Arnavutluk’un meşhur diktatörü
Enver Hoxha ülkedeki dini hayatı yerle bir ettikten sonra, 1985’te akıbetine
ulaştı ve cesedi Tiran’daki Enver Hoxha Piramidi’ne (Tiran Piramidi) konuldu. Enver
Hoxha’nın saf komünist sistem olarak ilan ettiği rejim onun ardından pek uzun
yaşamadı. 1989’da Batılı kışkırtma ile Romanya’da başlayan ayaklanma neticesi iki
saat içinde katledilen Nicolae Ceaușescu’nun akıbeti Enver Hoxha’nın geride
bıraktığı dava arkadaşları için açık bir sinyal oldu ve onlar da Ramiz Alia
önderliğinde, yoldaşlarının revizyonist ithamlarına rağmen, Batı kampına yelken
açmaya karar verdiler ancak bu karar kifayet etmedi ve kısa bir süre sonra
başlayan halk hareketi Enver Hoxha’nın Tiran Meydanı’nındaki heykelini yıkmakla
kalmayıp dağlara işlenen ismini de kazıyıp attı. Hikâyenin anlatımlarından
birisine göre, Arnavut halkı Avrupa gibi Arnavutluk istiyordu. Her yönüyle
Avrupa olan bir Arnavutluk; kültürü ve dini dâhil…
Avrupalı olmak isteyen
Arnavutluk’un komünizm sonrası en önemli ziyaretçilerinden birisi şüphesiz Papa
II. Ioannes Paulus idi. İslam Dünyası totaliter bir rejimden henüz
kurtulmuş bu Müslüman ülkeye genel olarak bigâne kalmışken, Papa Tiran’a iniyor
ve Katolik dünyası için önem arz eden bu ülkenin toprağını öpüyordu. Aslına
bakılırsa, Enver Hoxha, yönünü Avrupa’ya çevirmiş Çin Halk Cumhuriyeti
vericileriyle Avrupa’ya propaganda içerikli radyo yayını yaparken, Vatikan
Radyosu da tüm komünist dönem boyunca Arnavutluk’a yönelik yayınını kesintisiz
sürdürmüştü. Süreci takip edenler Komünist rejimlerin yıkılmasında Vatikan’ın
kesintisiz gayretini teslim edeceklerdir.
Enver Hoxha rejiminin ardından
Hıristiyan misyonerlerin akınına uğrayan Arnavutluk’ta Müslüman Dünya’nın
çabaları hem yanlış kanallara aktı hem de birçok kez akamete uğradı. İslami
bilgiye susamış Arnavutlar Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin ideolojik ve
kültürel dayatmalarını İslam olarak kabul etmeye hazır haldeydiler. Arnavutların
Selefi/ Vahabi ideolojiye kaymalarının sebeplerinden birisi de geleneksel Sünni
ekolün modern Arnavut kimliğinde öfkeyle anımsanan Osmanlı/ Türk geçmişiyle
eşitlenmiş olmasıdır. Öyle ki, sahabe mezarlarını yıkmakla övünen bu güruh,
Müslüman Osmanlı’ya karşı 25 yıl savaşan Hıristiyan İskender Bey’in Lezhe’deki
anıt mezarının yıkılmamasını savunurken, gerekçe olarak, onun “milli kahraman”
olduğu argümanına sarılıyordu. Böyle olunca, Arap Selefilerin/ Vahabilerin
getirdiği İslam, genç Arnavutlar için tarihteki işgalci Türklerin sunduğu, Arnavutları
uyuşturduğu düşünülen sahte dinden bambaşka, hakiki İslam olarak algılanıyordu.
