Translate

24 Aralık 2013 Salı

Kolonel Erdoğan, Karadavi Gülen

Gürkan BİÇEN

Görünürde Fetullah Gülen ile Recep Tayyip Erdoğan arasında alevlenen ve şiddeti giderek artan çatışma bize ilme tabi olmayan gücün müstekbirliğe, Allah’a dönmeyen ilmin ise gayrısına kulluğa yol açtığını bir kez daha gösterdi. Bu ikisinin kavgası isyancılara “sıçanlar” diyen Libya’nın Albay Kaddafisi ile Kaddafi’ye lanet edip ölüm fetvası veren Katar’ın paralı kuklası Yusuf Karadavi örneği ile benzeşti.

Şubat 2011’de Libya’da baş gösteren, Libya hükümetinin eski üyelerinin yer aldığı isyan hareketine meydan okumak üzere televizyon kameraları önüne çıkan Kolonel Kaddafi onları Libya halkını temsil etmeyen çete üyeleri, sıçanlar ve paralı askerler olarak tanımlamıştı. Kaddafi’nin karşısında ise Katar’ın kuklası Yusuf Karadavi fetva makamı olarak yer alıyordu. O dönemde Türkiye bölgede bir huzur adası olarak beliriyor, bir model olma iddiasını halen sürdürüyordu. Arap sokaklarında Erdoğan hayranlığı ve Türkiye sevgisi henüz rüzgârını yitirmemişti. Türkiye’de eksik okuduğu dış politikayı Malezya’dan ithal ettiği bir hayalperest profesörün de katkısıyla gidermeye çalışan Erdoğan, aradan geçen üç yılın sonunda sadece Arap sokaklarından silinmekle kalmayıp kendi ülkesinde de Kolonel Kaddafi portresi çizmeye başlamış oldu.

Sokma akılla buraya kadar

Türkiye’nin kabiliyetlerini ve imkânlarını abartan, hayal ile gerçekliğin arasını tefrik edemeyen bir anlayışı parlatan Batı Dünyası, aramızdan bir dünya lideri, Malezya’dan da bir Kissenger  çıkarttığımıza Türk sokaklarını ikna etmeyi başardı. Bu lider ve Kissenger Ahmet, Türk halkına Balkanlar ve Ortadoğu’nun tartışma kabul etmez ağabeyliğini (siz bunu patronluğu olarak okuyun) vaat ediyorlardı. Kendilerine biçilen rol gereği önleri açılıyor, uzun vadeli kredilerle yapılan bayındırlık faaliyetlerine yönelik propaganda çevre ülke halklarını da etkiliyordu. Açılan krediler karşılığında Türk hükümetinden istenen şey Direniş Ekseni’nde bir gedik oluşturmasıydı.

Tunus’ta başlayan halk hareketinden sonra Mısır ve Libya’nın diktatörlerinin devrilmesi ile Suriye’ye yönelen emperyalist iştiha bu cephede koçbaşı olarak Türkiye’yi kullanmayı uygun buluyordu. Türkiye hem kendi çiğ emelleri/ hayalleri hem de emperyalist cephenin diğer aparatçıkları olan Körfez ülkelerinin akıttığı dolarlar sebebiyle kısa sürede biteceğini zannettiği bu maceraya atılıyor ve komşu bir ülkeye cephe açmış ve sayısız savaş suçu işlemiş bir ülke haline dönüşüyordu.

Türkiye’nin koçbaşı olduğu bu süreçte Batı Dünyası istenileni gerçekleştiremeyip Suriye’den siyasal anlamda eli boş dönmek zorunda kalınca, Siyonist İsrail rejimi ile barış anlaşması yapmaya hazır İhvan menşeli tüm hareketlerin de bulundukları konumdan uzaklaştırılmaları gerekiyordu. Mısır’da başlayan bu süreç Türkiye ile devam ediyor. Suriye rejiminin düşmediği bir Ortadoğu’da ne İhvan’a ne de AKP’ye ihtiyaç var. Suriye’nin tarumar olmasının başlıca müsebbibi AKP iktidarı uluslararası payandalarının bir bir çekildiğini hissediyor ve bu sebeple Erdoğan Kolonel Kaddafi’nin jargonuna sarılıyor.

Kolonel Erdoğan

Halka hitaben yaptığı bir konuşmada Fetullah Gülen ve hareketini hedef alan Erdoğan, “Devlette paralel yapı kurmak isteyenler, devletin kurumları içine sinenler şunu bilesiniz ki ininize gireceğiz ininize. Didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri temizleyeceğiz”, ifadesine yer veriyordu. Şayet Erdoğan iddia ettiği bu çeteleşmede pay sahibi olmasaydı elbette sözlerini daha bir ciddiyetle dinlerdik. Ne var ki, bu sözler hem tehlikeli bir duruşu hem de kendi günahını yansıtıyor.

Her şeyden evvel şunu gözden kaçırmamız gerekiyor: Fetullah Gülen hareketi Türkiye’de kendi kadrosunu/ elemanını üretmeyi sürdüren tek yapıdır. Türk İslamcı hareketlerin hemen hepsi AKP iktidarı ile iç içe girmiş ve kendi iddialarını yitirmiş haldedir. Bir başka ifadeyle Türk İslamcılığı kendini AKP’nin yedek lastiği haline getirmiş, ondan bağımsız bir hareket ve karar süreci geliştiremez olmuştur. Yakından takip edenler elbet bileceklerdir ki, İslamcı hareketin önemli simaları AKP bürokratlarının teşrifatçısı haline dönüşmüştür. Bu manzaranın aksine Fetullah Gülen hareketi tüm diğer hükümetlerle olduğu gibi AKP hükümeti ile de ilişkisini menfaat temelinde yürüten ve başından beri de İslamcı olmayan bir harekettir. Fetullah Gülen entelektüel anlamda ümmetçi bir İslam’dan haz etmediğini, bize uygun bir Türk İslam’ı, Anadolu İslam’ı var etmek istediğini, bunun için Arap ve Fars etkisinin silinmesi gerektiğini açıkça söyleyen birisidir. Onun hareketi kavmiyetçi temellerine yeşil boya sürülmüş bir harekettir. Böyle de olsa Gülen Hareketi uluslararası aktörlerin desteği ile küresel düzeyde önü açık tutulan bir hareket olmayı sürdürmüştür. Onun sahip olduğu imkânlar ile emperyalist güçlere sunduğu hizmetin asıl “Hizmet” olduğu tartışmasızdır.

Bundan sonra şunu dikkate almamız fayda sağlayacaktır: AKP kadroları Milli Görüş çizgisinden çıktıklarını, bu gömleği çıkardıklarını, artık İslamcı olmadıklarını, kendi medeniyet değerlerinin Batı karşısında yenildiğini, tek yolun Batı olduğunu ilan etmiştir. Üç dönemdir iktidarda olan AKP’nin ilk döneminde Meclis’te yer alan Milli Görüş kökenli milletvekillerine artık neredeyse rastlamak mümkün değildir. AKP hem siyasi çizgi olarak Milli Görüş’ten uzaklaşmış hem de bürokrasideki değişimi sağlamak adına kendisine eklemlenen cemaatleri kullanmıştır. AKP’nin ikinci ve üçüncü döneminde jakoben Kemalistlerin bürokrasiden uzaklaştırılmasında büyük oranda başarı sağlanmıştır. AKP bürokrasiye atayacağı insan kaynağını kendisine koşulsuz destek veren, “en sadık kullar” arasından seçtiği gibi, kendisiyle menfaat üzerine ittifak eden Fetullah Gülen Hareketi’nden de faydalanmıştır.

