Translate

25 Kasım 2010 Perşembe

Biz aslana aslan deriz

Gürkan BİÇEN



NATO’nun önümüzdeki yıllarda uygulamaya koyacağı stratejik savunma anlayışının karara bağlanacağı Lizbon Zirvesi nihayete erdiğinde beklenen oldu ve Türkiye, medyaya yansıyan coşkun yüzü ile belgelere koyduğu imzalar arasındaki farkı örtemez hale geldi. Lizbon Zirvesi’nin hazırlıkları sürerken Birleşik Arap Emirliklerinden Suudi Arabistan’a geçen Sayın Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, Lizbon’da alınması muhtemel karara işaret ediyor; “İran füze kalkanı konusunda tutumumuzu anlıyor. Biz orada istediğimizi elde ediyoruz.” diyordu. İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest “Bu proje ile Siyonist rejim desteklenmek ve onun cinayet ve katliamları kayırılmak istenilmektedir. Umuyoruz ki, bölge ülkeleri de böyle bir şeye fırsat vermesinler. Biz bu konudaki kaygılarımızı dost ve komşu ülke Türkiye’ye ifade ettik.” sözleriyle İran’ın projeye yönelik bakış açısını ortaya koyuyordu.

Evvela bir Amerikan projesi olarak sunulan ve Polonya’ya yerleştirileceği söylenen radar ve füze imha sistemleri Rusya’nın muhalefetinin akabinde NATO projesi olarak gündeme getirilmiş ve tüm süreç boyunca, muhtemel tehdidin İran olduğu açıklanmıştı. Sistemlerin Polonya’ya yerleştirilemeyeceğinin anlaşılması ile NATO’nun diğer ülkeleri ve hassaten Türkiye üzerinde konuşulmaya başlanmıştı. Amerikan Kara Kuvvetlerinin desteği ile on dilde yayım yapan SETIMES sitesi radar ve füze fırlatma sistemlerinin yerleştirilmesi konusunda Arnavutluk’un istekli olduğunu da bu dönemde bildirmişti. Haberde, diplomatik kaynakların bu hususu teyit ettikleri, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in Arnavutluk ve Hırvatistan'a yaptığı ilk resmi ziyarette Başbakan Sali Berişa’nın Rasmussen'e Arnavutluk'un radar ve füze sistemlerine topraklarında yer vermek de dâhil olmak üzere bir NATO üyesi olarak tüm yükümlülüklerini yerine getirmeye hazır olduğuna dair güvence verdiği bildirilmişti.

Arnavutluk’u NATO’ya taşıyan etkenlerden birisinin Türkiye olduğu ve Türkiye’nin Balkan ülkelerinin Avrupa – Atlantik kurumlarına entegrasyon sürecini desteklediği bilinen bir durumdur. Hakeza Arnavut halkının Amerika yanlısı halklar arasında üst sıralarda yer aldığı, Müslüman halklar arasında ise en üst sırada olduğu da. Bir başka gerçeklik ise Amerika’nın Arnavutluk, Kosova gibi ülkeleri resmi sıfatı Büyükelçi olan “Sömürge Valileri” ile yönettiğidir. Bir NATO ülkesi olmakla birlikte halkının ekseriyetinin Amerikan karşıtı olduğu bilinen Türkiye’nin bu kritik dönemdeki eksikliği / başarısızlığı NATO ülkelerine hizmet etmeye hazır Arnavutluk seçeneğini gündemde tutamamış olmasıdır. Bu seçenek üzerinde çalışılmasını önermek yerine “buton” tartışmalarına girmek cephe ülkesi olmayı kabullenmek anlamına gelmiştir ve Davutoğlu’nun Lizbon Zirvesi öncesindeki “İran füze kalkanı konusunda tutumumuzu anlıyor.”beyanının başkaca bir makul tevili de yoktur. İran Türkiye’yi anlamak istese de, araya bir şüphenin girdiği açıktır. Umulur ki, Türkiye bundan sonra yürüteceği faaliyetlerle, kendisini, yürütmekte olduğu dış politikanın psikolojik zemininden uzaklaştıracak bu durumu değiştirmeyi başarır.

Türkiye nihai bildirgeye İran ismini geçirtmese de, NATO’nun Soğuk Savaş sonrası evirildiği yönü dikkate alanlar İslam Dünyası’nın güçlü ve bağımsız sesi İran’ın Müslüman halklar adına muhtemel tehdit listesinin en başına konulduğunu teslim edeceklerdir. Ancak NATO ülkelerinin askeri kapasiteleri ile karşılaştırıldığında İran’ın saldırı gücünün anlamsız denecek düzeyde olduğu da kabuller arasında yer almaktadır. Bununla birlikte, Doğu Ergil İran hakkındaki tartışmaya bir başka açıdan bakıyor ve kıyası kabil olmayan maddi gücün karşısında İran lehine bir başka kuvvetin yer aldığını söylüyor. Ergil’e göre, “İran-Irak Savaşı'nda (1980-88) ellerinde mollaların verdiği cennetin anahtarlarıyla mayın tarlalarında yürüyen yüzlerce intihar gönüllüsüne şahit olmuşken İran'ın intihar gönüllülerinden oluşan sonsuz bir kaynağı olduğunu göz önüne alırsak, herhangi olası bir savaş askeri değil ruhani bir dirençle karşılaşacaktır ki Batı'nın bunu kavraması güçtür.”

Nicolas Sarkozy, Lizbon Zirvesi’nin hemen akabinde tehdidin İran olduğunu açık yüreklilikle söylemek gerektiğini ifade etmiş ve “Biz kediye kedi deriz” demiştir. Biz ise, İslam’ın hürriyetperver ruhu adına mayın tarlalarından gülerek geçen bir halkı aslan olarak kabul ederiz ve hiç eğip bükmeden söyleriz: “Biz aslana aslan deriz”