Translate

4 Eylül 2013 Çarşamba

Ne zaman tatmin olacaksın Davutoğlu?

Gürkan BİÇEN

Bu ülkede mürekkep yalamış hemen herkes Ziya Paşa merhumun, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”, dediğini bilir. İnsanın ortaya koyduğu eser ile aklı arasında doğru orantı kuran bu söze devlet ricali itibar etmiş olsaydı, eminim ki, bugün Dışişleri Bakanlığı koltuğuna yapışan Ahmet Davutoğlu  Malezya’da bir manav dükkanında karpuz satıyor olacaktı.

Tahran’da uluslararası bir konferans için bulunduğum bir sırada iki akademisyen ile aramızda Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik isimli kitabının anlamsızlığı üzerine bir saate yakın bir münazara geçmişti. Bu akademisyenler Davutoğlu’nun halen saçmaladığını kabul etmekle birlikte kitaba laf söylenmemesi gerektiğini savunuyorlardı. Kitabı üçümüzün de okuduğunda mutabık kaldıktan sonra kendilerine “Bir ülkenin dış politikasının temeli haline getirilen bir tezin/ kitabın sıhhatini nasıl kontrol edebiliriz?”, diye sordum. Belli ki, bu akademisyenler Davutoğlu’nun tezine can veren fikre, Türkiye’yi merkeze alma fikrine herhangi bir soru işaretiyle yaklaşmamışlardı. Bu akademisyenlere, Osmanlının Balkanlardan 1912-1914 arasında ayrıldığını, Arap coğrafyasına ise 1919’da veda ettiğini, yaklaşık 100 yıldır bu bölgelerde Türk hakimiyetinin olmadığını, geçen bu süre zarfında Balkan halklarının milli kimliklerinin Türk karşıtlığı üzerine kurulduğunu, Arap coğrafyasında da durumun farklı olmadığını, Türklerin kahraman olarak ilan ettikleri Osmanlı Sultanlarının birçoğunun (Başta Yavuz Sultan Selim gelmek üzere) Arap dünyasında katil olarak görüldüğünü (durum Balkan ülkelerinde daha da vahimdir), bugün Suriye’de hüküm süren rejimin Arap milliyetçiliğini temel alan bir politika izlediğini, Arap milliyetçiliğinin sadece Baas tarafından değil İslamcı görünen hareketler tarafından da kabul gördüğünü, bu bölgede hiçbir halkın Türkiye’yi çiçeklerle karşılamaya hazır olmadığını, Davutoğlu’nun hayal gördüğünü, tarih faktörünü göz ardı ettiğini, tezine/ kitabına dayanak olacak hiçbir saha çalışması sunmadığını, bu haliyle tezin kabul edilemez mahiyette olduğunu, akademik bir çalışma olarak görülse bile buradaki ana temayı doğrular mahiyette hiçbir bilgi/ delil olmaksızın bu tezin dış politikanın merkezi haline getirilmesinin büyük bir hata olduğunu, Davutoğlu’nun bu bölge açısından gelişmeleri okumakta malul birisi olduğunu, ne 2000 yılını ne 2006 Savaşı’nı ne de 2009 Savaşını değerlendirebildiğini, gerek bu kitapta gerekse başkaca yazı ve röportajlarında 2000 yılından önceye ait terminolojiyi kullandığını, Davutoğlu’nun bakış açısını anlamsız kılan birçok gelişmenin bu dönemde yaşandığını ve tüm bu sebeplerle Davutoğlu’nun bir Türk Kissenger’ı olmayı bırakın (Ben şahsen Kissenger’ı da bir katil olarak görüyorum) İsmail Cem bile olamadığını anlattım. Bunları söyleyenin sadece ben olmadığımı ispat sadedinden Herkül Milas’ın, Arben Xhaferi’nin ve İbrahim Cafer’in yazılarından da bahsettim.

Davutoğlu hayal ile gerçeğin sınırını bilmeyen birisi. Yine o, bir hayale sahip olmak ile bu hayali gerçek kılmak için girişilen mücadelede zayi olanların anlamını da bilmiyor. İsrail Shamir’in dediği gibi Davutoğlu Osmanlı dönemini uygulanabilirliği ispatlanmış ve bir kez daha uygulanabilir bir dönem olarak kabul ediyor ve bu çabalarını Sünni temelli Türk devletinin bölgedeki egemenliği için sürdürüyor. Davutoğlu için bu süreçte ölenlerin ne hayatlarının ne sayılarının bir önemi var. Ona göre, nihai iyilik tüm bu kusurları/ kabahatleri örtüp hakikati, Osmanlı dönemlerini hâkim kılacak.

Davutoğlu, mevcut ruh halini ve yanlıştaki saplantı derecesindeki ısrarını 13 Nisan 2013 tarihli Star gazetesine verdiği röportajda, şu sözlerle ortaya koyuyor: "Bu kitabın yayınlanmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra başbakan başdanışmanlığı görevine geldiğimde, iç tutarlılık ve ahlâkî sorumluluk açısından hayatımın en kapsamlı meydan okuması ve sınavı ile yüzleşmenin derin çilesini ve muhasebesini yaşamaya başladım. Bu meydan okuma, hem tarih boyunca birçok ilim adamı ve teorisyenin elde edemediği büyük bir nimet, hem de tarihin son derece hızlı aktığı bir dönemde, bu akışın coğrafî ve tarihî merkezinde bulunan bir toplumun ferdi olarak taşıması çok ağır bir yüktü. Stratejik Derinlik başlıklı tezin kitap olarak varlığı bu ağır yükün entelektüel zeminini oluşturuyordu. Okuyan muhatapların zihnine bir hitap olarak kaleme alınan bir kitap, bizatihi yazarı için bir yanlışlama/doğrulama cetveline dönüşmüştü."

Davutoğlu’nun tarih unsurunu, Türkiye’nin gerçeklerini ıskalayan tezi başından beri temelsizdi ve doğal olarak çöktü. Ancak bu çöküş Suriye ile değil 2009’daki Gazze Furkan Savaşı ile başladı (http://gurkanbicen.blogspot.com/2009/01/gazzede-ken-trk-di-politikasidir.html). Osmanlı geçmişine öykünen Davutoğlu tezini haklı çıkarmak için bugün Batı emperyalizminden medet umuyor. Bu haliyle o, egosunu tatmin etmek için kana doymak bilmeyen diktatörleri andırıyor. Verdiğimiz her kurban onun yanlışlama/ doğrulama cetvelinde bir çentiğe dönüşüyor.

Davutoğlu, lütfen bize söyle, senin egonu tatmin etmek için halklarımızın kaç kurban vermesi gerekiyor? Biz kendi ellerimizle sunağına getireceğiz onları, yeter ki sen tatmin ol.