Translate

26 Temmuz 2009 Pazar

Ziya Paşa'dan Eliaçık'a Haber Var

Gürkan BİÇEN

Ziya Paşa’yı rüyamda gördüm(!). Paşam, dedim kendisine; İhsan Eliaçık kulunuzun yazılarını da ara sıra okuyorum, ne buyurursunuz? Paşa bir öfke ile çekti elimdeki şiir antolojisini ve hızla çevirdiği sayfaların birinde durdu. Sayfanın başındaki yazıya bakıverdim göz ucuyla; Terkib-i Bent. Parmağı ile işaret ettiği yere yaklaşıp yüksek sesle okudum:

“Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
Divanelerin hemdemi divane gerektir.”
(1)

Aman Paşam, dedim, ne diyorsunuz? “Ah benim naif evladım, bak seninle zamanın ve mekanın hükmünün neredeyse hiçe indiği bir yerde, rüyada konuşuyorum. Bilmelisin ki, benim evvelimde ve ahirimde nice değerler, nice alimler var ufkunu aydınlatacak” deyince paşa, hani biraz da kendi aklımı savunma, nadanlığını ima ettiği birisini okuyor olmama gayretiyle lafa daldım:

-Ama Paşam, İhsan Bey zaten geçmişteki ulemayı, neredeyse hiç ayrım yapmaksızın, tenkit ediyor, onlara ‘saray uleması’ ve senden sonrakilere, benim zamanımdakilere de, ‘din baronu’ (2) diyor. Hoş bu ‘din baronu’ lafını Mehmet Şevket Eygi’den emanet aldığını zannediyorum ama olsun, nihayetinde, İhsan Bey’in hedefinde kudema var.

-Oğlum, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür, rütbe-i aklı eserinde.”, bunu unutma sakın. Senin bu İhsan Bey’in nedir eseri, bir tarif et bakalım.

-Paşam, bir çok makalesi var, Kuran’ı Kerim’i tercüme etmiş, çağımızın haberleşme araçlarından olan internette onlarca site onun yazıları ile dolup taşıyor. Yüzlerce hayranı avuçları patlayana kadar ayakta alkış tutuyor –tabii bilemiyorum ilk kim oturacak diye bakıyorlar mı?- Hani deriz ya, tuttuğunu koparıyor, vurduğundan ses getiriyor. İşte böyledir İhsan Bey.

Paşa’nın yüz ifadesinden canının sıkıldığını hissettim. Belki böyle bir üslup ile yanlış yola girmiş, kantarın topuzunu kaçırmıştım. Paşa’nın gürleyen bir gök gibi haykırıp fırtına gibi eseceğini ve sonunda sağanak bir yağmur gibi boşalacağını düşündüm bu suskunluk anında. Lakin böyle olmadı.

“Çok güzel” diye lafa başladı Paşa. “İnsanın yazması, çizmesi, aklını ve fikrini kağıda dökmesi, mürekkep yalaması çok güzel. Ama bilmelisin ki, şu İhsan Bey’in tenkit ettiğini söylediğin kudema da yazıp çiziyordu. Şu kütüphanelerinizde duran binlerce el yazmasını onlar kaleme aldılar.. (3) Siz mazursunuz, İhsan Bey de öyle, hem eski kaynakları asıllarından okumaya vakti yoktur hem de anlattığın bunca yazı çizi işi içinde buna yönelik bir isteği. Oğlum, sen hiç Akif okumadın mı? Hiç mi duymadın Akif’in ‘Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.’ dediğini. Kuran’ı Kerim’i tercüme etmiş diyorsun, hiç mi rastlamamış, ‘hem helâk olan beyyineden helâk olsun, hem de yaşıyan beyyineden yaşasın.’ (4) kavli ilahisine? Gelenin keyfi için hiçbir ciddi delil göstermeden, sırf ben böyle düşünüyorum diyerek geçmişe sövmek ne anlama gelir?”

Paşa soluklanırken araya girmek için fırsat doğmuştu. Ben de bu fırsatı kaçırmadım. “Öyle diyorsunuz da Paşam, şunu izah etmeme müsaade edin; İhsan Bey modern literatürü de takip ediyor. Misal, eski yazıtlara, taşlara, anıtlara ilişkin beş cilt kitap okumuş, dile kolay, beş cilt… Böylelikle bugüne kadar kimsenin anlam veremediği Kuran kıssalarına gerçek anlamlarını vermeyi başarmış birisi kendisi. Yine bin küsur senedir halledilemeyen fıkhi meseleleri bir yazısı ile karara bağlamayı becermiştir. Diyorum size, bakın takipçilerine, nasıl alkışlıyorlar?”

Paşa, hasbinallah, deyiverdi. “Belli, sen Akif’i hiç mi hiç okumamışsın”.

- Utandırıyorsunuz efendim, İstiklal Marşı’nı on kıta ezber bilirim.

- Başka?
- Başka şiirlerine de göz attım ama ezberimde değil

- Şu sizin meseleye uyar mı bir bak hele;

Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.

Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!

Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak

-Yaşasın

-Kim yaşasın?
-Ömrü olan.
Şak! Şak! Şak!”
(…)
Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan...
Sahneden sahneye koşmakta bütün şakirdan.

Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,

Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.

Dalkavuk devri değil, eski kasaid yerine
Üdebanız ana-avrat sövüyor birbirine.
(5)
Bu rüyanın sonu hayra çıkar mı bilemem, diye düşünmeye başlamışken Paşa sustu. Eskilerin hikayelerini anlatmayı bırakması iyi olmuştu. Zira Akif’n külliyatından cımbızla çekip önüme attığı bu şiirler bizim devrimizi değil onların devrini anlatıyordu. Tüm bunların bizimle ne ilgisi olabilirdi. Biz bu devrin insanıydık, onlar ise kendi devirlerinin insanı…

Oğul, oğul, diye gürleyen bir sesle irkildim. Unutma, diyordu Paşa, rüyadayız ve sen söylemesen de ben düşündüğünü biliyorum. Oğul, “Pek rengine aldanma felek eski felektir / Zira feleğin meşreb-i nasazı dönektir”. Paşa devam etti; Bu günler Adem’den beri dönüp duruyor. Mevlana’ya sorarsan, “Güneşin altında söylenmemiş söz kalmamıştır”. Senin İhsan Bey de kuvvetle muhtemel söz kabızlığı içinde saldırıyordur kudemaya.

- Paşam, sizinle bir münazara ne haddime. Ne var ki, insanların fikirlerini söylemelerine engel olmak despotluk değil midir? Deminden beri Akif’ten dem vuruyorsunuz. Peki, Akif istibdada karşı değil miydi? Efkarın hürriyetine iman etmemiş miydi?

- El hak, öyleydi. Ama Akif densiz de değildi. Sözünü esirgemezdi ama sözün hakkını verirdi. Önünü ardını bilirdi. Usul erkan adamıydı. Adamdı… Oğlum, malayaniyi bırak, faydasız ilimden, diline kalemine sahip olamayandan koru kendini. Dinle;

Nasihatım sana:’herzeyle iştigali bırak!
Adamlığın yolu neredeyse, bul da girmeye bak!
Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum, gönüllüsün semere
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere. (6)

Paşa haklıydı. Para denince aklına ‘vahşi kapitalizm’ gelen (7) köle/cariye denilince bin üç yüz yıllık fıkhı ırz düşmanı ‘saray uleması’nın fetvalarına indirgeyen (8), Ali’yi, Ebu Zer’i ismen duyan ama onların bu çağdaki temsilcileri olan İmam Humeyni’ye, Hamanei’ye Muaviye ve Yezid gözüyle bakan (9), tüm bir dünyanın adaletine şahitlik ettiği insanları zalimlikle suçlayan, yüzlerce ciltlik literatürden beş cilt okumayla allame-i cihan olduğunu sanıp Sultanahmet Meydanı’nda gördüğü taşlardaki yazıtlarla Kuran’ı tefsir yoluna giden (10) , dilinin, kaleminin ayarı olmayan, alkışlandıkça coşan ve coştukça ölçüyü kaçıran bu yeni çağ mollasını kendi kulvarında –bu kulvar için pire yarışı/bit yarışı/it dalaşı diyenlerin var olduğu söyleniyor- bırakmak en makulü idi.

Paşa, “Oğlum, hepinizin rüyasına tek tek girip ikaz edemem. Bir kere, sıkılırım bundan. Zira ben sözümü çok zaman evvel söyledim, gittim.” diyerek bir bardak soğuk su savurdu yüzüme. Uyanırken Paşa’nın boşlukta yankılanan sözlerini duyuyordum:

“Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
Divanelerin hemdemi divane gerektir.”

[1] Ziya Paşa, Terkib-i Bend
[2] http://www.derindusunce.org/2008/11/22/din-istismari-yesil-sermaye-muslumanlar-din-uzerinden-servet-yigabilir-mi/
[3] http://www.mk.gov.tr/menu/102
[4] Enfal Suresi 42.ayet
[5] Mehmet Akif Ersoy, Süleymaniye Kürsüsü’nden
[6] Mehmet Akif Ersoy, Asım
[7] http://www.haber10.com/makale/15104/
[8] http://www.haber10.com/makale/7182/
[9] http://www.haber10.com/makale/16295
[10] http://www.haber10.com/makale/8564/