Translate

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Diriliş Günü

Gürkan BİÇEN


I.siyonist kongre’den 51 yıl sonra, 14 Mayıs 1948 günü Batı Dünyası’nın onlarca yıllık çabası zehirli meyvesini veriyor ve İngiliz Mandası desteğinde Filistin topraklarına yerleşen siyonistler İngiltere’nin Filistin’den çekilmesiyle birlikte bu topraklardaki varlıklarının bir devlet olarak tanınması çağırısını içeren bir deklarasyon yayımlıyorlardı. Richard Holbrooke Whashintong Post’ta yayımlanan makalesinde siyonist deklarasyonun ardından yaşananları şöyle özetliyordu: “Tel Aviv’de gece yarısını birkaç saat geçmesiyle, Clifford Yahudi Ajansı’na yeni devletin doğrudan tanınma isteğini söyledi ki, onun hala bir ismi yoktu. Truman tanımayı 14 Mayıs’ta saat akşam altıyı on bir geçe, Ben Gurion’un Tel Aviv’deki bağımsızlık deklarasyonundan 11 dakika sonra, ilan etti. Bu öylesine hızlı olmuştu ki resmi tanımadaki “Yahudi Devleti” ibaresi çiziliyor onun yerini Clifford’un elyazısı ile ‘İsrail Devleti” alıyordu. Böylelikle Amerika Birleşik Devletleri Truman ve Clifford’un istediği gibi İsrail’i tanıyan ilk devlet oluyordu.”

Truman “Yahudi Devleti” ibaresinin yerine “İsrail Devleti”ni koysa da, tarihe ve nüfusa dayalı bir problem ortada duruyordu. Asgari 3 milyon Arap’a karşılık ekseriyeti bu topraklara ait olmayan, dışarıdan gelen siyonistler olmak üzere azami 600 bin Yahudi. Nüfus yapısını siyonistler lehine değiştirebilmek için Ben Gurion’un 1948’de siyonistleri, “Biz onların –Filistinlilerin- asla geri dönmemesini garanti etmek için her şeyi yapmak zorundayız” sözleriyle uyardığı ve onun siyonist takipçilerinin de Filistinlilerin asla evlerine dönemeyeceklerine inandıkları aktarılır. Arapları katletmek, topraklarını gasp ederek onları Filistin’den çıkarmak “Yahudi Devleti”ni var etmenin temel şartıdır. Dünya göz yumacak ve Araplar orada hiç var olmamışcasına Filistin tarihinden silinip gideceklerdir. Siyonistlere göre formül basittir; Yaşlılar ölecek ve gençler unutacak!

Batı’nın sınırsız desteği ile siyonistler, Filistin halkını dünyanın en büyük mülteci grubu haline çevirmeyi başardılar. Bugün 11 milyon civarındaki Filistinlinin yarısı Filistin dışındaki ülkelerde mülteci yahut sığınmacı statüsünde yaşamaktadır. Bu insanların ekseriyeti hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları ülkelerde vatandaşlık hakkı da alamamış ve bunun sonucunda da sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal birçok haktan mahrum olmuşlardır. Filistinlilerin Ürdün’e geçen bir kısmı dışında vatandaşlık hakkı imkânı yoktur. Yahudilerin iki bin yıl evvel çıktıkları topraklara dönmelerinin onların hakkı olduğunu savunan Batılı emperyalistler Filistin halkının kendi evlerine dönüşüne izin vermemekte, Filistin’in işgalinin geri dönülmez bir duruma gelmesini temin için uzayıp giden görüşmelerde “geri dönüş hakkı”nı çözümsüz bırakmaktadırlar.

Devasa Arap orduları siyonistler karşısında başarısız kalıp işgal uzadıkça siyonist formülün ilk önermesi gerçekleşti; yaşlılar öldü. Ne var ki, gençler unutmadı ve siyonistler Filistin halkının aidiyet bilincini inşa eden Filistin imajını yok etmeyi başaramadılar. Anavatanlarının dışındaki Filistinlilerin kahir ekseriyeti bugün hala kendisini Filistinli olarak hissetmekte ve böyle tanımlamakta, Filistin’e döneceklerine olan inançlarını her vesile ile tazelemekteler. Filistinliler umutlarını kaybetmemekte haklıdırlar. Zira siyonist işgal karşısındaki direniş çeşitli ideolojik görüntülere sahip olarak bu güne kadar sürdürülmüş ve nihayetinde Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın sözleriyle ifade edersek, “Artık yenilgiler çağı kapanmıştır”

Hasan Nasrallah’ın sözlerine itibar etmemizin sebebi İran İslam İnkılabı’nın akabinde Filistin davasının seküler ve Arap milliyetçisi temelden Müslümanların tümüne, ümmete ait bir davaya dönüşmesine yol açan etkenlerdir. Hizbullah’ın ideolojisi Ayetullah Humeyni ve İran’daki diğer alimler tarafından ileri sürülen Velayet-i Fakih anlayışından kaynaklanıyordu. İran İcra Heyeti sekreteri ve eski Devrim Muhafızları kumandanı Muhsin Rezai bir demecinde, “İran Hizbullah için bir model ve örnektir. İran’ın inancı, taktikleri ve tecrübeleri Lübnan’da pratiğe konuluyor. Hizbullah taktik ve moral destek için İran’a bakar. Ve biz onur duyarız ki tecrübelerimiz diğer Müslüman ülkelere hizmet ediyor” diyordu. Bugün sadece Lübnan’da değil, Filistin’in işgal altındaki topraklarında da çok daha iyi organize edilmiş bir direnişin varlığını biliyoruz. Siyonistlerin Gazze’ye yönelik saldırısını bozguna uğratan Filistinli direniş hareketleri Müslümanların son 25 yılda olgunlaştırdıkları ve adım adım ilerlettikleri tecrübeyi paylaşıyorlardı.

Siyonistlerin insanlık tarihi içinde kısacık bir döneme tekabül eden hâkimiyetlerinin son bulacağı, Batı’nın “küçük sadık Yahudi platosu”nun ve Amerika’nın “silah deposu”nun Müslümanların elleriyle sahiplerine iade edileceği günlere yaklaşıyoruz. Dikkatlerimizi bu ilahi/siyasi vazifenin kusursuz bir şekilde yerine getirilmesi için yapılması gerekenlere yöneltmeli, düşmanın zihinleri ve kalpleri öğüten propaganda gücüne karşı koymalıyız. Nakba’yı (Büyük Felaket) iyilikler ve kötülükleri ardı ardına gönderen, günlerini insanlar arasında döndüren Allah’ın yüzlerce yıldır uyuyan ümmeti ayağa kaldırma iradesinin bir tecellisi olarak görmeli ve bu günü bir “Diriliş Günü”ne çevirmeliyiz.