Translate

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Srebrenica`daki Kusurumuz

Gürkan BİÇEN


Tadeusz Mazowiechi 27 Temmuz 1995`te Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Hususi Raportörlüğünden istifa ettiğinde Kızıl Haç Komitesinin ilk belirlemelerine göre Srebrenica`nın ele geçirilmesinden sonraki dört gün içinde sivil ve asker dâhil olmak üzere 7 bin 79 kişi katledilmişti.

Birleşmiş Milletlerin “güvenli bölge” olarak ilan ettiği ve bu sebeple muharip birliklerden arındırılmış kentte yaşanan katliam için Birleşmiş Milletleri suçlayan Mazowiechi, “Uluslararası topluluk ve onun liderleri bu hakları koruma cesaret ve kararlılığına sahip olmadıkları müddetçe, insan haklarından inandırıcı bir şekilde söz edilemez” diyordu. Mazowiechi uluslararası toplumun katliamdaki sorumluluğunu işaret ederken, Aliya İzzetbegoviç katliamda Srebrenica’nın siyasi ve askeri liderlerinin kusuru olup olmadığını da sorguluyor, uluslararası toplum ile birlikte onları da mercek altına alıyordu.

Srebrenica Birleşmiş Milletlerin gerçek misyonunu ortaya çıkarması açısından İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en somut örnektir. Birleşmiş Milletlerin galip devletlerin güç dengesini gözeten bir aygıt olduğu, Batı Dünyası’nın yer kürenin her yanına dağılmış iktisadi ve siyasi varlığını devam ettirmenin bir aracı olarak kullanıldığı, buna rağmen zayıf halkların Birleşmiş Milletlerin vaatlerine inanmaktan ve ona güvenmekten başka çarelerinin olmadığı fikrinin derin bir yara aldığı yerdir Srebrenica.

İzzetbegoviç “Tarihe Tanıklığım” isimli kitabında Srebrenica katliamına giden süreci, katliamı ve sonrasını anlatırken Birleşmiş Milletlerin taahhüdüne güvenmek zorunda kaldıklarını ancak bununla iktifa etmediklerini söyler. O, şehrin askerden arındırılması anlaşması çerçevesinde hareket ettiklerini ve bu sebeple orada bir kolordu kurmak yerine orayı merkez karargâhı Tuzla’da bulunan İkinci Kolordunun sorumluluk alanına dâhil ettiklerini anlatır. Böylelikle Srebrenica’da var olan asker kişilerin varlığı korunmuş ve bu kişiler askeri eğitim faaliyetlerine devam edebilmişlerdir. İzzetbegoviç bununla da yetinmediklerini ve her türlü yolu kullanarak kente muhtemel bir saldırıda savunma yapmaya yetecek miktarda askeri mühimmat da ulaştırdıklarını kaydeder.

David Harland’ın sorularına verdiği cevaplarda İzzetbegoviç benzer bir şekilde Sırp kuşatmasına ve saldırısına uğrayan Goradze’nin düşmemesini kentin yüksek motivasyonu ve çabasına bağlar. Srebrenica içinse ters giden bir şeyler vardı. Oraya da sofistike savunma silahları gönderilmesine rağmen bunlar ya hiç kullanılmamış ya da küçük birlikler ile komuta dışı kişilerin kahramanca çarpışmaları sırasında çok az fayda sağlamıştı. Kentte bir tank saldırısını durdurmaya yetecek 300 kadar RPG ile düzinelerce “Red Arrow” tanksavar mermisi mevcuttu. Kentin düşmeye başlamasıyla birlikte, silah kullanabilecek kişilerin büyük çoğunluğu ne yapacağını bilemez halde Srebrenica’yı terk etmek için yola çıkmıştı. İzzetbegoviç onların bu durumunu tasvir ederken, “Gerçek şu ki, Tuzla’ya gitmeye çalışan Srebrenica savaşçıları bunu, Tuzla’dan Srebrenica’ya yollanmış olan askerlerden daha büyük bir şevkle yaptılar. Tamamen insani olan açıklamadan kaçınmak istemiyorum: Güvenliğe doğru yol alan askerlerin şevki, tehlikeye doğru yaklaşmakta olanlarınkinden daha güçlüydü.”

Saldırı öncesi Srebrenica’daki problemler, ihtilaflar Bosna Hersek Cumhuriyeti liderliği tarafından kısmen biliniyordu. Ancak bunları tam anlamıyla çözebilmek mümkün olmamıştı. Her şeyden evvel, kent Birleşmiş Milletler kararı uyarınca güvenli bölge sayılıyordu ve bu her türlü pazarlığı engelliyordu. Kenti koruyan UNPROFOR Bosna Hersek Cumhuriyeti liderliğinin taleplerine kenti korumaktan vazgeçmekle tehdit ederek karşılık veriyordu. Mevcut halde kenti riske atmak mümkün değildi. Ancak tek bir komuta altında idare ediliyor gibi görünse de UNPROFOR’da yer alan 13 ülkenin askerlerinin her birisi kendi ülkesinin yetkililerinden emir alıyordu. Bu da, Bosna ve Srebrenica üzerindeki pazarlıkların aldığı şekle göre askerlerin tavırlarının değişmesine yol açıyordu.

