Biz,
dağları, ovaları, nehirleri, gölleri, denizi ve halen varlığını sürdüren iki
devletiyle Balkanlarda güzel bir coğrafyaya sahip olan Arnavutlar, bu dağlar
kadar zorlu, nehirler kadar coşkun, ovalar kadar bereketli, göller kadar sakin
ve denizler kadar derin bir halkız. Tarih bizi sayımızın azlığı ile değil,
içinde yer aldığımız her şeyde yarattığımız büyük etki ile anar. Biziz o yılmaz
savaşçılar ve yine biziz o devasa orduları dize getiren yiğit adamlar.
Arnavut
halkının adalete düşkünlüğü, emanete riayeti, zayıfı koruyup zalime meydan
okuması hem tarihin hem de edebiyatın konuları arasındadır. Tarih beyaz
külahlıların savaş meydanında görülmesiyle düşman saflarında dalgalanmaların
yaşandığını kaydettiği gibi güvence verdiği düşmanını korumak için canından
geçen atalarımızı da kaydeder. Arnavut halkının Türkçe yazan büyük şairi,
Türkiye’nin milli marşının sahibi Kosova’nın İpek ilinden Mehmet Akif Ersoy Balkan
Savaşları’nı anlattığı bir şiirinde Arnavutları “Haysiyyetinin gölgesi çiğnense
eğer; / Olmadan üç kişinin, beş kişinin, hûnu heder / Kahraman gayzı
yatışmaz, kanı coşkun efrâd” mısralarıyla tasvir eder. Bir Fransız yazar ise Arnavut halkını var eden
ruhu Avrupa’nın şövalyelerine benzetir.
Arnavut
halkının bu hasletleri onu birçok önemli olayın kalbine yerleştirmiştir. Roma
İmparatorluğu ile neredeyse iki yüzyılı bulan savaşlar, Roma’nın birçok
komutanı ve valisinin Arnavutların atalarından seçilmesiyle sonuçlanmıştır. Hıristiyanlık
ile birlikte Arnavut halkı İsa’nın (as) kılıcı olurken, İslam’a geçişiyle bütün
ilahi dinlerin özünde yer alan “tevhid” (Allah’ı tek ilah kabul etme) inancının
gözü pek savunucusu olmuştur. İslam’ın temsilcisi Osmanlı İmparatorluğunu
büyüten, güçlendiren ve zor zamanlarında ayağa kaldıran kadroların önemli bir
kısmının Arnavut olması bir tesadüf olabilir mi? Bu elbette ki bir tesadüf
değildir. Çok açıktır ki bu durum Arnavut ruhunun tarihin büyük nehrinde yol
almasını göstermektedir. Bu nehrin en hırçın anlarında/ yerlerinde dahi Arnavut
zihni ve kalbi kendi varlık anlamına yüz çevirmemiştir. Binlerce Arnavut’un
kanı pahasına da olsa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa eliyle günümüz
tekfircilerinin atası Vahabi çetelerini işgal ettikleri Mekke ve Medine’den
çıkaran, onları geldikleri çöle süren atalarımız Filistin’e yönelik Siyonist planlara
da geçit vermemişlerdir.
Arnavut
halkı ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiyi kuran ve koruyan ailenin bir
ferdi olan Avlonyalı Ekrem Bey “Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar” kitabında Siyonistlerin
İstanbul’daki faaliyetlerinden, Saray’dan (Abdulhamit’ten) Filistin’e göç izni
istemelerinden ve bu sırada Sadrazam olan amcası Avlonyalı Mehmet Ferit
Paşa’nın buna itirazından bahseder. Siyonistlerin Filistin’de yerleşmelerini
sadece Abdulhamit değil Sadrazam Mehmet Ferit’in temsiliyle Arnavut halkı da
istememektedir. Sadrazam Avlonyalı
Ferit Paşa, 1903 yılında yüklüce bir bedel karşılığında Tel-Aviv’de yirmi bin
hektar arazi kiralama arzusuyla İstanbul’a gelen ve kendisinden bu girişim için
yardım talep eden Parisli Baron Rotschild’i kesin bir dille reddeder. Ferit
Paşa çok açık konuşur; “Filistin bir zamanlar Yahudilere aitti, ancak Büyük
Süleyman ve Küçük Davut’un zamanından bu yana binlerce sene geçti. Haklı veya
haksız, Filistin bugün kesin olarak Araplarındır, Osmanlı İmparatorluğunun da
bu durumu değiştirmek için ne siyasi ne de manevi bir nedeni vardır” Ferit Paşa’nın bu tavrı söz ile de kalmaz.
Yeğenini gizli bir görevle Filistin’e yollar ve Yahudi çalışmaları hakkında
bilgi toplamasını ister. Yine Osmanlı ordusunun belkemiği sayılabilecek
Arnavutları Kudüs nöbetinde hazır tutar. Aslına bakılırsa bu nöbet hala devam
etmektedir zira Beşinci Ordu’nun İşkodra Fırkası’nın sancağı halen Halil
er-Rahman’da bulunmaktadır.
