Translate

20 Haziran 2016 Pazartesi

Siyonist rejim probleminin çözümünde Arnavut halkının sorumluluğu

Biz, dağları, ovaları, nehirleri, gölleri, denizi ve halen varlığını sürdüren iki devletiyle Balkanlarda güzel bir coğrafyaya sahip olan Arnavutlar, bu dağlar kadar zorlu, nehirler kadar coşkun, ovalar kadar bereketli, göller kadar sakin ve denizler kadar derin bir halkız. Tarih bizi sayımızın azlığı ile değil, içinde yer aldığımız her şeyde yarattığımız büyük etki ile anar. Biziz o yılmaz savaşçılar ve yine biziz o devasa orduları dize getiren yiğit adamlar.
Arnavut halkının adalete düşkünlüğü, emanete riayeti, zayıfı koruyup zalime meydan okuması hem tarihin hem de edebiyatın konuları arasındadır. Tarih beyaz külahlıların savaş meydanında görülmesiyle düşman saflarında dalgalanmaların yaşandığını kaydettiği gibi güvence verdiği düşmanını korumak için canından geçen atalarımızı da kaydeder. Arnavut halkının Türkçe yazan büyük şairi, Türkiye’nin milli marşının sahibi Kosova’nın İpek ilinden Mehmet Akif Ersoy Balkan Savaşları’nı anlattığı bir şiirinde Arnavutları “Haysiyyetinin gölgesi çiğnense eğer; / Olmadan üç kişinin, beş kişinin, hûnu heder / Kahraman gayzı yatışmaz, kanı coşkun efrâd” mısralarıyla tasvir eder.  Bir Fransız yazar ise Arnavut halkını var eden ruhu Avrupa’nın şövalyelerine benzetir.
Arnavut halkının bu hasletleri onu birçok önemli olayın kalbine yerleştirmiştir. Roma İmparatorluğu ile neredeyse iki yüzyılı bulan savaşlar, Roma’nın birçok komutanı ve valisinin Arnavutların atalarından seçilmesiyle sonuçlanmıştır. Hıristiyanlık ile birlikte Arnavut halkı İsa’nın (as) kılıcı olurken, İslam’a geçişiyle bütün ilahi dinlerin özünde yer alan “tevhid” (Allah’ı tek ilah kabul etme) inancının gözü pek savunucusu olmuştur. İslam’ın temsilcisi Osmanlı İmparatorluğunu büyüten, güçlendiren ve zor zamanlarında ayağa kaldıran kadroların önemli bir kısmının Arnavut olması bir tesadüf olabilir mi? Bu elbette ki bir tesadüf değildir. Çok açıktır ki bu durum Arnavut ruhunun tarihin büyük nehrinde yol almasını göstermektedir. Bu nehrin en hırçın anlarında/ yerlerinde dahi Arnavut zihni ve kalbi kendi varlık anlamına yüz çevirmemiştir. Binlerce Arnavut’un kanı pahasına da olsa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa eliyle günümüz tekfircilerinin atası Vahabi çetelerini işgal ettikleri Mekke ve Medine’den çıkaran, onları geldikleri çöle süren atalarımız Filistin’e yönelik Siyonist planlara da geçit vermemişlerdir.
Arnavut halkı ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiyi kuran ve koruyan ailenin bir ferdi olan Avlonyalı Ekrem Bey “Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar” kitabında Siyonistlerin İstanbul’daki faaliyetlerinden, Saray’dan (Abdulhamit’ten) Filistin’e göç izni istemelerinden ve bu sırada Sadrazam olan amcası Avlonyalı Mehmet Ferit Paşa’nın buna itirazından bahseder. Siyonistlerin Filistin’de yerleşmelerini sadece Abdulhamit değil Sadrazam Mehmet Ferit’in temsiliyle Arnavut halkı da istememektedir. Sadrazam Avlonyalı Ferit Paşa, 1903 yılında yüklüce bir bedel karşılığında Tel-Aviv’de yirmi bin hektar arazi kiralama arzusuyla İstanbul’a gelen ve kendisinden bu girişim için yardım talep eden Parisli Baron Rotschild’i kesin bir dille reddeder. Ferit Paşa çok açık konuşur; “Filistin bir zamanlar Yahudilere aitti, ancak Büyük Süleyman ve Küçük Davut’un zamanından bu yana binlerce sene geçti. Haklı veya haksız, Filistin bugün kesin olarak Araplarındır, Osmanlı İmparatorluğunun da bu durumu değiştirmek için ne siyasi ne de manevi bir nedeni vardır”  Ferit Paşa’nın bu tavrı söz ile de kalmaz. Yeğenini gizli bir görevle Filistin’e yollar ve Yahudi çalışmaları hakkında bilgi toplamasını ister. Yine Osmanlı ordusunun belkemiği sayılabilecek Arnavutları Kudüs nöbetinde hazır tutar. Aslına bakılırsa bu nöbet hala devam etmektedir zira Beşinci Ordu’nun İşkodra Fırkası’nın sancağı halen Halil er-Rahman’da bulunmaktadır.
