Kimlikleri tespit edilen 409
şehidin defni için cenazelerin gelmesini bekleyen kalabalığı ıslatan yağmur
başladığında Srebrenica Şehitliği’ndeydim. Binlerce insanın akıbetinin meçhul
olduğu bu topraklarda acı gün be gün tazelenmekte, kimliği belirlenen her şehit
yaranın kabuğunu yerinden oynatmakta, gözlerdeki yaşa kan ve hatıraları katmakta.
Atalarımız “Tekrar güzeldir, yüz
seksen kez bile olsa” derler. Srebrenica’nın kaderini dillendirmek, bıkmadan
usanmadan bu olayı tahlile devam etmek, bu olaydan ve neticelerinden ibret
almak faydalı bir tekrardır. Yüz seksen kez bile olsa.
8372… Şu an Bosna Hersek
Cumhuriyeti içindeki Sırp bölgesinde kalan Srebrenica’da şehit edilen Müslüman
sayısı. Yaklaşık bir bu kadarı ise kayıp. Her geçen gün yeni bir toplu mezar
bulunuyor ve kayıpların aileleri evlatlarının, anne-babalarının,
dedelerinin-torunlarının izine dair bir ümide kapılıyor. Dedelerinin ve
torunlarının…
1912… Bu, Srebrenica’da şehit
edilen kişilerden birisinin doğum tarihi. Katliam 1995’te gerçekleşti. Batı
destekli Sırp faşizmi 83 yaşında bir düşmandan kurtuldu.
1982… Bu da, şehit edilenlerden
bir diğerinin doğum tarihi. Batı destekli Sırp faşizmi 13 yaşında bir düşmandan
daha kurtuldu. 1912 ile 1982 arasında doğan üç nesil; dede, baba ve torun bu
katliamın kurbanı oldular.
Uluslararası Adalet Divanı Srebrenica’da
yaşananı bir “Soykırım” olarak nitelese de, Sırbistan’ın sorumlu olmadığını
ilan etti. Batı’ya göre ortada bir soykırım suçu vardı ancak fail belli
değildi.
Bilindiği üzere Srebrenica BM
kontrolündeki Hollanda askerlerinin koruması altında “Güvenli Bölge” ilan
edilmiş ve bu sebeple on binlerce insan buraya sığınmıştı. Batı, Müslüman halkı
güvenli bölgelere sığınmaya teşvik etmiş ve olabildiğince silahsızlandırmıştı. Srebrenica
birlikte hareket etme kabiliyeti kalmayan Müslüman Dünya’nın Batı’ya itimat
etmesi sebebiyle 20.yüzyılda bir seferde aldığı en ağır darbedir, diyebiliriz.
Batı, Müslümanlarla ittifak halindeyken bile Müslümanların kayıplarına
sevinebilecek bir ruh haline sahiptir. Mehmet Akif Ersoy’a atfedilen bir anıda
şunlar zikredilir:
“Almanlar o zaman bizim
müttefikimiz idi. Almanya ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun yanında
İngiliz ve Fransız kuvvetlerine karşı beraber harp ediyorduk. Almanlar; İngiliz
ve Fransız Sömürgelerinden esir aldıkları Müslümanları ikna edip kendileri
lehine kullanmak için Türkiye'den bir heyet istemişti. Hükümet de bizi Berlin'e
bu iş için görevlendirmişti. Yolculuğu trenle yapıyorduk. Başka ülkelerden
gelecek vagon veya marşandiz beklememek için Viyana'da birkaç gün kaldık. Beni
bir otele yerleştirdiler. Bir gece saat 24 civarında birden sokaklarda büyük
bir şenlik başladı. Kiliselerin çanları çalıyor, maytaplar atılıyor, meşaleler
yakılıyor, insanlar sokaklarda müzik çalıp dans ediyordu. Ben de, bu gürültüyle
uyandım ve gece kıyafetimle sokağa fırlayıp otelin karşısındaki bir pastaneden
durumu öğrenmeye çalıştım. Bu bir zafer şenliği olamazdı. Çünkü Alman ve
Avusturya ordularının durumu iyi değildi. Birçok yerde Rus - İngiliz ve Fransız
birliklerine karşı yeniliyorlardı. Pastaneciye; gece bu saatte şenliğin
anlamını sordum. Görevli ‘sen duymadın mı, İngilizler bugün yüzyıllar sonra
nihayet kutsal Kudüs'e girdiler!.. Kudüs'ü bugün Türklerden kurtardılar!..
Kudüs kutsal haç'a kavuştu!.. İngilizlerin bu başarısını kutluyoruz.’ dedi.
Hayret ettim, hem İngilizlerle harp ediyorlardı ve hem de Türkleri onlara karşı
harbe sokmuşlardı. Yani Türkler de onlar için harp ediyordu ama bir yandan da
düşmanları bildiğimiz İngilizlerin Türklere karşı kazandığı zaferi
kutluyorlardı!..”
Srebrenica katliamının
faillerinden Ratko Miladiç şehre girdiğinde, "İşte 11 Temmuz 1995'te Sırp
şehri Srebrenica'dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp
milletine armağan ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra
bu toprakta ‘Türkler’den intikam almamızın vakti geldi”, diyordu. Aynı gün akşam saatleri BM’nin Hollandalı
komutanı Tom Karremans ile görüşen Miladiç tokuşturdukları kadehle katliama
giden yolun açıldığını gösteriyordu. Miladiç’e göre Srebrenica bir Sırp
toprağıydı ve BM burayı savunamazdı. Böyle de oldu.
Şehidini bekleyen yeni kazılmış
bir mezarın başındayım ve Türkiye’yi Batılı müttefiklerine güvenerek
çevresindeki tüm ülkelerle –bu ülkeler Müslüman ağırlıklı olmasına rağmen-
ihtilaflı hale getiren Erdoğan-Davutoğlu ikilisini ve Erdoğan’ın “Türkiye aynı zamanda bir NATO toprağıdır”
sözünü düşünüyorum. Srebrenica’yı savunmayan BM’yi, Srebrenica’da katliam yapan
Miladiç’i, Miladiç ile kadeh tokuşturan Karremans’ı terazinin bir küfesine,
Erdoğan ve Davutoğlu’nu ise diğer küfesine koyuyorum. Erdoğan’ın sözü teraziyi
dengelediğinde yemyeşil bir çayırda yürüyen Srebrenica şehitlerini görüyorum. Bedenlere
can veren bir şelaleye doğru ilerlerken bana dönüp “Erdoğan’a söylemeyi ihmal
etme”, diyorlar; “Türkiye bir NATO toprağı değildir. BM Srebrenica’yı
savunmadı. NATO da Türkiye’yi savunmayacak. Türkiye’nin alacağı her yara,
vereceği her kayıp onları sevince boğacak. Tıpkı dedeleriniz Kudüs’ü
kaybettiğinde sevinen müttefikleriniz gibi”
Şehitlikten ayrılırken Mehmet
Akif’in “Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk/ Bak nasıl doğranıyor, kalk
baba kabrinden kalk” mısralarını terennüm ediyorum. Üç çok, ikisi yetiyor,
diyorum kendi kendime. Tüm şehitlerimize selam verip başbakandan tescilli NATO
toprağına dönüyorum.