En örgütlü ve sürekli insan kaynağına sahip Fetullah Gülen Hareketi AKP’nin Kemalistlerden boşalttığı birçok alana bizzat AKP tarafından yerleştirilmiştir. Bu gün devlet içinde devlet iddiasını dile getiren Erdoğan ve bakanları orta ve üst düzey atamaların birçoğunu bizzat kendileri yapmıştır. Erdoğan, “Bir sabah uyandım ve gördüm ki, devlete çete sızmış”, diyorsa bu ancak iki şekilde yorumlanabilir; Bir, üst düzey atamalarda devlet olarak yaptığımız güvenlik soruşturmalarının hepsi palavradır, çete üyeleri de olsa ben atayabilirim. İki, bizim Suriye’yi sokak sokak bildiğini iddia eden Milli İstihbarat Teşkilatımız ve diğer istihbarat unsurları Türkiye’yi bilmiyormuş.
Erdoğan’ın konuşması açık bir tehlikenin de habercisi. Üyelerini kendisinin atadığını göz ardı ederek çetenin inine girmekten bahseden Erdoğan, her Türk vatandaşının çalışma, memur olma, eğitim alma hakkının bulunduğunu da unutmuş görünüyor. Fetullah Gülen Hareketi’ne mensup olan insanları ne ile itham edeceksiniz? Kemalist jakobenlerin Hizbut Tahrir örgütüne yahut sair Nur hareketi mensuplarına yaptığı silahsız terör örgütü suçlamasını mı yönelteceksiniz? Yahut 12 Eylül darbecilerinin listeleri gibi listeler mi hazırlayacaksınız? Yoksa 28 Şubatçılara benzer şekilde “Ak Çalışma Grubu” kurup onları Yüksek Parti Konseyi kararları ile işlerinden, üniversitedeki kürsülerinden mi atacaksınız? Öyle ise size ancak Necip Fazıl cevap verebilir; Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak…

Karadavi Gülen

Fetullah Gülen yukarıda da belirttiğim gibi Ümmet eksenli bir İslami çabanın tamamen dışında yer alan, hayatını Türk tipi Müslümanlık yaratmaya adamış kavmiyetçi bir kişidir. O, bu çabasını gerçekleştirmek adına kendisine fayda sağlayacağını umduğu hiçbir aracı reddetmemiş ve süreçte tüm bu araçlar kendisini kuşatarak onu ve hareketini emperyalist güçlerin rehni ve kuklası haline getirmiştir. Bu hareketi takip eden herkes onların çok zaman gönüllü bir şekilde emperyalist ağa hizmet verdiğini kabul edecektir. Dünyanın her yerine yayılmış Türk okulları sadece Türkiye sevdasının işareti değil, küresel istihbaratın da insan kaynakları anlamına gelmektedir. Tıpkı Katar’ın kuklası Yusuf Karadavi gibi Fetullah Gülen de kendisinden olmayan müminlere karşı şedittir. Ancak bu demek değildir ki, Fetullah Gülen yolsuzluk meselesinde haksızdır. Erdoğan da AKP teşkilatlarının ve yönetiminin gırtlağa kadar yolsuzluk içinde olduğunu bilmektedir ve bundan dolayı açıkça tehdit etmekte ve yine anayasaya aykırı düzenlemelere tevessül etmektedir.

Gülen, Erdoğan’ı yolsuzluk üzerinden zayıf düşürecek bir operasyonun kuvvetle muhtemel anahtarı olmuştur. Kendisi ve çevresi gücü kibre dönüştüren Erdoğan ne kurban ne de mağdurdur zira bu ilişkinin gönüllüsü, okyanus ötesine selam söyleyeni olmuştur.

Seküler politikacıların yetkisini sınırlandırmak

Gelinen noktada, ilme tabi olmayan gücün istikbara yol açtığı alenen görülmüştür. Erdoğan veya bir başkası, seküler politikacılar halkın üzerinde bir yüktür ve halk nasıl bir ağırlığın altında olduğunun farkında değildir. Allah’ın özgür yarattığı her insanın özgür bir şekilde yaşayıp uhrevi salaha ulaşmasını gaye edinmiş, bunun için kendisini halkın önderliğine adamış ehli ilme ve onların velayetine ihtiyaç vardır.


Çare Erdoğan değil, Gülen değil, Sarıgül hiç değildir. Çare paradigmanın tümüyle reddidir.