Translate

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bu pisliği kim örter

Gürkan BİÇEN


Beklenen oldu ve Sünni (!) Erdoğan halkoyuyla cumhurbaşkanlığı makamına yürüdü. Erdoğan’ın son üç yıllık seyri kendisinin değiştirmekte ayak sürüdüğü Anayasa’yı aşan davranışlarda bulunacağını garanti ediyor ama şu an derdimiz bu değil.

Mesele Erdoğan’ın ardından başbakanın kim olacağı noktasında düğümleniyor. Siyasi ağızlarda, lobicilik faaliyetleriyle iştigal edenlerin çalışmalarında, gazete köşelerinde, fısıltı gazetesinde bazı isimler dillendiriliyor. Başbakanın kim olacağına dair verilen ipuçları çerçevesinde tahminler yürütülüyor. Tartışma isimler etrafında dönse de, başbakanın kim olacağından daha önemlisi başbakanın ne yapacağıdır?

Erdoğan’ın başbakan, Davutoğlu’nun dışişleri bakanı titrini kullandığı yıllar boyunca bu ikili Meclis denetimi dışında kalan birçok icraata imza attılar. Dışişlerindeki diplomatik kaidelerin hiçe sayıldığı, tutanağa bağlanmamış, kaydı alınmamış birçok özel görüşme bu ikili tarafından gerçekleştirildi ve bu görüşmelerle ilgili hiçbir bilgi verilmedi. Erdoğan ve Davutoğlu’nun Meclis’e ve Meclis’teki diğer partilere bilgi vermemesi, birçok konuyu Meclis denetiminden kaçırması sıklıkla tartışma konusu oldu. Bugün hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin hangi ülkeye nasıl bir taahhütte bulunduğunu bilir halde değildir. Suriye’deki krize müdahil olduğumuz son üç yıl ise kayıt dışı diplomasinin zirve yaptığı dönemi oluşturdu.

Erdoğan ve Davutoğlu, yanlarına MİT müsteşarını da alarak, Suriye Arap Cumhuriyeti aleyhine onlarca, yüzlerce faaliyette bulundular. Bu faaliyetlerin bir kısmı çeşitli illerdeki otellerde yapılan konferanslar şeklinde basına yansırken, bu konferansların öncesinde ve sonrasında siyasi ve askeri unvanlara sahip kişilerle yapılan gizli toplantılar, bunlara verilen sözler, onlardan talep edilenler, onlar ile ilişkiyi kuran aracılara ve bu aracılar vasıtasıyla onlara yapılan ödemeler gündemin dışında tutuldu. Bu süreçte Türkiye’nin Suriye’deki kimyasal saldırıların arkasında yer alan devlet olduğu Seymour Hersh gibi gazeteciler tarafından açıkça ileri sürüldü. Bugün Suriye ve Irak’ta katliamlar gerçekleştiren tekfirci çetelerin arkasında Türkiye’nin, Erdoğan ve Davutoğlu’nun yer aldığı alenen konuşulmaktadır. Balkan devletlerinin siyasileri, tekfircilerin Türkiye’deki insani yardım kuruluşu maskesi altında çalışan organizasyonlar tarafından Suriye ve Irak’a götürüldüğünü söylemektedirler. Tüm bu bağlantılar elbette ki, Erdoğan, Davutoğlu ve Mit müsteşarının bilgisi dahilinde gerçekleşiyor.

Erdoğan kimin başbakan olmasını ister? Erdoğan niçin apar topar bir kongre planlar? Erdoğan tüm bu pisliklerin açığa çıkmaması için kendisini kontrol edebileceği, kendisinin de bu pisliklerin içinde yer almış birisinin başbakan olmasını isteyecektir. Böylelikle Meclis denetiminden uzak bir dönemi garanti edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan Davutoğlu, dışişleri bakanı Fidan kurgusunun temel sebebi bu üçünün ülkeyi ileri götürmesi değil, bu üçünün kendilerini uluslararası ceza mahkemeleri nezdinde sanık sandalyesine oturtması muhtemel cürümleri elbirliği ile örtme çabasıdır.

Bu plan tutar mı? Belki… Ne var ki, Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan’ın yabancılarla yaptıkları gizli görüşmelere, pazarlıklara sadece Türk kaynaklarının vakıf olduğunu sanmak da safdillik olur. Onlar bunların üzerini örtmeye çalışsalar da, zamanı geldiğinde birileri, Türkiye aleyhine daha büyük tavizler alabilmek için onların şahsi cürümlerini ortaya koyacak olan bu dosyaları önlerine atacaktır.

AKP Davutoğlu’nu başbakan yapabilir. Davutoğlu da cürümlerinin izlerini silmek için elinden geleni ardına koymayabilir. Belki bir kısmını silebilir de lakin Suriye’de tekfircilerin katlettiği yavrucağın “Her şeyi Allah’a anlatacağım” sözünü Levhi Mahfuz’dan nasıl silebilir? Gölgesine sığınacağı Erdoğan’ın gücü buna yeter mi?