Tarih insanı hayrete düşüren
ayrıntılarla doludur. İslam öncesinde Sırplarla birlikte Osmanlı ordularına
karşı savaşan Arnavutların uzun süren mücadeleden sonra Osmanlı’nın en önemli
müttefiki haline gelmesi genel olarak bilinirken, 1402 Ankara Savaşı’nda Timur’un
ordusuna karşı savaşan Osmanlı ordusunun en sadık askerlerinin Sırplar olduğu
unutulup gitmiştir. Osmanlı Sırp ittifakı kısa sürmüş, Arnavutlar Osmanlı için,
arkası kesilmeyecek Slav akışını durdurmada hayati bir rol üstlenmişlerdir. Bu
tarihin bir cilvesidir.
20.yüzyılın başında sona eren Osmanlı
– Arnavut ittifakı Arnavutları değişik açılımlara/ tercihlere yöneltmiş ve
yüzyılın ikinci yarısında Enver Hoxha rejimi ile tanışan Arnavutlar farklı
kamplarla işbirliğinin ardından yalnızlığa gömülmüşlerdir. Kartallar ülkesi
olduğu kadar “bunkerler ülkesi” olarak da anabileceğimiz Arnavutluk, Soğuk
Savaş döneminde kendini ideolojik olarak Batı emperyalizmine karşı konumlandırsa
da, Batı emperyalizminin en iri temsilcisi Amerika yüz binlerce bunker ile
korunmak istenilen ana vatanı bir kurşun dahi atmadan teslim almıştır. Arnavut
halkının ve siyasi elitinin böylesi bir makas değişimi de tarihin bir başka
cilvesidir.
Yaklaşık 25 yıldan bu yana
Arnavut halkının siyasi eliti gerek iç ve gerekse dış politika tercihlerini
Amerika ve Avrupa’nın yönlendirmelerine uygun hale getirmek için gayret sarf
etmektedir. Bir zamanların NATO karşıtı siyasetçilerinin birbirlerini NATO’ya
girmekte yaşanan gecikmenin sorumlusu olarak itham ettikleri bir ülkeye dönüşen
Arnavutluk, bu yönelişinin doğal sonucu olarak Batı dünyasının siyasi ve askeri
tercihlerini ev ödevi listesinin en başına koymuştur. Bu listenin bir kısmı dış
politikaya ilişkindir.
Batı dünyası ile yan yana olduğunu
göstermek için Arnavutluk, Afganistan’a muharip birlik gönderen, şu an Türkiye’de
kurulu olan ve Rusya ve İran’ın karşı çıktıkları radar sistemine talip olduğunu
açıklayan, Batı’nın Rusya, Çin ve İran ile yaşadığı ihtilaflarda koşulsuz bir
şekilde Batı kampında yer alan bir görüntü sergilemiştir. Hassaten Batı ile İran arasındaki
problemlerde Arnavut siyasi eliti, Sali Berisha’nın “Bugün yeryüzünde bir tane
Hitler biliyorum o da Ahmedinecad’tır” sözünde örneğini görebileceğimiz şekilde
diplomatik teamülleri de aşan söylemlerde bulunmuştur. Arnavut siyasi elitinin ülkenin
İran ile yapılması muhtemel anlaşmalar için Amerikan elçiliğinden izin alması
Wikileaks belgelerine yansımış, böylelikle Batı ile girilen ilişkinin biçiminin
ortaçağ vasallığı boyutunda olduğu anlaşılmıştı.
Bugün Batı İran ile olan
problemlerini çözmenin peşindedir. Batı dünyası uzun yıllar süren ambargoların
ardından İran devleti ve halkına yönelik emellerine bu şekilde ulaşamayacağını
anlamış ve yeni bir sürecin kapısını aralamıştır. İran ile Batı dünyası
arasında nükleer meseleye yönelik varılan anlaşma önümüzdeki on yılları
şekillendirme potansiyeline sahiptir. Amerikalıların ekseriyeti bu konunun
böyle bir anlaşma ile kapatılmasını ve İran’ın ticari imkânlarının
değerlendirilmesini istemektedir. Avrupa ise bunu büyük bir iştiha ile
beklemektedir. Anlaşma yasal olarak yürürlüğe girmemiş olsa bile birçok Batılı
şirketin İran pazarından pay kapmak için Tahran caddelerini aşındırdıkları sır
değildir.
Anlaşma sonrası İran’ın ne yöne
evirileceğine dair bir öngörüde bulunan Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump
yakın zaman evvel şöyle diyordu: “İran inanılmayacak kadar zengin ve güçlü bir
millet olacak” İran’ın güçlü ve zengin bir devlet olması ondan istifade
etme ümidi olan Batı dünyasını heyecanlandırırken, biz Arnavutların yeni bir
durum değerlendirmesi yapması gerekmez mi?
İran her ne kadar bizimle çok
sıkı tarihi bağlara sahip olmasa da, bölgenin en güçlü Müslüman devletidir.
Seksen milyona yaklaşan nüfusu, petrol ve doğalgaz zengini ülkesi ile İran
sadece ekonomik bir önem değil, Rusya ve Sırbistan gibi sorunlu olduğumuz
devletlerle ilişkileri sebebiyle de uzak durulmaması gereken bir özellik arz
ediyor. Her yıl milyonlarca İranlı turist Türkiye ve Arap ülkelerini ziyaret
ederek milyarlarca dolar para bırakıyor. Bir yıl içinde Türkiye’ye gelen İranlı
turist sayısının bir buçuk milyon olduğunu ve bu insanların Türkiye’yi Batılı
malları daha ucuza alabilecekleri bir merkez olarak gördüklerini bilenler için
Arnavutluk’un yaz aylarıyla sınırlı turizm potansiyelinin değerlendirilebilmesi
için bu kaynağa yönelmek anlamlı gelecektir.
Arnavut bölgesinin enerji
ihtiyacının daha uygun koşullarda sağlanması, Adriyatik denizindeki petrol
kaynaklarının işletilmesini sadece Batılı şirketlerin insafına bırakmak zorunda
olmadığımızın gösterilmesi için de İran ile enerji sahasında ilişki kurmak
faydalı olacaktır.
Yine, husumet halinde olduğumuz
ülkelerle ilişkilerimizi sadece Batı’nın havuç ve sopa politikasına bağlamak
yerine bu ülkelerin ilişkili olduğu İran gibi bir ülkenin onlar nezdindeki
itibarını kullanmak da makul bir yoldur.
İran ile Batı’nın açıkça
anlaştığı böylesi bir dönemde Arnavutların eski politikalarını sürdürmesi
kraldan çok kralcı olmak anlamına gelecektir. Gerek Arnavutluk ve gerekse
Kosova’nın siyasi, dini ve entelektüel çevrelerinin Arnavut dış politikasını
önümüzdeki on yıllara uygun hale getirmek için gecikmeksizin istişarelere
başlaması gerekiyor. Bu onların üzerindeki tarihi bir sorumluluktur.
Unutmayalım, “Shqiperia O Nana İme”,
diyenler için Arnavut halkının ve vatanının iyiliği Batı’nın planlarından ve çıkarlarından
önceliklidir. Bugün bu iyiliğin yolu İran’ın da farkına varmaktan geçiyor. Bunu
ıskalayarak tarihin yeni bir cilvesi ile yüzleşmeyelim.