Arnavut halkı ve siyasi eliti Filistin toprağına
sadakati her zaman önemli bilmiş, bunu bir yönüyle dini vecibe saymıştır. Kutsal
Kudüs şehrinin muhafazası ve Hıristiyan Arnavutların buraya ulaşabilmesi de
önem arz etmiştir. Her iki dinin mensupları olarak Arnavutlar bu toprağa her
iki yoldan da bağlanmış, bağlı kalmış ve sadakat göstermişlerdir. Hilafet
merkezinin İstanbul’da olması Müslüman Arnavutlar için Kudüs’ün statüsünü
değiştirmemiştir. Müslüman Arnavutlar Kabe’nin Müslümanlara has olduğunu ama
Kudüs’ün insanlık ailesinin tümüne tahsis edilen Mescid-i Aksa’yı
barındırdığını düşünmüşlerdir. Mescid-i Aksa’nın barış yanlısı tüm kavimlerin,
dillerin, dinlerin temasına açık tutulmasını istemişlerdir.
Arnavutların 20.yüzyılda yaşadığı sosyal ve
siyasal darbeler bile bu sadakati gölgelememiştir. Arnavutlar Siyonist rejime
bu yolu açanın İngiltere olduğunun bilincinde olmuşlardır. Yine Arnavutlar,
terk etmek zorunda kaldıkları bu beldede, Arap dünyasının sırtına saplanan bu hançeri
kabul etmeyeceğini de düşünmüşlerdir. Arnavutluk’un karanlık dönemi sayılan
Enver Hoxha döneminde dahi Filistin’e dair söylem değişmemiştir. Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu’nun 25 Temmuz 1980 tarihli toplantısında Arnavutluk Sosyalist
Halk Cumhuriyeti’ni temsilen söz alan Abdi Baleta’nın konuşması Arnavut
halkının hissiyatını açıkça ortaya koymaktadır. Bu konuşmasında Baleta,
Filistin konusunun “son derece önemli” olduğunu işaretle, Filistin halkının
bağımsızlık, kendi devletlerine sahip olma ve mültecilerin yurtlarına dönme haklarını
vurgulamış, Amerika’nın bir aracı olan Siyonist rejimin özelde Filistin’e ve
genelde Orta Doğu’ya yönelik zulümlerini dile getirmiştir. Yine bu konuşmasında
Baleta, Filistin halkının haklı davasını bu dava için verdiği şehitlerle
kazanacağını, Arnavutluk’un ise Filistin halkına her zaman destek olacağını
ifade etmiştir. Arnavutluk halkı için tarihi önemdeki bu konuşma Birleşmiş
Milletler arşivinde yer almaktadır.
Arnavut halkı 1990 sonrası yaşadığı sancılı
dönemde de her ne kadar zayıflasa da, Filistin ile irtibatını kesmemiştir. Suudi
Arabistan ve Körfez emirliklerinin Arnavut bölgesine dayattığı emperyalist
güçler ve Siyonistlerle dost, yerli halklarla düşman olma temelinde inşa edilen
ilkel İslam anlayışına rağmen Arnavutlar Filistinlilerin haklılığından bir an
bile şüphe etmemişlerdir. Arnavut siyasi elitinin Amerika tarafından
belirlendiği bu günlerde bile vicdanını temiz tutmak isteyen Arnavutlar çok
büyük karalama kampanyalarına, kara propagandalara rağmen Filistin ve Lübnan
halklarının direnişine destek olmuşlardır. Mavi Marmara gemisinde Arnavutların
da yer aldığı tartışmasız bir gerçektir.
Doğrudur, bugün Arnavut siyasi eliti Filistin
konusunda Amerikan baskısına boyun eğmekte ve uluslararası toplantılarda
Filistin hakkında çekimser oy kullanmaktadır. Arnavutların çözmek zorunda
olduklarını düşündükleri Kosova gibi siyasi meseleler yanında, ekonomik
problemler de kendilerini bu yola sevk etmiş olabilir. Böyle de olsa, Arnavut
halkına tarihi bir görev düşmektedir. Atalarından miras aldıkları o coşkun
ruhu, kendilerini bir şövalye, İsa’nın kılıcı, İslam’ın askeri, yorulmaz
savaşçı ve gönül eri yapan “Arnavut olma” halini korumalı ve her ne suretle
olursa olsun Müslüman ve Hıristiyan Arnavutlar için aynı derecede önemli olan
Mescid-i Aksa’dan vazgeçmemelidirler.
Bunu sağlamak için Arnavutların Amerika ve
Siyonist sermaye desteğinde yürütülen ve Müslüman veya Hıristiyan yahut
sosyalist fark etmeksizin direnişçileri karalayan kampanyalara karşı uyanık
olmaları; siyasi elitin kendilerinden oy istemek için geldikleri seçim
dönemleri başta olmak üzere her aşamada siyasi faaliyet programlarının dış
politika kalemleri arasına Filistin’in özgürlüğünü koymalarını istemeleri;
Arnavut bölgesinde Filistin konusunun daha iyi bilinmesini sağlamak üzere seri
ve devamlı eğitim ve kültür programları gerçekleştirmeleri ve Filistin
konusunun gündemden düşmesine izin vermemeleri; temsili nitelikte dahi olsa
Filistin’e ekonomik yardımda bulunmaları; Filistin ile ilgili uluslararası
toplantılara kişisel ve heyet düzeyinde katılmaları; Arnavut bölgesinde
Siyonizm’e dost olan ilkel bir İslam anlayışını dayatan gruplara itibar
etmemeleri ve Arnavut halkının tüm din ve fraksiyonlarıyla bütünlüğünü korumaya
gayret etmeleri gerekmektedir.
Ben İslam’ın Avrupa’daki yüzü olan Arnavutlardan
umutluyum. İsa’nın ve Muhammed’in çocuklarından ellerini birleştirmelerini ve
böylelikle Mescid-i Aksa’yı saran bir kalkana dönüşmelerini istemek de bir
Arnavut olarak hakkım olmalı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder