Translate

4 Ağustos 2013 Pazar

Bizler Ali bin Ebi Talib’in Sünnileriyiz

Gürkan BİÇEN

Müslümanların dikkatlerini bir noktaya toplamalarını, yerel ve uluslararası istikbara, bu istikbarın ümmeti parçalamaya yönelik planlarına karşı uyanık kalmalarını sağlayan; ayaklarını İslam İnkılâbı’nın kutlu zemininde sabitleyenler ile bu zeminden kayanları ayıran Kudüs Günü bu yıl, bu günün banisi İmam Humeyni’nin  “Birader”i İmam Hamaney ve velayete sadakatin mücessem hali Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’a yönelik aşağılık saldırılara şahitlik etti.

Küresel istikbarın ve emperyalizmin karakollarından birisi olan Türkiye örneğini ele alırsak,  İslam İnkılab’ının Kudüs’ün özgürlüğüne doğru yürüyüşünü sona erdirmek, bu özgürlük yolunda maddi ve manevi açıdan en ciddi ve mücehhez halk hareketi olan Direniş’i Filistin denkleminden çıkarmak için kurulan komplonun, yürütülen stratejinin koçbaşı Ak Parti hükümetinin Batılı müttefiklerine güvenerek çatışmanın bir tarafı olarak müdahil olduğu Suriye meselesinde yüzleşmek zorunda kaldığı stratejik hezimet, hükümet ve, partinin üst düzey yetkililerini, hükümet ve parti ile ilişkilerini et-tırnak seviyesine getirmiş birçok sivil toplum kuruluşu temsilcisini, kaderlerini partinin iktidarına bağlamış ve şu ana kadar Suriye’de akan kanın durmaması için kara propaganda yürütmüş yazar müsveddelerini İslam İnkılâbı’na, Hizbullah’a ve bu yolun takipçilerine karşı kalplerinde beslediklerini kusma noktasına getirdi, diyebiliriz. Bu cümleden olmak üzere, kuklalar ve patronun değil kuklanın soytarıları, İmam Hamaney’i Esed ile birlikte Suriye’de kan dökmekle, Hizbullah’ı ise “Hizbuşşeytan” olmakla itham ettiler.

Türklere her şey mubah

Küresel istikbarın piyonu olan bu güruhun iddialarına, daha evvel yeterince ele aldığımız için, cevap verecek değiliz ancak İslam İnkılâbı ve Direniş yolunda ilerlerken Türkiye’nin/ Türklerin/ Türk İslamcıların her konuda mutad hale getirdikleri çifte standarda az da olsa değinmek icap ediyor.

Türkler/ Türk İslamcılar, ülkelerini NATO toprağı olarak ilan eden bir hükümete sahipken, ülkeleri NATO üssünden başka bir şey değilken, ülkelerinin savunmasını NATO’ya havale etmişlerken, Amerikan askerleri, askeri danışmanları ülkelerinde cirit atarken bağımsız ve kahraman olduklarını öne sürerek, ülkesinde hiçbir yabancı askeri üs bulunmayan, hiçbir askeri pakta üye olmayan, ülkesinin kara, deniz ve hava sahasını tamamen kendi halkının gücüyle savunan İran İslam Cumhuriyeti’ni Rus emperyalizminin kuklası olarak itham etmekten utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar geçmişlerindeki Osmanlı dönemini yüceltir, bunu hakikatin mücessem hali olarak kabul eder, Osmanlının dış komplolar sebebiyle yıkıldığını/ dağıldığını, Sultan İkinci Abdulhamit’in Filistin topraklarının bir karışını bile vermeyen kutlu bir padişah olduğunu ilan ederken, bu padişahın Filistin toprağından tek bir santimetre kare vermediği Siyonistlerle aynı karede yer almaktan, onlarla resmi ilişkiler kurmaktan, onlara bağımlı hükümetler görüntüsü vermekten, onlarla askeri ve ticari ilişkileri alabildiğine geliştirmekten utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar, Siyonist yapı ile olan ilişkileri böylesine ortadayken İslam İnkılâbı’nı Siyonistlerle olan çatışmasında samimi olmamakla suçlamaktan utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar, ülkeleri NATO’nun bir emir eri olarak dünyanın her yerinde her türlü zulme iştirak ederken, herhangi bir askeri pakta üye olmayan, hiçbir ülkede Batılı müstekbirlerle askeri harekât yürütmeyen İran İslam Cumhuriyeti’ni Amerikan emperyalizmi ile gizli işbirliği yapmakla itham etmekten utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar, Mavi Marmara ile Filistin yolunda verdikleri 9 şehidin üzerini örtmeye kalkan hükümetleri ile hesaplaşmak yerine, bugüne kadar binlerce şehit veren Hizbullah’ın fedakârlığını karalamaktan utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar Filistin davasını ancak siyasi bir vaka olarak görürlerken, Filistin’i özgürleştirme çabasını namaz kılmak ile eş tutan, bunu itikadi bir mesele olarak kabul eden İslam İnkılâbı ve Direniş’i sahte Filistin fedaisi olarak itham etmekten utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar, ülkelerinde asli unsur olan Kürt Müslümanların temel haklarını tanımaktan imtina ederken, Türklerin minik azınlıklar olduğu ülkelerde Türklere bırakın azınlık haklarını, çoğunlukla aynı hakların verilmesini istemekten utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar, ülkeleri Batı emperyalizmine, Batılı değerler sistemine en ince ayrıntısına kadar eklemlenmiş, dine ait her şey bir görüntüden ibaret hale gelmişken, İslam ahkâmının cari olduğu İran’ın İslamiliğine laf atmaktan, kendi hallerini İran’ın konumundan daha üstün görmekten utanmazlar.

Türkler/ Türk İslamcılar İslami ritüellerle sosladıkları kavmiyetçilik duygularını kabartıp Orta Doğu’nun Müslüman halklarını, Batılı müttefiklerinin de yardımıyla, sindirmeye çalışırken, İran’ı yayılmacılık ile itham etmekten utanmazlar.

Bu liste uzar gider.

Türklerin/ Türk İslamcıların bu yöndeki tavırlarının temelinde İslam İnkılâbı’na yönelik kıskançlıkları yatıyor. Türkler/ Türk İslamcılar Allah ile bir pazarlıkları varmış gibi “Bayrak düştüğü yerden kalkar” şeklinde formüle ettikleri bir teranenin meftunudurlar. Onlar Allah’ın Müslümanlarla ilişkisinin ancak ve ancak kendi üzerlerinden yürüyebileceği zannındaki gafillerdir.

Elbette onların hepsi böyle değildir. Onların içinde de Allah’ın İslam’ın sancaktarlığını bir kavimden/ topluluktan alıp hak eden bir başka kavme/ topluluğa verebileceğini kavramış sadıklar vardır. Bu sadıkların bazısı kavimlerinin baskısından bizar bir şekilde, tıpkı Ashab-ı Kehf gibi inzivaya çekilmişken, bazısı da İbrahim gibi ateşe atılmayı göze alarak öne çıkmıştır. Selam olsun bu sadıklara.


Sadıkların efendisi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah Kudüs Günü merasiminde toplanan on binlere yönelik konuşmasında, “Bizler Ali bin Ebi Talib’in tüm dünyadaki Şiileri olarak Filistin’den asla vazgeçmeyeceğiz.”, dedi. Seyyid’i takdir ve tebrik ederken, biz de buradan ilan ediyoruz ki, “Bizler Ali bin Ebi Talib’in tüm dünyadaki Sünnileri olarak Filistin’den asla vazgeçmeyeceğiz.”