Translate

6 Ağustos 2010 Cuma

Güneşi batıdan getiremezsin

Gürkan BİÇEN
Paul Tibbets, belki, annesinin ismini verdiği bombardıman uçağından bıraktığı "little boy" Hiroşima'ya ulaşınca, bir anda yüz kırk bin insanı katledebileceğini bilmiyordu. Ancak bu katliamın üzerinden geçen onlarca yıl sonra kendisiyle yapılan röportajlarda ısrarla o bomba sebebiyle asla pişman olmadığını söylerken, Daniel Headrick'in, "Etik açıdan insanlık son üç yüz yıldır hemen hemen hiçbir ilerleme kaydetmemiştir. Ama enformasyon sistemlerindeki araçsal ilerleme inanılmaz boyutlardadır. (...) Çok fazla enformasyona sahip olsak da, 'insanlığın iyileşmesi' hala çok uzak bir olasılık" sözünü, Batı Dünyası açısından haklı çıkarıyordu. Batı aklının / vicdanının Atlantik ötesi temsilcisi Amerika'nın o dönemki başkanı Truman Hiroşima'nın ardından Nagazaki'de de bir katliama onay verirken bu katliamın üç gün evvelinde yaşanan Hiroşima tecrübesi insanlık ailesini dondurmuş haldeydi. Truman Avrupa'da da bir atom bombası tecrübesi yaşanmasını istiyordu ancak Avrupa'nın dini yapısı onu bu niyetinden vazgeçirmiş olmalıdır. Almanya atom bombasından kurtulsa da, İkinci Dünya Savaşı boyunca bombaların düşmediği Dresden Amerika'nın ve Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin gücünü ispat için savaşın son günlerinde taş üzerinde taş bırakılmamacasına bombalanmış ve kullanılan fosfor bombalarının da etkisiyle yüz otuz beş bine yakın insan hayatını kaybetmiştir. Böylelikle savaş sonrasının egemen güçleri tüm halklara nükleer yahut konvansiyonel silahlarla neler yapabileceklerini göstermiştir. Bize kalan ise Amerikan tankları ve dolarları ile gelen demokrasiyi kutlamak için Paris caddelerinde Amerikan askerlerini öpen kadınları izlemek ve aydınlık günlere dair vaatleri dinlemek olmuştur. Bunca hayata yönelik umarsızlık göstermiştir ki, Batı'nın vicdanı arka plandaki iniltileri bastıracak bir siren sesi ve cesetleri kapatacak bir ambulans görüntüsü ile rahatlayacak derecede lekeli bir vicdandır.

George Orwell'ın, "Kapitalist emperyalizm"in "Komünist emperyalizm"e yönelik erken dönem saldırısının edebiyat alanındaki temel eserlerinden birisine dönüşen ve her şeyi kontrol altında tutan "Big Brother" karakteri ile meşhur "1984" romanını CIA için kaleme alıp almadığına emin değiliz ama romanın yazıldığı dönemde İran petrol kaynakları ve stratejik konumu sebebiyle önem arz etse de, Soğuk Savaş'ın her iki tarafı için bir "kimlik" özelliği taşımıyordu.

Petrolü millileştirme amacıyla hareket eden Musaddık'ın bir Amerikan darbesiyle devrilmesinden çeyrek asır sonra emperyalist dünya İran'ın İslami rejime inkılâbı ile yüzleşiyordu. Asaf Hüseyin, "Bu asrın şahit olduğu bir diğer önemli olay, 1979 senesinde İran'da İslam Cumhuriyeti'nin kurulması ve bu ülkedeki Amerikan çıkarlarının yerle bir edilmesiydi. (...) İran İslam Cumhuriyeti'nin şahsında ortaya çıkan bu üçüncü güç, süper güçlerin hâkimiyeti ve müktesep hakları için en büyük tehlikeyi oluşturmaktaydı." derken petrol ve stratejik konuma eklenen temel öğeyi, kimliği işaret ediyordu. Batı'nın lekeli vicdanı ile İslam'ın salim vicdanı, hakkın, adaletin, feda kültürünün yok edildiğinin, tarihin sonuna yaklaşıldığının düşünüldüğü bir zamanda bu inkılap ile karşı karşıya geliyordu. İmam Humeyni bu tarihi anı İran halkına şu sözlerle açıklıyordu: Siz bütün dünyayı saran bir putu kırdınız.

Amerikan putu İran'ı, kölesi Saddam ile cezalandırmaya kalktığında Müslüman Dünya, bu putun desteğiyle kendi halkını katleden Şah'tan sonra Müslümanları kitlesel olarak kıyıma uğratabilen bir zalimi ve destekçilerini de görmüş oldu. Tahmili Savaş boyunca Saddam'ın kimyasal silahlarla öldürdüğü İranlı Müslüman sayısı yüz bini bulmuştu. Bugün Siyonist yapının katliamlarının kınanmasını engelleyen Amerika, 21 Mart 1986'da Irak'ı İran'a karşı kimyasal silahlar kullanması sebebiyle kınayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi açıklamasına da karşı çıkıyordu. İranlı Müslümanların ülkeyi Şah'tan, İnkılabı ve böylelikle Müslümanları tüm bir insanlığa şahit kılacak salim vicdanı Saddam eliyle yok etmek isteyen Amerika'dan kurtarmak için ödedikleri bedeldi bunlar. İnkılabın şahitliği devam ediyor ama Şah'tan, onun akıbetinden ibret alamayan Saddam artık yok!.. Amerika, bir Nemrut edasıyla, kölelerinden Tarık Aziz'i yaşattı ve Saddam'ı öldürdü.

Anadolu Müslümanlarının, Milli Görüş eliyle insanlık ailesine sunmak istediği özgürlük, adalet ve refahın elde edilebilmesi için izlenecek yolun esaslarından birisini Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, "antiemperyalist" olmak şeklinde ifade ediyor. Buna ilaveten, "Milli Görüş davasına inananların, Allah'tan başkasına boyun eğmeyeceğini" söylüyor. Kurtulmuş'a göre; "1 Mart 2003 tarihli tezkere ile Amerikan askerlerine topraklarını kullandırtmaktan imtina eden Türkiye, bir milyon Iraklı Müslüman'ın hayatını kaybettiği Irak Savaşı'nda Amerikan uçaklarına yüz beş bin sorti imkanı sağlayarak bu kana bulaşmış haldedir ve aslında akan kan bizim kanımızdır." Bu doğru bir duruş, doğru bir hatırlatmadır. Bununla birlikte, Anadolu'nun salim vicdanı olma iddiasıyla hareket eden Milli Görüş, Batı'nın lekeli vicdanına, emperyalist saldırılarına karşı duruşunu ortaya koymak açısından Irak'tan sonra yeni bir imtihanla yüzleşebilir: İran. İslam'ın salim vicdanının tarih sahnesindeki yerini koruyabilmesi onu çevreleyen Müslüman halkların bu vicdanın sesine kulak vermeleri, bu sese kendi seslerini katmaları ile mümkündür. Bu sesin yok edilmesine izin verilmesi, uzun dönemler boyunca dönememek üzere, Müslümanların tarihten çekilmelerine sebep olabilir.

Müslüman halklar olarak biz, evet, Allah'tan başkasına boyun eğmiyoruz. Yeryüzünü sarmalayan Nemrut edalı puta, Amerika'ya sesleniyoruz: Bütün kölelerini öldürsen ve tüm lekeli vicdanları buna şahit tutarak kibirlensen de, asla ve kat'a, güneşi batıdan getiremezsin.