Arnavut halkı ve siyasi eliti Filistin toprağına sadakati her zaman önemli bilmiş, bunu bir yönüyle dini vecibe saymıştır. Kutsal Kudüs şehrinin muhafazası ve Hıristiyan Arnavutların buraya ulaşabilmesi de önem arz etmiştir. Her iki dinin mensupları olarak Arnavutlar bu toprağa her iki yoldan da bağlanmış, bağlı kalmış ve sadakat göstermişlerdir. Hilafet merkezinin İstanbul’da olması Müslüman Arnavutlar için Kudüs’ün statüsünü değiştirmemiştir. Müslüman Arnavutlar Kabe’nin Müslümanlara has olduğunu ama Kudüs’ün insanlık ailesinin tümüne tahsis edilen Mescid-i Aksa’yı barındırdığını düşünmüşlerdir. Mescid-i Aksa’nın barış yanlısı tüm kavimlerin, dillerin, dinlerin temasına açık tutulmasını istemişlerdir.
Arnavutların 20.yüzyılda yaşadığı sosyal ve siyasal darbeler bile bu sadakati gölgelememiştir. Arnavutlar Siyonist rejime bu yolu açanın İngiltere olduğunun bilincinde olmuşlardır. Yine Arnavutlar, terk etmek zorunda kaldıkları bu beldede, Arap dünyasının sırtına saplanan bu hançeri kabul etmeyeceğini de düşünmüşlerdir. Arnavutluk’un karanlık dönemi sayılan Enver Hoxha döneminde dahi Filistin’e dair söylem değişmemiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 25 Temmuz 1980 tarihli toplantısında Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’ni temsilen söz alan Abdi Baleta’nın konuşması Arnavut halkının hissiyatını açıkça ortaya koymaktadır. Bu konuşmasında Baleta, Filistin konusunun “son derece önemli” olduğunu işaretle, Filistin halkının bağımsızlık, kendi devletlerine sahip olma ve mültecilerin yurtlarına dönme haklarını vurgulamış, Amerika’nın bir aracı olan Siyonist rejimin özelde Filistin’e ve genelde Orta Doğu’ya yönelik zulümlerini dile getirmiştir. Yine bu konuşmasında Baleta, Filistin halkının haklı davasını bu dava için verdiği şehitlerle kazanacağını, Arnavutluk’un ise Filistin halkına her zaman destek olacağını ifade etmiştir. Arnavutluk halkı için tarihi önemdeki bu konuşma Birleşmiş Milletler arşivinde yer almaktadır.
Arnavut halkı 1990 sonrası yaşadığı sancılı dönemde de her ne kadar zayıflasa da, Filistin ile irtibatını kesmemiştir. Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinin Arnavut bölgesine dayattığı emperyalist güçler ve Siyonistlerle dost, yerli halklarla düşman olma temelinde inşa edilen ilkel İslam anlayışına rağmen Arnavutlar Filistinlilerin haklılığından bir an bile şüphe etmemişlerdir. Arnavut siyasi elitinin Amerika tarafından belirlendiği bu günlerde bile vicdanını temiz tutmak isteyen Arnavutlar çok büyük karalama kampanyalarına, kara propagandalara rağmen Filistin ve Lübnan halklarının direnişine destek olmuşlardır. Mavi Marmara gemisinde Arnavutların da yer aldığı tartışmasız bir gerçektir.
Doğrudur, bugün Arnavut siyasi eliti Filistin konusunda Amerikan baskısına boyun eğmekte ve uluslararası toplantılarda Filistin hakkında çekimser oy kullanmaktadır. Arnavutların çözmek zorunda olduklarını düşündükleri Kosova gibi siyasi meseleler yanında, ekonomik problemler de kendilerini bu yola sevk etmiş olabilir. Böyle de olsa, Arnavut halkına tarihi bir görev düşmektedir. Atalarından miras aldıkları o coşkun ruhu, kendilerini bir şövalye, İsa’nın kılıcı, İslam’ın askeri, yorulmaz savaşçı ve gönül eri yapan “Arnavut olma” halini korumalı ve her ne suretle olursa olsun Müslüman ve Hıristiyan Arnavutlar için aynı derecede önemli olan Mescid-i Aksa’dan vazgeçmemelidirler.
Bunu sağlamak için Arnavutların Amerika ve Siyonist sermaye desteğinde yürütülen ve Müslüman veya Hıristiyan yahut sosyalist fark etmeksizin direnişçileri karalayan kampanyalara karşı uyanık olmaları; siyasi elitin kendilerinden oy istemek için geldikleri seçim dönemleri başta olmak üzere her aşamada siyasi faaliyet programlarının dış politika kalemleri arasına Filistin’in özgürlüğünü koymalarını istemeleri; Arnavut bölgesinde Filistin konusunun daha iyi bilinmesini sağlamak üzere seri ve devamlı eğitim ve kültür programları gerçekleştirmeleri ve Filistin konusunun gündemden düşmesine izin vermemeleri; temsili nitelikte dahi olsa Filistin’e ekonomik yardımda bulunmaları; Filistin ile ilgili uluslararası toplantılara kişisel ve heyet düzeyinde katılmaları; Arnavut bölgesinde Siyonizm’e dost olan ilkel bir İslam anlayışını dayatan gruplara itibar etmemeleri ve Arnavut halkının tüm din ve fraksiyonlarıyla bütünlüğünü korumaya gayret etmeleri gerekmektedir.
Ben İslam’ın Avrupa’daki yüzü olan Arnavutlardan umutluyum. İsa’nın ve Muhammed’in çocuklarından ellerini birleştirmelerini ve böylelikle Mescid-i Aksa’yı saran bir kalkana dönüşmelerini istemek de bir Arnavut olarak hakkım olmalı…