Bu ülkeler Sali Berisha
hükümetinin yıkılıp sosyalistlerin yeniden iktidara geldiği 1997 yılına kadar Selefi/
Vahabi ideolojiyi Arnavutlar üzerinde bir kampanya halinde yürüttüler. Körfez
sermayesinin ideolojik sebeplerle akıtıldığı Arnavutluk kısa sürede binlerce
Arnavut Selefiye sahip bir ülkeye dönüştü. Ülke sathına yayılan, yeni inşa
edilmiş, çoğu derme çatma beş yüze yakın caminin ekseriyeti bu ülkeler
tarafından inşa edilmişti ve Arnavutlukta anayasal bir kurum olan Arnavutluk
Müslüman Toplumu’nun kontrolü dışındaki bu camilerin imamları da yine bu
ülkeler tarafından finanse ediliyordu. Arnavut halkı Batılı kurumların
Hıristiyanlaştırma faaliyetleri ile Selefi/ Vahabi ideolojinin çatışmacı yüzü
arasında kalmıştı. Noam Chomsky, her ne kadar Protestan akınının kaynağı
Amerika da olsa, Amerika’nın bölgedeki varlığının gerçek amacının Balkan
halklarını NATO’nun paralı askerlerine çevirmek olduğunu savunur. Amerika için
onların Hıristiyan yahut Selefi/ Vahabi olmasının bir önemi yoktur. Gerektiği
yerde savaşmaya hazır olmaları yeterlidir. Chomsky’nin bakış açısını doğrulayan
iki şey mevcut. Birincisi, Arnavutluk’un Afganistan’da muharip birliği olan tek
Müslüman ülke olması ve ikincisi Arnavut Selefilerin İslam Dünyasına yönelik
tüm saldırıların ön saflarında yer almaları.
Arnavut Selefilerin İslam
Dünyasına yönelik saldırılarının ideolojik ve psikolojik temelleri 90’lı ve
2000’li yıllar boyunca yapılan çalışmalarla atıldı. Arnavut bölgesini takip
edenler Siyonist İsrail ile Hizbullah arasında gerçekleşen Temmuz 2006
Savaşı’nda Arnavut Selefilerin İsrail’in galibiyeti için dua ettiklerini ve
internet üzerinden Hizbullah ve İran’a karşı geniş çaplı bir kara propaganda
faaliyetine giriştiklerini hatırlayacaklardır. Yine Suudi Arabistan ve Körfez
ülkelerinde eğitim almış 63 Selefi/ Vahabi Arnavut imamın 2009 yılında
yayımladıkları Şiilik karşıtı deklarasyon da İslam Dünyasına yönelik savaşın
köşe taşlarından birisidir. Bu deklarasyonda Selefi/ Vahabi imamlar Şiiliğin
İslam Dünyası için savaşılması gereken bir bela olduğu anlamına gelen ifadelere
yer veriyor ve herkesi bu mücadelede yer almaya davet ediyorlardı. Bu bildiriye
imza koyan Selefi/ Vahabi imamlardan birisiyle Tiran’da yaptığımız görüşme/
münazara Selefi- Vahabi imamın şu kabulüyle neticeleniyordu: Şiiler beladır ama
Arnavutluk’ta Şii olmadığı için Arnavutlar açısından öncelikli bela değildir.
Selefi/ Vahabi imam Şiiliğin
Arnavutluk ve Arnavutlar için öncelikli mesele olmadığını kabul etse de,
onların gerek Şiilere ve gerekse mutedil Sünnilere yönelik öfkeleri dinmek
bilmedi. Temmuz 2006 Savaşı’nda Siyonistlere dua edenler, 2009 Furkan
Savaşı’nda Hamas’ın yanında da yer almadılar. Onlara göre, yeryüzünde
savaşılması gereken birinci düşman Şiiler ise ikincisi Şiilere düşman gözüyle
bakmayan Sünnilerdi.