Zaman UNPROFOR’un kendisinin de bizzat Sırplar kadar tehlikeli bir düşman olduğunu açığa çıkaracaktı. Ancak tek problem bu değildi. İzzetbegoviç’e göre kentteki insani dramdan ayrı olarak Srebrenica kendi içinde de bölünmüş, birliğini kaybetmiş haldeydi. Tecrit edilmiş kentte cinayetlere varan ihtilaflar vardı ve bu şartlar altında İzzetbegoviç kentteki durumu rapor etmesi için Naser Oric’i Srebrenica’ya gönderiyordu. Gerçeğe ulaşmak gerekiyordu ancak Saraybosna da Srebrenica da kuşatılmış haldeydi ve gerçeğe ulaşmak neredeyse imkânsızdı. Eldeki istihbaratın son derece yetersiz oluşu Sırpların niyetini anlamayı da engelliyordu. Bu tecrit altında insanların yapabildiği tek şey tahminde bulunmak ve Birleşmiş Milletlere güvenmekti. Öyle de yaptılar. Bosnalı Müslümanlar Birleşmiş Milletlere güvenmenin bedelini 9 bine yakın canla ödediler.

Bu katliam dünya halklarının vicdanında Birleşmiş Milletlerin varlığını sorgulanır hale getirse de, bu sorgulama, Birleşmiş Milletlerin insanlık ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak temelde yeniden yapılanmasını sağlayamadı. Birleşmiş Milletler Müslüman Dünya’nın sesinin Genel Kurul toplantılarında yapılan konuşmalar dışında duyulmadığı, Müslüman Dünya’ya yönelik ambargo ve askeri operasyonların durdurulamadığı bir örgüt olarak varlığını sürdürüyor. Bugün Güvenlik Konseyi’nde bir buçuk milyar Müslüman’ın haklarını savunacak veto yetkisini haiz Müslüman bir ülke yer almıyor. Müslümanların yeryüzündeki sayısal ağırlığı siyasal ağırlığa dönüşmüyor. Batı Dünyası Birleşmiş Milletleri yeryüzünün her yerindeki direniş hareketlerini dizginlemek, kontrol etmek, sona erdirmek ve mümkünse direnişçilerin bedenlerini de hedef alarak ortadan kaldırmak için bir araç olarak kullanmaya devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından oluşan şartlar bugün değişmiş olmasına rağmen Batı Dünyası Soğuk Savaş kurumlarının ilgasını düşünmüyor. Bunlara yeni vazifeler belirliyor. Batı, Doğu ile olan mücadelesinden muzaffer çıktığı inancıyla İslam Dünyası’nı terbiye etmeye girişiyor.

Srebrenica, Mazowiechi’nin iyi niyetli söyleminin ötesinde, Birleşmiş Milletleri kendi yüzüyle sergiledi. Müslüman liderliğin çaldığı kapılar açılmadı, açılan kapılardan ise oyalamaya yönelik, hiçbir zaman tutulmayacak sözler işitildi. Srebrenica’da Mladiç ile kadeh tokuşturan Hollandalı subay kendisinden ve ülkesinden ayrı olarak, içinde yer aldığı Birleşmiş Milletler Misyonunun da duruşunu ortaya koyuyordu. Türklerden (Müslümanlardan) intikam alan ve bu katliamı Sırp halkına hediye eden Mladiç ile müşterek bir duruşu… Yine bu, Arnavut asıllı Katolik rahip Don Anton Kcira’nın Amerika’daki bir programda Srebrenica ve Kosova Müslümanlarını “öldürülmeyi, derilerinin yüzülmesini ve sürülmeyi hak etmiş köpekler” olarak zikrettiği konuşmasındaki aynı sapkın duruştu.

İzzetbegoviç, “İçinde Srebrenica’nın gerçekleştirilebilir olduğu bir dünyanın var olmasından dolayı hepimiz suçlanmayı hak ediyoruz” diyor. Srebrenica’nın şehitlerine katılan Kosova, Afganistan, Pakistan, Irak, Filistin, Lübnan ve daha nice beldelerin şehitlerinin haberlerini “taziye ilanı” gibi okumaya alıştığımız bir dünyada, İzzetbegoviç’in suçlamasının üzerimize yapışmış olmasından hiçbir rahatsızlık duymadan yaşamaya devam ediyoruz. Gözlerimiz hala Birleşmiş Milletlerde, kulaklarımız hala “Amerika’nın Sesi”ne ayarlı. Söyleyin bana; düşmanına bel bağlamış bir ümmeti Allah niçin felaha ulaştırsın ki?

1 yorum:

Adsız dedi ki...

İsviçreli Alexander Dorin, 2009'da yayınlanan Die Geschichte eines Salonfahigen Rassismus [Salon Irkçılığının Tarihi] adlı kitabında, aslında Srebrenica'da ne Soykırım ne de katliam yapıldığını; bu yalanın kendi emellerini (Bosna-Hersek'i kurmak) meşrulaştırmak için Aliya İzzetbegoviç ve Bill Clinton tarafından uydurulduğunu, olaylarda ölenlerin sayısının 2-3 kat şişirildiğini, öldürülenlerin de aslında Bosna Hersek ordusuna mensup askerler olduğunu iddia etmektedir.

Noam Chomsky de NATO harekatı öncesi çoğu cinayeti Kosova Kurtuluş Ordusu'nun işlediğini, Sırpların NATO saldırılarından sonra silaha sarıldığını iddia eder ve bu yüzden ciddi şekilde eleştirilir. [44-48] Arada bir fark var mı?

Yunanistan'daki aşırı sağcı basın da, tezini güçlendirmek için Türklerin Ermenilere, Rumlara, Kürtlere uyguladıkları zulümleri sıralayıp; Nazilerin bile Türklerden esinlenerek ve Türklerin imha yöntemlerini kullanarak Yahudi Soykırımını yaptıklarını, Kıbrıs'ta da benzer bir etnik temizlik uyguladıklarını iddia edip, Türkiye'nin Barış Gücü çerçevesinde Kosova'ya asker göndermesini de 'Balkanlara tekrar nüfuz etmek isteyen yayılmacı Türkiye Cumhuriyeti, Kosovalı Müslüman Arnavut azınlığı yıllardır silahlandırdı ve Sırplara karşı kışkırtarak bu isyana sebep oldu. Nitekim Prizren bölgesine Türk askeri yerleştirmeyi başardılar.' [49] diyerek, etnik temizlik sırasının Balkanlara geldiğini ima ediyordu. Bu yorumlarda Türklerin emellerini (Balkanlara geri dönmek) gerçekleştirmek için hem Kosovalı teröristleri yıllardır silahlandırdıkları, hem de Sırpların Kosova'da bir katliam yaptıkları hikayesini uydurdukları iddia ediliyordu. [50] Yine düşünelim, bir fark var mı?

Sırplara göre de dünyayı, petrol zengini Müslüman elitler ve petrol tröstleri beraberce yönetmektedir: Sırp basınında, Bosna vahşeti sırasında, petrol zengini Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE ve Katar gibi ülkelerin petrol gelirleriyle, Batı'da satın aldıkları şirketlerin listesini de ekleyerek, sık sık dile getirilen “Bazı nüfuzlu Müslüman ülkeler ve petrol endüstrisinde büyük çıkarları olan ABD ve NATO üyesi yardakçıları, önce Yugoslavya'yı parçalayarak zayıflattılar, sonra Bosnalılar eliyle Avrupa'nın göbeğinde bağımsız bir Müslüman devlet kurabilmek için, savaş sırasında ortaya çıkan ufak tefek bazı zorlukları abarttılar, gerçeği saptırarak Sırp askerlerini Srebrenica'da Soykırım yapmakla suçladılar ve bu yalanlarını petro-dolarları ile satın aldıkları uluslararası basını eliyle dünya kamuoyuna servis ettiler. 'Şimdi Kosova'da aynı oyun bir kez daha sahnelenmekte' türü ırkçı savlardan pek farkı yoktur.

http://www.youtube.com/watch?v=i1a-_LzxDyE
Srebrenica Planned in Washington and Sarajevo
Excerpt from Dutch television documentary on Srebrenica. Features interview with Hakija Meholic the Muslim police chief of Srebrenica during the war.

İzzetbegoviç'in, uluslararası kamuoyunu harekete geçirecek, NATO müdahalesinin önünü açacak bir etnik temizliği öngördüğünü ve Srebrenitsa'yı kurban ettiğini iddia eden Boşnak yetkililer vardır ki olayların gelişimi de bunu doğruluyor (1993'teki bir görüşmede Bill Clinton'un Aliya İzzetbegoviç'e "Sırplar Srebrenitsa'da 5.000 kişiyi öldürürse askeri müdahale düşünülebilir" demesi)

Srebrenitsa'da kenti korumakla görevli bir diğer birlik ise Boşnaklara ait 28. Tümen idi ancak bu tümen saldırı başlamadan kısa bir süre önce kenti terk etmişti. Kentin güvenliğinin sağlanmaması nedeniyle Srebrenitsa'nın düşmesinden Bosna Hersek'in eski Devlet Başkanı Aliya İzzet Begoviç de sorumlu tutuluyor. Srebrenitsa eski polis şefi Hakiya Meholiç'e göre İzzet Begoviç bilerek Boşnak sivilleri sürgüne terk etmişti.