’nın Ortadoğu’daki etkisinin azalmasıdır mesele.

Bu muteber (!) kalemlerin dikkatlerini çekmek istediğim bir iki nokta var: Her şeyden evvel Suriye konusunda Batı’nın ve Türkiye’nin safında yer almayanların İran’ın yahut bir başka ülkenin uzantısı/ nüfuz ajanı oldukları yönündeki iddianız samimiyetten uzaktır. Zira birbirinden farklı birçok kesim Türk hükümetinin Suriye politikasına karşı çıkmakta, bu politikanın Türkiye’nin menfaatlerini haleldar ettiğini ısrarla vurgulamaktadır. Bunların her birini bir ülkenin hesabına kaydetmeye kalktığımızda, muteber (!) kalemleri de doğrudan Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt ve Batı ittifakı hesabına kaydedebiliriz. Hâlbuki bu “maaşlı” kişiler hakkında böyle demiyor, onların kemikleşmiş mezhepçi, bayrakçı, toprakçı bakış açılarıyla hakikati kaybeden kişiler olduklarını söylemekle yetiniyoruz.

Bu kalemler, İran’ın yahut bir başka ülkenin Türk merkez medyasında yeri olmadığını, İran’ın nüfuz ajanları olarak göstermek istedikleri kişilerin Türk halkının geneline hitap edebilecekleri hiçbir araca sahip olmadıklarını,  içinde muhafazakâr radyoların, televizyonların, gazetelerin ve dergilerin de yer aldığı merkez ve çevre medyanın hükümet politikasına tümüyle destek verdiğini elbette çok iyi biliyorlar. Bu basın yayın organlarını takip edenler İran’ın son bir yıl içinde bu tür kalemlerin şiddetli saldırısına maruz kaldığını ve bunun İran’ın Müslüman halklar nezdindeki itibarının zedelenmesi için yapıldığını görüyorlar. Bu kalemler Türkiye’nin niçin Batı’nın koçbaşı olduğunu izah etmiyorlar ancak İran’ın niçin Türkiye’nin politikalarına boyun eğmeyerek onu zora soktuğunu tartışıyorlar. Onlar bununla da yetinmiyor, tüm kalem sahiplerinin İran’a sövmesini ve Batı-Arap-Türk ittifakının yanında yer almasını istiyorlar. Onların yazılarından izzet ve şerefi bu ittifakın yanında aradıkları anlaşılıyor.

Onlara, Türkiye’nin aldığı/ alacağı kredilerle ilgimiz olmadığını, Türk dış politika yapıcıları gibi günlük ve haftalık planlarımız bulunmadığını, Rusya’nın Ortadoğu’da söz sahibi olmasını okyanuslar ötesinden gelen Amerikan gücünden daha büyük bir tehlike olarak görmediğimizi, İran Türkiye’nin yaptığını yapmadığı sürece ona sırt çevirmeyeceğimizi ve bizi de Büyük Şeytan’ın emrine koşmak için her ne yolu denerlerse denesinler asla bu kalemler gibi muteber (!) olmayacağımızı hatırlatıyorum.