Mart 2011’de Suriye’de huzursuzluk
başladığında Arnavut Selefiler için de yeni bir gün doğmuş oldu. Amerikan
mandası altındaki Arnavutluk ve Kosova devletlerinin teşviki ve medyanın “Özgürlük
Savaşçıları”, “Diktatöre karşı savaşanlar” ve sair yakıştırmalarla parlattığı
bu kişiler çoğunlukla Türkiye üzerinden Suriye’ye akmaya başladılar. Arnavutluk,
Kosova ve Makedonya’daki Selefi/ Vahabi imamlar Suriye’deki Alevi/ Nusayri
rejimin sultası altında inleyen mazlum Sünni çoğunluk için savaşmanın en
değerli cihad olduğunu anlatıyor, onların bu vaazlarının/ çalışmalarının bir
kısmı sosyal medyaya düşüyor ve bir kısmını da bu ülkelerin ana akım medyaları
kullanıyordu. Bir süre sonra Suriye’ye akış öyle bir hal aldı ki, Arnavut
bölgesinden eşini de yanına alarak yerleşmek ümidiyle Suriye’ye giden
Arnavutlar türemeye başladı. Bu Arnavutların bir kısmı Nusra Cephesine
katılırken, bir kısmı da sair örgütlere dağıldı. Bir süre sonra sosyal medyada
kendileri rakip muhalif grupların eline esir düşmüş, karılarına tecavüz edilmiş
Arnavut Selefilerin video kayıtları paylaşıma sunuldu. Bu
Arnavut Selefilerin onlarcası Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu ile girdikleri
çatışmalarda öldürülürken, bir kısmı da muhaliflerin kendi aralarındaki
çatışmalarda hayatlarını kaybettiler. Kesin rakamı bilmek mümkün olmasa da,
tekfirciler safında savaşan Arnavut sayısı birkaç yüzle ifade ediliyor. Bunların
yaklaşık ellisinin Suriye’de ve son günlerdeki çatışmalar sebebiyle Irak’ta
hayatlarını kaybettiği tahmin ediliyor.
2014 yılı başından itibaren
Arnavutluk ve Kosova devletleri Suriye rejimini devirmekten ümit kesen Batı
bloğu ile aynı rüzgara yelken açtı ve Suriye’de savaşan “özgürlük savaşçısı”
vatandaşlarının ülkeye dönmeleri halinde uzun süreli hapis cezaları almalarını
sağlamaya yönelik çalışmalar başlattılar. Üç sene evvel neredeyse törenlerle
uğurlanan bu kişiler 2014 yılı itibariyle ülke ve toplum güvenliği için
tartışmasız zararlı kişilere dönüştüler. Onlardan istenen açıktı: Gittikleri
yerde ölmeleri.
Son bir buçuk aydır Kosova’da
Selefi/ Vahabi güruha karşı bir tutuklama furyası yürütülüyor. Önce Suriye’de
savaşan veya Suriye’de savaşması için adam toplayan, bu işleri organize eden 40
kişi tutuklandı. Ardından, birkaç gün evvel, çoğu Selefi/ Vahabi imamlar olmak
üzere 16 kişi daha gözaltına alındı. Bu savaşın Arnavutların savaşı olmadığını
anlattığımızda dudak büken ve Yusuf el
Kardavi ile aynı resimde görünmekten gurur duyan kişiler, onlara Türkiye’deki
bağlantılarını sağlayan gayrı resmi İHH mensubu ile birlikte, Amerikan
elçisinin alkışları arasında Kosova zindanlarındaki yerlerini alıyorlar. Geriye
ise bir esirin kafasını kesen vahşi Selefi Arnavut’un tüm dünyanın kanını
donduran fotoğrafları kalıyor.
İmam Hamanei yönünü şaşırmış bu
güruhun asıl düşmanımız olmadığını söylüyor. İslam’ın zaferi için
savaştıklarına inandırılmış bu güruh asıl düşmanımız olmasa da, Arnavut
bölgesinde onlar üzerinden yürütülen yeni algı operasyonu mutedil İslami
yapıları da hedef alıyor. Bu vahşiler üzerinden karalanan İslam yerine Batı
Arnavutlara barış dini olduğunu söylediği Hıristiyanlığı teklif ediyor.
Papa’nın Arnavutluk’u ziyaretinden bir gün evvel Vatikan Arnavutluk’un Avrupa
Birliği üyeliğini desteklediğini açıklıyor.
Elinde kanlı bir kafa sallayan
Selefi/ Vahabi bir Arnavut’un vaad ettiği İslam ile Arnavutluk toprağını öpen
ve müreffeh bir Avrupa ülkesi vaad eden Papa arasında kalan Arnavutlar kimi
tercih etmeli?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder